Armagan
Oluşturulan forum yanıtları
-
YazarYazılar
-
ArmaganAnahtar yönetici
4- KUR’AN VE KUTSAL KİTAP’TAKİ PARALEL AYETLER
Kutsal Kitap’taki belirli bir ayet ile birden fazla kesimlerde karşılaşılmasının, (Ör. 2. Krallar 18::13‑20 ve İşaya 36:1‑38; 38:21‑22) Kutsal Kitap’ın güvenilirliği konusunda şüpheler yarattığı söyleniyor. Bir kimsenin başka bir eserden alıntılar yapmakla ilahi esinleme ile yazmış olamayacağı tartışmaları günümüze kadar süregelmiştir. Bizce bu tür bir itirazın gerisindeki mantığı anlamak hemen hemen imkânsız; çünkü her durumda yazar alıntılarını yine Kutsal Kitap’ın diğer kesimlerinden yapmıştır. Eğer bunlar daha önceden Tanrı tarafından vahyedilen Kutsal Kitap’ın diğer kesimlerinde bulunmayıp da, insanlar tarafından yazılmış edebiyat ve tarih konulu eserlerden alınmış olsaydı, o zaman şüphelenmek için elimizde yeterli bir nedenimiz olacaktı. Bir ayet ya da metin başlangıçta ilahi vahiy yoluyla yazılmışsa, bunun diğer bir kitapta aynen tekrarlanması, onun ilahi özelliğini şu ya da bu şekilde kesinlikle etkilemez!
Bir insan Kutsal Kitap’taki paralel metinlerin evveliyatını bilirse, böyle bir metnin başka bir kesimde niçin tekrar edildiğini kolaylıkla anlayıp kabul edebilecektir. Biz Markos İncili’nin Matta İncili’nden önce yazıldığını ve Matta’nın kendi yazdığı esere temel olarak Markos İncili’ni kullandığını ve bu İncil’deki İsa’nın hayatıyla ilgili anlatımları tekrarladığını serbestçe kabul ederiz. Ama Matta bunu çok iyi bir nedenle yapmıştır.
Markos’un topladığı bilgileri gerçekten de Resul Petrus’tan aldığı iyi bilinmektedir: “Markos, Resul Petrus’un yazıcısı olarak Petrus’un ona anlattığı İsa’nın söyledikleri ya da yaptılları her şeyi doğru olarak kayda geçirmiştir. O halde Markos Petrus’un ona söylediği şeyleri bu şekilde yazmakla bir hata yapmamıştır, çünkü Markos duyduğu şeylerden hiçbir şey çıkarmamış, ne de bunlar arasında olabilecek herhangi yanlış bir ifadeyi kayda geçirmemiştir.” (Papiyas ‑ Resul Yuhanna’nın öğrencilerinden biri.)
Resul Petrus’un, İsa Mesih’in hayatıyla ilgili olarak Matta’nınkine nazaran çok daha fazla bilgisi vardı. Çünkü İncil’i okuduğumuzda Petrus’u Matta’nın olmadığı zamanlarda sık sık İsa’yla beraber buluruz, ama hiç bir zaman Matta’yla, Petrus’tan daha azla karşılaşmayız. Buna örnek olarak gösterilebilecek olaylar çoktur. Mesela Getsemani bahçesindeki gece buna örnek olarak gösterilebilir. Matta İsa’nın son çağırdığı öğrencilerinden biri değildi. Matta kendi adıyla bilinen İncili’nde Petrus’un çağırılışını 4. bölüme kaydederken kendi çağırılışını 9. bölüme kaydetmiştir. Eğer Markos’un kayıtlarında Resul Petrus’un İsa Mesih’in hayatıyla ilgili bilgisini gerçek ve sağlam bir belge olarak kabul etmişse, bunu kendisinin de bildiği diğer olay ve konuşmaların etrafında oluşturmada ve bunu bir temel olarak kullanmada açıkçası akıllıca davranmıştır. Matta bundan daha güvenilir bir kaynağı kolay kolay bulamazdı.
Kutsal Kitap’ta anlatılan olayların, Kutsal Kitap’ın dışındaki eserlerde paralel anlatımları yoktur. Bu nedenle Kutsal Kitap’ın içerisinde paralel ayetlerin bulunması, bunun göksel vahiyle yazılmı¦ olduğu iddiasını şu ya da bu şekilde etkilemez. Asıl bizi şaşırtan şudur ki, Kur’an’daki eski zaman peygamberlerinin hayatını anlatan kayıtların birçoğunun paralel anlatımları sadece Kutsal Kitap’ta bulunmamakta, ama aynı zamanda Yahudilerin folklor, mitoloji ve masal kitaplarında da bulunmaktadır. Kur’an’da bu özelliği taşıyan birçok metin vardır ve bu bölümde bunlardan iki tanesine bakacağız.
KAİN İLE HABİL:
Kain’in, Tanrı’ya kendisininkinden daha makbul bir kurban sunduğu için kardeşi Habil’i öldürmesi Kur’an’da da anlatılır. (Sure 5:27‑32.) 31. ayete göre Tanrı Kain’e kardeşinin cesedini nasıl gömmesi gerektiğini şöyle göstermiş:
“Allah kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi.”
Bu söylenti Kutsal Kitap’ın Tekvin kesiminde bulunmamaktadır. Ama Yahudilerin bir masal kitabında konuyla ilgili şöyle bir anlatım bulunmaktadır:
“Adem ve yanındakiler Habil için oturup ağlamışlar, dövünüp durmuşlar. Daha önce hiç ölü gömmedikleri için Habil’in ölüsüne ne yapacaklarını bir türlü bilememişler. Sonra önlerine eşi ölmüş bir karga gelmiş, toprağı eşeleyerek ölü kargayı gözleri önünde toprağa gömmüş. Bunu gören Adem, “Ben de karganın yaptığı gibi yapacağım” demiş.” (Pirke Rabbi Eliezer, Bölüm 21).
Allah tarafından Kur’an’da Muhammed’e bildirildiği söylenen bu sözlerin Tevrat’ta değil de, Muhammed’in zamanından yüzlerce yıl önce yazılmış bir Yahudi halk hikâyesi kitabında paralelini bulması bizce çok şaşırtıcıdır. Küçük farklılıklar dışında bu ikisi arasındaki aşırı benzerlikler görmezlikten gelinemez. Yahudilerin Tevrat’taki tarihsel gerçekleri folklör ya da masal kitaplarına dönüştürdükleri iddiası desteklenemez. Kur’an Yahudileri kendi yazdıkları masalların Allah’ın vahiyleri olduğunu söylemeleri nedeniyle suçlar. (Sure 2:79). Ama hiçbir yerde onları Kutsal Yazılar’ı masala dönüştürmeleri nedeniyle suçlamaz. Şunu bilmek isteriz ki, bu aynı masal Kur’an’da niçin Allah’ın Kutsal Sözleri oluyor? Eğer Muhammed bu karga hikayesini Yahudi kaynaklarından almamışsa (bunun onların halk hikayelerinden biri olduğunu bilmeyerek, çünkü onların Arapça’da bulunmayan Kutsal Yazılar’ını okuyamazdı), bu benzerlik başka nasıl izah edilebilir? Burada daha ilginç başka bir paralel daha bulunuyor:
“Bunun için İsrailoğullarına şöyle yazdık: “Kim bir kimseyi bir kimseye ya da yer yüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur, kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur.” (Sure 5:32).
Bu metin okunduğunda bu sözlerin bundan önceki olayla hiçbir ilgisinin olmadığı kolaylıkla anlaşılır. Bir kişinin ölümünün niçin bütün insanlığın yok oluşu ya da bir kişinin yaşayışının niçin bütün insanlığın kurtuluşu olduğu hiç belli olmamaktadır.
Başka bir Yahudi din adamının Mişnah’taki öğretişlerine baktığımızda şu sözlerle karşılaşırız:
“Kendi kardeşini öldüren Kain konusunda Tekvin kitabında, ‘kardeşinin kanı bağırıyor’ şeklinde bir sözle karşılaşırız.’ Tekvin 4:10). Buradaki kan kelimesi tekil değil, ama çoğul olarak ‘kanlar’ şeklinde söylenmiştir; yani, kendisinin ve zürriyetinin kanı. Tek bir kişiyi öldürenin bütün nesilleri öldürmüş gibi olacağını; ama tek bir kişinin hayatını koruyanın, bütün nesilleri korumuş gibi olacağını göstermek için insan tek yaratılmıştır.” (Mişnah Sanhedrin 4.5).
Buradaki metinde bütün neslin kaderinin nasıl tayin edildiği düşüncesiyle karşılaşıyoruz. Bu Yahudi din adamı çoğul ‘kanlar’ üzerindeki yorumunu yüzlerce yıl öncesinden Kutsal Kitab’a dayanarak yapmıştı. Yaptığı yorumun doğru olup olmadığı şimdiki konumuzda önemli değil. Bizi ilgilendiren Kur’an’ın Sure 5:32’deki sözlerinin bu Yahudi din adamının inancıyla aynı olmasıdır. Gerçekte bir Yahudi din adamının Kutsal Kitap’taki bir ayet üzerindeki yorumu nasıl oluyor da Kur’an’da Tanrı’dan gelen bir vahiy olabiliyor?
Hz. İBRAHİM:
Kur’an’daki Hz. İbrahim’le ilgili anlatımlar birçok yerde Kutsal Kitap’taki anlatımlarla aynı doğrultudadır; ama ayrı olduğu yerlerde, anlatılanların yine Yahudi masallarından kaynaklandığı görülür. Kur’an’da Hz. İbrahim’i ve babasının toplumunun putperestliğini anlatan bir hikâye vardır. Hikâyeye göre tek ve gerçek Tanrı’ya iman eden İbrahim, sözde reisleri dışında bütün putları yok etmiş ve bunu kendisinin yapıp yapmadığı sorulunca da putların reisini suçlamıştır. Daha sonra öfkeli kalabalık İbrahim’i kızgın ateşin içine atmış, ama Tanrı ateşi İbrahim’e karşı serinleterek onu onların kötü planlarından kurtarmış. Bu hikâye Kur’an’da Sure 21:52‑70’te bulunur. Şimdi buna şaşırtıcı bir şekilde benzeyen bir hikâye Yahudi masallarında da bulunuyor. (Bu Tekvin 15:7’de Tanrı’nın İbrahim’e söylediği “Bu diyarı miras almak üzere, onu sana vermek için seni Kildaniler’in Ur şehrinden çıkaran Rab Ben im” şeklindeki sözlerin yanlış anlaşılmasından ortaya çıkmıştır. Çünkü Ur bugün arkeolojinin de varlığını onayladığı gibi, Türkiye’nin güney doğusunda bulunan bir yerleşim bölgesiydi. Bu yerden Tekvin’in başka kesimlerinde de söz edilir. (Bkz. Tekvin 11:31). Ama Yahudi bir yazar olan Yonatan Ben Uziyel “Ur”u (İbranice’de ‘ateş’ anlamına gelen) “Or” ile karıştırarak ayeti masala şöyle yazmış: “Seni Kildaniler’in ateşinden çıkaran Rab Ben im.” Tabii, tüm bu hikâye de bu yanlış üzerine kurulmuş…
Bu hikayeyi Midraş Rabbah’tan okuyan bir kişi, olayın Kur’an’da anlatılışının Yahudi masalındaki anlatılanlara ne kadar çok benzediğini görecektir. Bu Yahudi masalının ortaya çıkış biçimini akılda tutan dürüst herhangi bir okuyucu Yahudi masallarındaki bu paralel metin örneğinin, Kur’an’ın güvenilirliği ve Tanrı Söz’ü olma iddiasına ciddi şüpheler getirebileceğini farketmelidir.
Hz. İbrahim en büyükleri dışında tüm putları yok etmiş ve sonra baltayı sona bıraktığı putun eline yerleştirmiş. Olaydan hemen sonra babası bu kargaşalığı duymuş ve durumu araştırmaya koşarken İbrahim’in ayrılmakta olduğunu görmüş. Babası tarafından suçlanınca da ona, yemeleri için hepsine et verdiğini ve diğerlerinin en büyüklerini beklemeden yemeğe başladıklarını, bu nedenle de en büyüklerinin eline bir balta alıp hepsini parampraça ettiğini söylemiş. İbrahim’in bu akıllıca verdiği cevapla küplere binen babası Nimrod’a giderek İbrahim’i şikayet etmiş, o da İbrahim’i ateşe atmış, ama Allah olaya müdahale ederek onun hayatını kurtarmış.
Şimdi bu iki hikâye arasındaki bu kadar bir benzerlik görmezlikten gelinemez! Bu durumun Kur’an’da tarihte gerçekten olmuş bir olay olarak anlatılıyor olması, Kutsal Kitap’ın güvenilirliğine cahilce saldırılarda bulunan Müslümanları biraz açıklamada bulunmaya mecbur bırakmaktadır. Burada Kur’an’ın Tanrı’dan çok insandan kaynaklandığını gösteren sağlam bir delil bulunuyor.
Sonuç olarak şunu tekrar etmek isterim ki, Kutsal Kitap’ın günümüze kadar geliş tarihine karşı kullanılabilecek geçerli hiçbir delil bulunmamaktadır. Yüce Tanrı’nın bu sözleri değiştirilmemiştir ve bu nedenle de Tanrı’nın bütün çağlardaki insanlara güvenilir ve sağlam bir vahyi olarak kabul edilmelidir. Bununla birlikte, tarihsel gerçekler üzerinde Kutsal Kitap ile çeliştiğinden, Kur’an için güvenilir ve destekleyici hiçbir delil bulunmamaktadır. (Mesela İsa Mesih’in haç üzerindeki ölümü, Kur’an’da, bunun tarihte gerçekten olmuş bir olay olduğunu ispatlayan birçok delile rağmen, olaydan yaklaşık altı yüzyıl sonra inkâr edilmektedir.)
İnsan tarihte kökleşmiş gerçekleri görmezlikten gelerek Tanrı’nın gerçeklerini ortaya çıkarabileceğini zannetmesin. İslam dünyası Kutsal Kitap’a bir kez daha olumlu bir düşünceyle, ona boş çabalarla leke sürmeye çalışacağına içerisindekileri samimi bir şekilde bilmeye ve anlamaya çalı¦ırsa çok daha iyi edecektir.
Yine İslam dünyası Kur’an’ın ortaya çıkış konusu üzerinde biraz daha düşünceli araştırmaya açık bir tavırla durmaya başlarsa, aynı şekilde iyi edecektir. Sorgu ve sual görmeyen bir inanç Tanrı’ya makbul değildir! Bir kitap kendisine karşı olan deliller karşısında ayakta kalamıyorsa, Tanrı Sözü olduğu iddiasını pek fazla sürdüremez. Nitekim bu kitapçıkta ileriye sürdüğümüz deliller Kur’an’ın bu iddiasını ciddi bir şekilde ¦üphe içerisinde bırakmaktadır. Yahudilerin masal ve mitoloji kitaplarındaki olayların Kur’an’da yer almaları, Kur’an’ın Tanrı Sözü olma iddiasına karşı çok güçlü birer delildirler. Bu nedenle artık İslam dünyasının Kutsal Kitap’ın değiştirilerek bozuk olduğu konusundaki temelsiz ve gülünç iddiaları bırakması, bunun yerine Kur’an’daki bu acaip hikayelerin akla yatkın bir açıklamasını yapmaya başlaması çok daha yerinde olacaktır. Çünkü böyle açıklamaların zamanı geldi de geçiyor bile.ArmaganAnahtar yönetici3- ŞÜPHELİ AYET VE METİNLER
Bundan önceki bölümde değişik tercümeler konusuna bakarak, bunlara hem Kutsal Kitap hem de Kur’an’ın günümüze geliş tarihlerinde sıkça rastlanıldığına değinmiş ve bunların Kutsal Kitap’ın değiştirildiğini ispatlayan birer delil olarak kullanılamayacağını görmüştük.
Kutsal Kitap’ın günümüze geliş sürecinde değiştirilip değiştirilmediği konusuyla ilgili olabilecek diğer tek iddia, bazı elyazısı nüshalarda bulunup bazılarında bulunmayan birkaç ayet ve en eski elyazısı nüshalarda yer almayan İncil’deki iki metin ile ilgilidir. Sözkonusu ayetlere bakıldığında bunların fazla dikkat çekmeyecek ölçüde önemsiz oldukları görülecektir. Çünkü;
1‑ Değişik tercümeler konusunda olduğu gibi bu ayetlerden hiçbirisi, bir bütün olarak Kutsal Kitap’ın duyurduğu haberle çelişmez ya da bu haberi etkilemez.
2‑ Bunlar sayıca o kadar azdırlar ki, bunların var oluşu ya da olmayışı Kutsal Kitap’ta bulunan her bir kesimin geçerliğini bir bütün olarak herhangi bir şekilde ortadan kaldırmaz.
3‑ Bugün elimizde Kutsal Kitap’ın iki tür elyazısı metni bulunmaktadır: sözkonusu ayetleri ihtiva edenler ve ihtiva etmeyenler. Diğer bir deyişle, orijinal metinlerdeki doğru ve geçerli sözler elimizde bulunduğu için diğer gurupta bulunan ayetlerin neler olduğu kolaylıkla ortaya çıkarılabilmektedir. (Bu nedenle hiçkimse, “Bu İncil’in değiştirildiğini kanıtlıyor” dememelidir. Çünkü dilimize yapılan bütün tercümeler bu orijinal metinlerden yapılmaktadır ve diğerleri sadece mevcut oldukları bilinsin diye bu tercümelere ekbilgi olarak alınmışlardır.)
4‑ Bazen bir İncil’in bazı elyazısı metinlerinde bulunan bir ayet, diğerlerinde bulunmamaktadır. Mesela, “O taşa çarpıp düşen paramparça olacak. Taş da kimin üzerine düşerse onu ezip toz edecek,” ayeti Matta İncili’nin güvenilir en eski metinlerinde bulunmamakta, ama sonrakilerde ise hemen Matta 21:43’ten sonra yer almaktadır. Buna göre İncil’in dilimize yapılan son tercümesinde bu ayet, köşeli ayraç [ ] içerisinde gösterilmiştir. Ama İsa’nın bu aynı sözleri Luka 18:20’de de bulunmakta ve Luka İncili’nin en eski bütün elyazısı metinlerinde yer almaktadır.
Başka bir örnek olarak 1. Yuhanna 5:7’nin M.S. 3. yüzyıldan önceki Grekçe metinlerde bulunmadığı sık sık gösterilmektedir. Bu nedenle bu sözler çağdaş tercümelerin dışında bırakılmıştır. Sözü geçen bu cümledeki sözler hiçbir zaman Yuhanna’nın 1. Mektubu’nun bir parçası olmamıştır ve sonraları İncil’in Latince’ye yapılan bir tercümesine sadece açıklayıcı bir not olarak eklenmiş, ama 1611’de tamamlanan Kutsal Kitap’ın İngilizce KJV tercümesine metnin esas bir parçası diye yanlışlıkla konulmuştur. Bu ayet KJV’de şöyle okunmaktadır: “Gökte tanıklık eden üçtür: Baba, Kelam ve Kutsal Ruh. Bunların üçü birdir.” Oysa en eski Grekçe metinler ve tüm çağdaş tercümelerde ise sadece şöyle okunmaktadır: “Tanıklık eden üçtür.” Buna göre bu durum, Kutsal Kitap’ta yapılan bir “değişme” olarak göz önüne alınmamalıdır; çünkü bu sözlere yer vermeyen bütün çağdaş tercümeler sadece orijinal metinlerdeki sözlerin anlamını yansıtmaktadır. Ayrıca bu ayetteki öğretiş bir bütün olarak zaten Kutsal Kitap’ın temel öğretişlerden bir tanesidir ve Kutsal Kitap’ın diğer kesimlerinde de bulunmaktadır.
İncil’de bakmış olduğumuz bu iki ayetten başka, en eski nüshalarda bulunmayıp daha sonraki nüshalarda bulunan iki metin daha vardır. Bunlar Markos 16:9‑20 ve Yuhanna 8:1‑11’dir.
Markos İncili’ndeki bu kesim, bu İncil’in bir sonuçlamasıdır ve asıl metnin bir parçasını oluşturmaz. Yani bu son kesim doğru değilse bile, Markos İncili’nin asıl metni bu kesim nedeniyle etkilenmez ve doğal olarak hala sağlam, doğru ve geçerlidir. Bu kesim İncil’in en eski Grekçe elyazısı nüshalarının bazılarında bulunmakta, bazılarında da bulunmamaktadır. Bunun ne kadar güvenilir ve sağlam olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Bu nedenle İncil’in Türkçe’ye son tercümeleri bu kesimi köşeli ayraç [ ] içerisinde göstermekte ve bunun en eski bazı metinlerde bulunmadığını belirtmektedir.
Bu kesimin Kutsal Kitap’a dahil edilip edilmemesi konusu Kutsal Kitap’ın İngilizce RSV tercümesi yapıldığında çok tartışıldı. RSV’yi gerçekleştiren tercüman heyeti bu kesimin doğruluğundan kesin bir şekilde emin olamadığı için bunu RSV’ye sadece dip not olarak dahil ettiler. Bugün ise (bu kesimde bulunan her şey Kutsal Kitap’ın diğer kesimlerinde de bulunduğu için) bu kesimin doğruluğu konusunda daha büyük bir karar birliğine varılmaktadır ve bunun bir sonucu olarak da RSV’nin yenilenmiş en son baskısında bu kesim tüm metnin bir parçası olarak basılmıştır.
Bu kesim KJV’de bulunduğu ve RSV’nin ilk baskısına alınmayıp son baskısına yeniden konduğu için Müslümanlar, bunu Kutsal Kitap’ın değiştirilişinin ve metinleriyle oynanışının bir delili olduğunu söylüyorlar. Ne var ki Kutsal Kitap metninin günümüze kadar nasıl geldiğinden genellikle bir haberi olmayan İslam kamuoyunun bu tutumu, şu nedenlerden dolayı gerçekçilikten uzaktır:
1‑ Bu metin ile ilgili kararsızlık, hepsi daha İslam peygamberi doğmazdan en az dört-beş yüz yıl önce yazılan Markos İncili nüshalarından ortaya çıkmaktadır. Bu kesim bu nüshaların bazılarında bulunuyor, bazılarında ise bulunmuyor. Bu elyazısı nüshalar orijinal şekillerinde bugüne kadar Hıristiyan kilisesinin elinde olmuştur. Buna göre Kutsal Kitap’ın Türkçe ya da İngilizce tercümelerinde “modern” değiştirmeler ya da tahrifler yapıldığı düşüncesi hiçbir şekilde ileriye sürülemez! Kutsal Kitap üzerindeki uzmanlarımız bu çalışmayı yapmakla sözkonusu metnin doğru olup olmadığını mümkün olduğunca ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Bu nedenle İncil’in bugünkü çağdaş çevirilerine eski elyazısı metinlerin değiştirilişi gözüyle bakılmamalı, tersine o elyazısı metinlerin gerçek durumunun yansıtılışı yönünde yapılan birer çalışma gözüyle bakılmalıdır.
2‑ Bu kesimdeki sözlerin hiçbiri herhangi bir şekilde Kutsal Kitap’ın diğer yerlerindeki sözlerle çelişmemektedir. İsa’nın göğe alınışı ve İsa ile ilgili sözler Kutsal Kitap’ın diğer kesimlerinde de bulunmakta ve tamamen Kutsal Kitap’ın öğretişlerine uymaktadır. Bu nedenle bunun Kutsal Kitap’ın değiştirildiğini ispatlayan bir delil olduğunu ileri sürmek büyük bir saçmalık olur. Bir Müslüman konuşmacı bu son on iki ayet üzerindeki belirsizlik nedeniyle tüm Markos İncili’nin güvenilir olmadığını bile söylemiştir. Ama konuya tarafsız ve önyargısız yaklaşan sağduyu sahibi herhangi bir Müslüman eminim böylesine aşırı ve temelsiz bir görüşü desteklemeyecektir. Markos İncili’nin bugünkü şeklinin doğru ve geçerli olduğuna karşı gösterilebilecek hiçbir delil yoktur. Gösterilebilecek tek bir delil ise, (metnin kendisi, günümüze kadar geliş şekli ve tarihi ve geçerliğinin ilk dönem Hıristiyan tarihçilerce doğrulanması) bu İncil’in bir bütün olarak gerçek ve güvenilir bir döküman olduğunu ispatlamaktadır. Kutsal Kitap’ın diğer kesimlerinde olduğu gibi Markos İncili de İsa Mesih’in hayatını gerçekçi bir şekilde anlatmaktadır. Sonuçta okuyucu tarihte yaşayan İsa’nın Kur’an’daki Hz. İsa değil, ama gerçekten de Hıristiyanlıktaki Kurtarıcı Rab İsa Mesih olduğunu kabul etmek zorunda kalacaktır.
Markos İncili 14‑16 bölümlerde İsa Mesih’in çarmıha gerilişini, ölümünü ve bunun sonrasındaki dirilişini ayrıntılı bir şekilde kaydeder. (Oysa Kur’an’da bu tarihsel gerçekler Sure 4:157’de inkâr edilirler.) Yine Markos İncili birçok yerinde İsa’nın Tanrı Oğlu olduğunu duyurur. (Bkz. Markos 1:1; 9:7; 14:61‑62)
İkinci metne bakıldığında, bu metnin (Yuhanna 8:1‑11) gerçekten sağlam, doğru ve Yuhanna İncili’nin gerçek bir parçası olduğu görülecektir. Bu ayetlerde Yahudi din adamlarının zinada yakalanmış genç bir kadını İsa’nın önüne getirişleri anlatılmaktadır. Hz. Musa’nın şeriatine göre böyle bir kadının taşlanarak öldürülmesi gerektiğinden, bu adamlar İsa’ya ne yapılması gerektiğini sorarlar. Ne var ki İsa’nın buna verdiği cevap alışılagelmişin dışındadır ve çok çarpıcıdır:
“Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın”(Yuh. 8:7).
Böylece kendilerinin de günahlı olduklarının farkına varan ikiyüzlü ve yobaz Yahudi din adamları teker teker oradan uzaklaşarak İsa’yı kadınla yalnız bırakırlar. Kadın İsa’ya, “…Beni hiçkimse yargılamadı” deyince, İsa ona şu çarpıcı cevabı verir:
“Ben de seni suçlamıyorum. Git ve bir daha günah işleme.” (Yuh.8:11).
Bu olay tüm insanlık tarihinin belki de en düşündürücü, aynı zamanda en teselli edici olaylarından bir tanesidir. Bu metnin ortaya çıkış şekli de Markos İncili’nin son bölümünde gördüğümüz duruma benziyor. Her ne kadar bu metin en eski bazı elyazısı nüshalarda bulunmuyorsa da, bunun doğruluğu hiçbir şüphe götürmeyecek ölçüde güvenilir olduğundan İncil’in tüm çağdaş tercümelerine metnin bir parçası olarak konulmuştur. Bu metnin doğru olarak Yuhanna İncili’nin 8. bölümünü başına ait olduğu görüşünü destekleyen beş noktayı şöyle özetleyebiliriz:
1‑ Yuhanna yazdığı İncilin başından sonuna dek, Hz. Musa’nın sınırlı hizmeti ile İsa Mesih’in çok daha etkili hizmeti arasında keskin bir ayırım bulunduğunu gösteriyor. Bu kapsamda biraz önce okuduğumuz olay buna çok uygun bir örnek oluşturmaktadır. Hz. Musa’nın şeriati bu zinakâr kadına sadece ve sadece günahlı olduğunu gösterebiliyordu. Oysa İsa her bireyi kendi günahlarını kabul etmeye zorlamıştır.
2‑ Bütün Yahudi din adamları olay yerinden ayrılıp gittikten sonra İsa kadına, “Ey kadın, seni yargılayanlar nerede?” diye sordu. Bir hitap şekli olarak kullanılan “Kadın”, ya da “Ey kadın” kelimesi İncil’de sadece Yuhanna’da bulunuyor. (Bkz. Yuhanna 2:2;4:21; 20:15). Böyle bir hitap şekli o zamanın kültüründe saygıyı belirtirdi. Bu nedenle bu kesmin Yuhanna’ya konulması gayet uygun ve yerinde bir karardır.
3‑ “Ferisiler” diye bilinen Yahudi radikal dincilerin İsa ile karşı karşıya gelmeleri Yuhanna İncili’nde ilk defa bu metinde anlatılmaktadır. Bu dinci gurup İncil’in akışında yavaş yavaş ortaya çıkmakta, ama 8. bölüm öncesinde İsa ile bu adamlar arasında bu tür gerginliklerin yaşandığı görülmemektedir. Bu metin olmaksızın Yuhanna İncili’ndeki İsa ile bu Yahudi din adamları arasında gittikçe artan gerginlik ve fikir ayrılığının ne tür gelişmelerden geçtiği kolaylıkla açıklanamazdı.
4‑ İsa ile Yahudi dinciler arasında ortaya çıkan ateşli tartışmalara bu metinde anlatılan olayların yol açtığı açıkça görülmektedir. Yuhanna bu İncil’de baştan sona dek İsa’nın Yahudilerle yaptığı tartışma ve konuşmalarına yol açan olayları kaydetmekte ve nitekim bu olaydan sonra yaşanan tartışma bu yapıya tamamen uymaktadır. Eğer bu metin Yuhanna İncili’nde bulunmasaydı, o zaman bu gelişim 8. bölümde birden kesilmiş olacaktı.
5‑ Bu olay sonrasındaki tartışma esnasında İsa yahudilere şu çarpıcı ve herbirimizi düşündürmesi gereken soruyu sordu:
“Sizden kim bende günah olduğunu kanıtlayabilir?”
(Yuhanna 8:46).
İsa’nın bu sözleri, yukarıdaki metin İncil’de yer almış olmasaydı, metin dışında tutulması gereken bir söz olacaktı. Çünkü 8:46’daki sözlerin 8:7’deki, “Sizden günahsız olan ilk taşı atsın” sözü ile çok yakın bir ilişkide olduğu açıkça görülmektedir. Böylece İsa oradakilerin her birine ne kadar günahlı olduklarını göstermiş oluyordu. Peki onlar aynısını İsa’ya yapabildiler mi? Elbette yapamadılar!
Şu halde bu metnin de Yuhanna İncili’nin gerçek bir parçası olduğu sonucuna varmamız gerekiyor. Kutsal Kitap’ın değiştirilmiş olduğu faraziyesini destekleyebilmek için tüm Kutsal Kitap tarihinde, biraz önce incelediklerimizin dışında göz önünde tutulabilecek başka bir delil bulunmamaktadır.
Gerçek Mesih İnancı’ndan bir haberi olmayan çok sayıda Batılı yazar, Kutsal Kitap’ın güvenilirliği ile ilgili diğer konular üzerinde çeşitli yazılar yazdılar. Ne var ki bu adamların düşünceleri daima, ya Kutsal Kitap’taki mucizelere ya da Kutsal Kitap’ın felsefe, politika, vb. gibi konular üzerindeki öğretişlerine karşı var olan bazı teorilerden ortaya çıkan şu ya da bu şekilde bir önyargının ürünü olmuş ve bunlar hiçbir zaman eldeki delillerin adil ve tarafsız değerlendirilişinden kaynaklanmamıştır. Var olan deliller Kutsal Kitap’ın gerçekliği ve sağlamlığını ağırlıkla onaylayarak desteklemekte ve göz önüne almaya değer tek itiraz, biraz önce de gördüğümüz gibi, gerçeği hiçbir suretle değiştirmemektedir.
Müslümanlar Kutsal Kitap’a hükmetmekle sanki büyük bir sevap işlediklerini zannediyorlar. Kutsal Kitap’ın geçersiz olduğunu ve birçok değişikliklere uğradığını iddia ederlerken kendilerini çok rahat ve emin hissediyorlar. Oysa böyle fikir ve tutumlar Kutsal Kitap’ın hiçbir şüphe götürmeyecek ölçüde sağlam ve güvenilir olduğunu kanıtlayan deliller karşısında çok gülünç ve cahilce kalmaktadır. Deliller adil bir şekilde değerlendirildiğinde Kutsal Kitap’ın değil de, asıl Kur’an’ın güvenilir olmadığı görülecektir. Çünkü Kur’an Kutsal Kitap ile çelişerek (özellikle İsa Mesih’in hayatı ve kişiliği konularında) Tanrı’nın eski zamanın peygamberleri vasıtasıyla yazdırdığı kitaplarla gerçekten uyum içinde olmadığını göstermiştir. Müslümanlar eldeki deliller ve gerçekler karşısında hiç düşünmeden terk edilmesi gereken temelsiz bir suçlamayla Kutsal Kitap’ı bozulmuş olmakla suçlayacağına, Kur’an’a ortaya çıkış ve içeriği konularında eleştirici bir yaklaşımla yaklaşsalar gerçekten çok daha tutarlı olacaklar. Çünkü Kur’an’ın Kutsal Kitap ile çelişki ve uyuşmazlık içinde oluşu, Kur’an’ın Tanrı Kelamı olma iddiasına büyük darbeler indirmektedir.
Şunu bir kez daha belirtmemiz gerekiyor ki, biraz önce gördüğümüz Kutsal Kitap’ın günümüze geliş tarihinde rastlanan özelliklere Kur’an’ın tarihinde de rastlanmaktadır. İslam dünyasındaki yetkisi tartışılmayan tüm büyük eserler (özellikle Sahih‑i Buhari, Sahih‑i Müslim ve Sırat‑ül Resulallah) şu öğreti üzerinde fikir birliğindedirler:
“Bana Ebu’t‑Tahir ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki): Bana Yunus, İbni Şihab’dan naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Ubeydullah b. Abdillah b. Ube haber verdi ki, kendisi Abdullah b. Abbas’ı şunu söylerken işitmiş:
Ömer b. Hattab, Resulallah’ın minberi üzerinde otururken ¦öyle dedi:
“Hiç şüphe yok ki Allah, Muhammed’i hak ile göndermiş ve kendisine kitabı indirmiştir. Ona indirilenlerden biri de recim (taşlayarak öldürme) ayetidir. Biz bu ayeti okuduk, belledik ve anladık. Resulallah recmetti, ondan sonra da biz recmettik. Ama insanların üzerinden uzun zaman geçerse korkarım biri: Biz Allah’ın kitabında recmi bulamıyoruz, der de Allah’ın indirdiği bir farizayı terk etmekle dalalete düşerler: Gerçekten erkek ve kadınlardan zina eden kimse üzerine ‑ muhsan olmak, beyyine veya gebelik yahut itiraf bulunmak şartı ile ‑ recim Allah’ın kitabında haktır.
“Peygamberlere indirilenler arasında ‘İhtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse kendilerini behamehal recmedin!’ ayeti de vardı.” (Sahih‑i Müslim; Cilt 8, sayfa 4796).
Bu İslam’da en çok desteklenen öğretişlerden bir tanesidir. Bunun doğruluk ve güvenilirliğinden şüphe dahi duyulmaz. Burada Hz. Ömer, Kur’an’da bir zamanlar zina işleyenlerin taşlanarak öldürülmesini emreden bir ayet olduğunu söylüyor. İslam peygamberi ve yanındakiler, böyle durumda yakalanan kimseleri bizzat kendileri taşlayıp öldürmekle bu öğretinin varlığını onaylamışlardır. Ama ne var ki sözkonusu bu ayet bugünkü Kur’an’da kesinlikle yer almamaktadır. Bunun yerine Kur’an’da şu ayetle karşılaşıyoruz:
“Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini konusunda o ikisine acımayın. Onların ceza görmesine, inananlardan bir topluluk da şahid olsun” (Sure 24:2).
Ne var ki burada Hz. Ömer, zinada yakalanan tarafların her ikisinin de evli oldukları bir durumda sadece öldürülmelerini değil, ama bunun taşlanarak yapılmasını emreden bir ayetin kesinlikle Kur’an’ın ilk şeklinde var olduğunu vurgulamakta. Bu ayet Kur’an’da kesinlikle bulunmamakta ve haliyle Hz. Ömer’in buna özel bir dikkat çekmesinin nedeni de bu olsa gerek. İbn İshak’ın dediğine göre Hz. Ömer, Kur’an’ın noksanlığıyla ilgili söylediklerini kabul etmeyen herkesin, kendisinin bu sözü sarfetmiş olduğunu inkâr etmek zorunda olmadığını dahi söylemiştir. Malik ise Hz. Ömer’in, başkaları tarafından Kur’an’a bir şeyler karıştırmakla suçlanmayacağını bilse, bu iki ayeti Kur’an’a kendi elleriyle yazacağını söylediğini kaydetmiştir. İşte bu sağlam ve tüm İslam çevrelerince inkâr edilemeyen bu kanıtlar, Kur’an’ın bugünkü şekliyle mükemmel ve eksiksiz olmadığını göstermektedirler.
Bu durum Müslümanların Kutsal Kitap’ın doğruluğuna karşı yaptıkları itirazların temelsiz olduklarını da göstermektedir. Şimdiye kadar incelediklerimizin ışığında, Kutsal Kitap’taki bir ayet konusunda bir belirsizlik söz konusu ediliyorsa, aynı durumun Kur’an için de geçerli olduğu kabul edilmelidir. Tarihin günümüze kadar güvenle bıraktığı gerçekler, Kutsal Kitap’ın bilinmeyen kişilerce bozulduğu, bunun tersine Kur’an’ın daima hatasız ve mükemmel kaldığı faraziyesini kesinlikle desteklememektedir! Bunun yerine deliller, metinlerin günümüze geliş sürecinde ortaya çıkan benzer hataların her iki kitapta da bulunduğunu gösteriyor.ArmaganAnahtar yönetici2- KUR’AN VE KUTSAL KİTAP’TAKİ DEĞİŞİKLİK GÖSTEREN AYETLER
Müslümanların Kutsal Kitap’a yaptıkları en sık itirazlardan bir tanesi, Kutsal Kitap’ın çeşitli dillere yapılan tercümelerinde birbirlerinden farklı gözüken ayetlerin bulunmasıdır. Buna karşın bugünkü Kur’an’ın İslam peygamberi ve yanındakilere ilk verildiği zamanki Kur’an ile tamamen aynı Kur’an olduğu söylenmektedir. Kuşkusuz böyle bir görüş, Kur’an’ın Tanrı Sözü olması gerektiği kanısına destekleyici bir kanıt bulunabilmesi amacıyla ileriye atılmıştır. Geniş İslam çevrelerince takınılan bu yaygın tutum, bizim görüşümüze göre Tanrı Sözünü belirlemede tamamen kusurlu ve yanlış bir tutumdur. Kutsal Kitap’ın içerisinde birbirinden farklılık gösteren birçok ayet bulunduğu, ama Kur’an’da bu gibi şeylerin hiç bulunmadığı iddiası gerçekte doğru bile olsa, bu, Kur’an’ın Tanrı’nın gerçek Sözü olduğunu hiçbir şekilde kanıtlamaz! Bir kitap başlangıçta Tanrı Sözü değilse, yayılması ve günümüze kadar değişmeden aynı şekilde kalması istediği kadar güvenilir olsun, bu onu Tanrı Kelamı yapamaz! Ama bir kitap ilk ortaya çıktığında gerçekten de Tanrı Kelamı ise, birkaç önemsiz farklılık ve el ile yazılarak çoğaltılırken yapılmış olabilecek önemsiz birkaç hata, kitabın içerisinde bulunan ayet ve öğretişlerin ilahi yetkisini sonuçta hiçbir suretle iptal edemez! (Özellikle bu hataların neler olduğu teşhis edilebiliyor, hatta hakikileriyle karşılaştırılabiliyorsa ve sözkonusu bu önemsiz hatalar Kitabın genel mesaj ve etkisini bir bütün olarak hiçbir anlamda değiştirmiyorsa.)
Bugün elimizde bulunan Kutsal Kitap tercümelerinde bazı ayetlerin birbirlerinden farklı olduklarını (ve bunların Kutsal Kitap’ın bazı tercümelerinde dipnot olarak sıralandığını) kabul ediyoruz. Ama şimdiye kadar hiçbir Müslüman arkadaş bunların Kutsal Kitap’ın duyurduğu haberi bir bütün olarak ne ölçüde etkilediğini gösterememiştir.
İslam dini Muhammed’den önceki İsa Mesih de dahil olmak üzere bütün peygamberlerin inanış, düşünce ve duyurdukları haberde Müslüman olduklarını öğrettiğinden, Müslümanlar, sadece temel Hıristiyan öğretişleriyle uyuşmayan, ama aynı zamanda tüm bu öğretişlerin aşikar kaynağı olan Kutsal Kitap’ın bir İslam kitabı olmayıp bütünüyle bir Hıristiyan kitabı olduğunu keşfedince, Kutsal Kitap’ın değiştirilmiş olması gerektiğini ileri sürmeye kendilerini zorunlu hissetmişlerdir. Gerçekten bize göre Kutsal Kitap’ın dininin İslam değil de Hıristiyanlık oluşu, Müslümanların, “Tevrat ve İncil bozulmuştur, değiştirilmiştir, batıldır, hükümsüzdür.” şeklindeki çeşitli söylentiler çıkarma ihtiyacını hissetmelerine neden olmuştur. Ama böyle bir iddianın doğruluğunun kanıtlanabilmesi için Kutsal Kitap’ın baştan sona değiştirilerek Tanrı’dan gelen ilk şeklinin yerine konulmuş sahte bir kitap olduğunu gösteren delillerin (eğer varsa!) gün ışığına çıkarılması gerekecektir. Çünkü Kutsal Kitap’ın öğretisi daima kendi içerisinden çıkıp gelişen Hıristiyanlık dini ile uyum içerisinde olmuştur ve bu nedenle ne Musevilikle ne de Hıristiyanlıkla bir ilgisi olmayan temel İslam öğretişlerinin Kutsal Kitap’ın öğretişleriyle aynı doğrultuda olduğu iddiası hiçbir şekilde ileriye sürülemez!
Bazı Müslümanlar Kutsal Kitap’ın değiştirilmiş olduğu faraziyesine ağırlık kazandırmak amacıyla Kutsal Kitap’ın çeşitli tercümelerinde bulunan farklılık gösteren ayetleri ele almaktalar. Ama bu ayetlerin hiçbiri Kutsal Kitap’ın Hıristiyan kökenini bütünüyle değiştirmemektedir ve bu nedenle de bunlar Kutsal Kitap’ın, içeriği başlangıçta İslam olan bir kitaptan sonraları tamamen bir Hıristiyan kitabına sokulduğunun ispatlanabilmesinde delil diye kullanılamazlar ! Böyle bir düşüncenin desteklenebilmesi için sağlam ve güvenilir deliller gösterilerek, öylesine bilinçli bir şekilde değiştirilen ve ilk şeklinden tanınmayacak bir duruma getirilen diğer kitap ve ayetlerin bir zamanlar var olduğu ve Hıristiyanların bugün elinde bulunan Kutsal Kitap’ın büyük çapta o zaman var olan kitapların yerine sokulduğu ispat edilmelidir!
Müslümanların hesabına üzülerek söylememiz gerekir ki, Kutsal Kitap’ın günümüze geliş tarihinde böyle bir olay kesinlikle bulunmamaktadır ve nitekim İslam alimleri de bu noktayı ispat edemeyeceklerini açıkça itiraf dahi etmişlerdir. Bizce önemli olan da zaten budur.
İslam dünyası konuyla uzaktan yakından bir ilgisi olmayan Kutsal Kitap’taki değişiklik gösteren ayetler konusuna bel bağlamakla, Kutsal Kitap’ın değiştirilmiş bir kitap olduğunu ispatlayamadığını göstermiştir. Kutsal Kitap’taki her Hıristiyan öğretisinin, ilk şekliyle önceleri birer İslam öğretisi olduğu iddiasının kanıtlar gösterilerek ispatlanması lazımdır. Bu işe kalkışacak herhangi bir Müslüman, kendisini akıntıya karşı kürek çekmekte bulacaktır. Gerçekten Kutsal Kitap’ın önceleri bir İslam kitabıyken sonraları bir Hıristiyan kitabına dönüştürüldüğü iddiasını destekleyen tek bir delil bile bulunmamaktadır. Açıkça söyleyelim: Eğer bir Müslüman ortaya attığı bu noktayı ispatlayamıyorsa, hiçbir şey ispatlayamıyor demektir.
Kur’an ve Kutsal Kitap’ın çeşitli dillere yapılan tercümelerinin metinsel doğruluklarının ispatlanmasında ayetlerin birbirleriyle karşılaştırılması yönteminin Tanrı’nın Sözünü belirlemede tamamen sakıncalı ve kesinlikle güvenilmez bir yöntem olduğunu belirtmiştik. Şimdi de, Kur’an’ın bu tür hatalar ve değişiklik gösteren ayetler konusunda tamamen arı ve temiz olduğu faraziyesine körükörüne inanılmasının da aynı ölçüde sakıncalı olduğunu belirtmek isteriz.
İlkin, bugün yeryüzünde bulunan en eski Kur’an nüshası, İslam peygamberinin ölümünden en az yüz elli yıl sonrasından kalmadır. Bu nedenle Kur’an’ın, Muhammed’in izleyicilerine bıraktığı Kur’an ile tamamen aynı Kur’an olduğunu göstermek kesinlikle mümkün değildir. Böyle bir iddia kesinlikle ispatlanamaz!
İkinci olarak, “Sahih‑i Müslim” ve “El Buhari” gibi güvenilir İslam Hadislerinde Kur’an’ın ilk günlerinde bile değişiklik gösteren sayısız ayetlerinin bulunduğu ifade edilmektedir. Buna göre, söz konusu o ayetler bugünkü mevcut Kur’an’da bulunmuyorsa, o zaman akıllıca dışarıya çıkartılmışlardır ve kuşkusuz bu Tanrı yönlendirmesiyle yapılmayıp bütünüyle insani yetki ve anlayışla gerçekleştirilmiştir.
Bu konuyu incelemeden önce, ilkin İslam Hadislerdeki Kur’an’ın derlenişiyle ilgili bazı delillere bakmak yerinde olacaktır.
Bilindiği gibi Kur’an’ın ilk derlenişini Hz. Ebu Bekir’in kısa süren halifeliği döneminde Zeyd İbn Sabit adında bir Müslüman gerçekleştirmiştir. Buhari, hadis kitabında Zeyd’in şu sözlerine yer veriyor:
“Tevbe Suresinin son ayetini buluncaya dek hurma ağaçlarından, beyaz taşlardan ve derilerden toplayarak Kur’an için aradım” (El‑Hadis, Cilt 3, sayfa 707).
Kur’an’ın ilk derlenişinin nasıl bir gevşeklikle yapılmış olduğu sırf bu hadisten bile kolayca anlaşılmaktadır. Kur’an’ın bugün İslam dünyasınca kabul edilen metni, tek ve tam bir nüsha haline sadece Zeyd İbn Sabit tarafından getirilmiştir. Bu sadece tek bir kişinin çalışması ve anlayışıyla olmuştur. Son ayetlerin sadece tek bir kaynaktan derlenişi ve bunlardan başka bir kimsenin haberinin olmayışı, Zeyd’in meydana getirdiği Kur’an’ın son metinsel şeklinin Kur’an’ın ilk ortaya çıktığı günlerde herkes tarafından bilinen şekliyle tamamen aynı olmadığını açıkça göstermektedir.
Buna ek olarak, Hz. Ebu Bekir’in Kur’an’ın derlenmesini emrettiği vakit Zeyd’in nasıl bir tepkide bulunduğunu da göz önünde bulundurmamız gerekiyor:
“Allah için, bana Kur’an’ı derlememi emredeceğine şu dağı yerinden kaldırmamı emretseydin benim için çok daha kolay olurdu.” (El‑Hadis, cilt 3, sayfa 707).
Kur’an’ı ezbere bilen ve en küçük bir noktasında bile birbirinden ayrılmayan birçok hafız var olmuş olsaydı, o zaman Zeyd’in işi gerçekten de kolay olacaktı. Hafızlardan birkaçı tüm Kur’an’ı ona kısa bir zamanda yazdırtabilirdi. Ama Zeyd’in bu görev için başlangıçtaki isteksizliğinin nedenini gayet tabii ki anlayabiliriz. Çünkü Zeyd’in tam bir Kur’an nüshası elde edebilmesi için kitabı oluşturacak çeşitli metinleri arayıp bulması, derlemesi ve bu iş için de sayısız kişi ve kaynaklara başvurması gerekmekteydi. Yukarıdaki hadisten de görüleceği gibi “…Kur’an için aradım…” diyen Zeyd’in kendisidir ve Zeyd bunun için sadece çeşitli sureleri ezbere bilen hafızları aramamış, aynı zamanda üzerlerine sureler yazılmış deri ve taş gibi dökümanlar da toplamıştır. Ayetlerden birini yanındaki sadece bir adam (Ensar’dan Huzeyme) ile bulmuş olması, tüm Kur’an’ı ezbere bilen tek bir hafızın bile bulunmadığını göstermektedir.
İslam kaynaklarındaki en yetkili eserlerden biri olan El‑Buhari’deki güvenilir tek delil, Hz. Ebu Bekir dönemindeki tamamlanmış tek Kur’an nüshasının sadece bir kişinin (Zeyd‑ibn‑Sabit) çalışmasıyla meydana getirildiğini söyler. (Ayrıca bkz: Umdetü’l‑Kari: Cilt 9, S. 303). Bu adamın sağlam ve güvenilir bir nüsha oluşturabilme yönünde sarfettiği gayret ve gösterdiği samimiyeti elbette yabana atmıyoruz. Ama bu durumda Kur’an’ın tam ve mükemmel bir kitap olmadığı gerçeği açıkça göze çarpmaktadır. Konumuz ilerledikçe bu ilk nüshada en azından iki ayetin yer almadığını göreceğiz. (Bunlardan bir tanesi bugüne kadar hâlâ Kur’an’da yer almamaktadır.) Bu nedenle bugün hiçkimse yetkili bir şekilde Kur’an’ın her ayrıntısında mükemmel olduğunu söylemesin. Böyle bir görüşü destekleyecek hiçbir delil bulunmamaktadır ve eldeki deliller böylesine kafadan uydurulan iddiaların tamamen karşısındadır. Sözkonusu bu nüsha Hz. Ebu Bekir’den Hz. Ömer’e, onun ölümünden sonra da kızı Hafsa’ya geçmiştir. Üçüncü halife olan Hz. Osman’ın yönetimi dönemine gelindiğinde büyük bir sorun ortaya çıktı. Buhari’nin kaydettiğine göre Huzeyfe adındaki bir Müslüman komutan Hz. Osman’a gelmiş ve Suriye ve ırak yörelerini ele geçirdikleri dönemde Müslümanların arasında ortaya çıkardığı Kur’an okunuşlarındaki farklılıklar nedeniyle derin endişesini dile getirmiştir. Bunun üzerine Hz. Osman derhal Hafsa’nın nüshasının getirilmesini söylemiş ve Müslüman yönetimi altına giren memleketlerdeki çeşitli önderlere dağıtılmak maksadıyla bunun kopyelerinin yapılarak çoğaltılmasını emretmiş, bu iş için de Zeyd ile yanındaki üç kişiyi görevlendirmiştir. O zaman bile bu dördünün birbirinden farklılık gösterebileceğinden kuşkulanan Hz. Osman, Buhari’nin kayıtlarına göre yanındakilere şöyle demiştir:
“Zeyd ibn‑i Sabit ile siz Kur’an üzerinde herhangi bir noktada ayrılığa düşerseniz, o zaman bunu Kureyş lehçesindekine göre yazın. Çünkü o onların lehçesinde vahyolunmuştur.” (El‑Hadis, Cilt 3, S. 708).
Kur’an’ın birbirinden farklı ayetlerinin mevcut olduğu bu ifadeden açıkça anlaşılıyor. Ama bu kopyeler tamamlandığı halde Hz. Osman, Hafsa’nın nüshasının geçerli tek Kur’an nüshası olmasını sabit kılmak amacıyla çok ciddi bir müdahalede bulunarak, ayrılık ve çelişki götüren diğer bütün Kur’an nüshalarının yakılarak imha edilmesini emretti. Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki, halk arasında dolaşan diğer bütün Kur’an’lar, Hafsa’nınkinden farklıydı. Bu farklılıkların daha çok dallanıp budaklanmaması için hepsi Hz. Osman’ın emriyle yakılarak imha edildiler. Buhari, Hz. Osman’ın emriyle ilgili şu gözlemde bulunuyor:
“Her bir ülkeye onların çoğalttıklarıdan birer kopye gönderdi ve bunun dışında kalan diğer bütün Kur’an nüshalarının yakılması için buyruk verdi.” (El‑Hadis, Cilt 3, Sayfa 708).
Bu deliller zincirinden tek bir sonuç çıkartılabilir: Bu imha işinin gerçekleştirildiği anda birbiriyle % 100 aynı olan iki Kur’an nüshası kesinlikle bulunmuyordu. Çünkü Hafsa’nınkinin dışında kalan diğer bütün nüshaların yakılışı, bunların aralarındaki farklılık gösteren tüm delilleri ortadan kaldırmıştır. Bu nedenle sözkonusu farklılıkların ne ölçüde ciddi olduklarını söyleyemiyoruz. Ama bu değişik nüshaların var olduğu kesinlikle şüphe götürmüyor. Bizce bu nüshaların böyle bir müdaheleye maruz kalarak yakılmaları, bu farklılıkların çok ciddi ve aşırı olduklarına ışık tutmaktadır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Kur’an’da gerçekten birbirinden farklılık gösteren çok sayıda ayet bulunuyordu. Zaten Huzeyefe’nin bu konuyu ilk etapta gündeme getirmesinin sebebi de buydu.
Mesih inanlıları olarak Kutsal Kitab’ı mükemmel bir şekilde koruma isteğimizden dolayı, mevcut bütün nüshaları dikkatli bir şekilde muhafaza etmekteyiz. Böyle yapmakla, konu üzerinde bilimsel bir çalışma yapılması mümkün olmaktadır. Bu nedenle hemen hemen her durumda değişiklik gösteren ayetlerin neler olduğunu kolaylıkla ayırt edebilmekteyiz. Ama bugün elimizde mevcut olan Kur’an’da böyle değişiklik gösteren ayetler yer almıyorsa, bu, Kutsal Kitap’ın Kur’an karşısında olumsuzca eleştirilmesi için haklı bir sebep oluşturmaz. Hz. Osman o dönemdeki Kur’an nüshalarında değişiklik gösteren ayetleri imha etmekle kendi çapında belki başarılı olmuştur; ama sözkonusu ayetlerin bir zamanlar gerçekten de mevcut olduklarını gösteren delilleri yok etmede başarılı olamamıştır. Bu noktada Kur’an ile Kutsal Kitap arasındaki fark, birinin sağlam ve gerçek, diğerinin ise bozuk ve sahte oluşu değildir. Bu açıkça şu demektir: Hıristiyanlık dünyası Kutsal Kitap’ın doğru metninin dikkatlice korunmasının sağlanması için eldeki çeşitli nüshaları da korurken, Hz. Osman dönemi Müslümanları Kur’an’ın tek bir nüshasımın oluşturulabilmesi için diğer bütün nüshaların yakılarak imha edilişini çok faydalı bir şey sandılar. Böyle bir teşebbüs belki sonuçta tüm dünyada tek bir Kur’an nüshasının kalmasında başarılı olmuştur; ama her ayrıntısında mükemmel olduğu iddia edilebilecek bir Kur’an’ın ortaya çıkmasında kesinlikle başarılı olmamıştır. Gerçekten de Kur’an’ın doğruluk ve sağlamlığıyla ilgili daha bilimsel ve daha güvenilir çalışmalara imkan verebilecek deliller, Hz. Osman’ın bu teşebbüsü nedeniyle maalesef tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Ne, var ki konu burada sonuçlanmıyor. Hafsa’nın nüshasının kopyeleri çoğaltılıp çeşitli yerlere dağıtıldıktan sonra, bu metni ilk yazan ve sonra bundan yapılan kopyeler üzerinde çalışan aynı Zeyd İbn‑i Sabit, bu son metinlere aktarılması unutulmuş bir sure hatırlar:
“Zeyd İbn‑i Sabit radiya’llahu anh’den gelen rivayete göre şöyle demiştir: Kur’an’ın kopyelerini yaparken Ahzab Suresinden bir ayeti kaybetmiştim. Allah’ın Resulü onu her okuduğunda işitirdim. Aradık ve sonunda Huzeyme’nin yanında bulduk: “İnananlardan Allah’a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır” diye okunuyordu. Böylece bunu Musaf’taki suresine koyduk.” (Sahih‑i Buhari, cilt 8, Sayfa 273).
Diğer bütün elyazısı metinler yakılıp ortadan kaldırıldıktan sonra Hafsa’nın nüshası tüm dünyaya Kur’an’ın doğru, mükemmel ve sağlam tek metni olarak dağıtıldı. Ama şimdi aradan epey bir zaman geçtikten sonra Zeyd, bu Kur’an’a kaydedilmemiş bir sure hatırlıyor. Bu da doğal olarak bizi Hafsa’nın nüshasının her ayrıntısında tam ve sağlam bir Kur’an olmadığı sonucuna götürüyor. Ayrıca, metnin yazılış sürecinde her şeyiyle tamamen aynı olan iki Kur’an nüshası bulunmuyordu. Kur’an’ın bugün kabul edilen Arapça metni bile, Hz. Osman’ın, Zeyd’i bütün İslam dünyasında okunacak gerçek bir Kur’an metni hazırlamakla görevlendirdiği zaman mevcut olan, Hafsa’nınki de dahil olmak üzere bütün Kur’an nüshalarından farklıdır. Evet, görüldüğü gibi Hz. Osman bu işi gerçekleştirebilmek için bir tanesi hariç, diğer bütün Kur’an nüshalarını yakmak zorunda kaldı; ve bu tek kopyenin bile “hakiki” olabilmesi için birtakım değişikliklerden geçmesi gerekti.
Hükümlerinde samimi, vardığı sonuçlarda makul ve düşüncelerinde adil olan herhangi bir insan, eldeki delillerin ışığında varılabilecek sadece iki sonuç bulunduğunu kabul edecektir: İlkin, Kur’an’ın bugünkü metninin her ayrıntısında gerçek, güvenilir ve tam olduğuna inanılıyorsa, o zaman Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in yönetimleri döneminde tam bir Kur’an’ın mevcut olmadığı da kabul edilmelidir. Ya da ilk iki halife dönemlerinde Kur’an’ın gerçek, güvenilir ve tam bir nüshası mevcut idiyse, o zaman Kur’an’ın bugünkü metnine ilaveler yapılmış olmalıdır. Çünkü Sure 33:23, birbirleriyle çelişkili Kur’anların yakılmasından sonra, Hz. Osman’ın yönetimi döneminde epey bir zaman Hafsa’nın nüshasında kesinlikle yer almıyordu.
Birinci neticeyle ilgili şunu da ekleyebiliriz ki, İslam peygamberinin ani ölümüyle kopan Kur’an’ın tamamlanma zinciri, ancak yıllar sonra Hz. Osman döneminde tamir edilebilmiştir. Ama öyle de olsa zincirdeki bu kopukluk, hiçbir Müslümanın Kutsal Kitab’ı Kur’an ile taraflı ve önyargılı bir şekilde eleştireme hakkına sahip olamayacağını gösterir. Bu gerçek gelecek bölümde incelenecek olan hem değişik tercümeler hem de değişik ayetler konusunda da geçerli olacaktır.
Kur’an’ın çeşitli tercümelerden daima muaf kalıp buna sürekli olarak Kutsal Kitap’ın maruz kaldığı iddiasının eldeki delillere dayanılarak yapılmadığını tarih açıkça göstermektedir. Bu nedenle, çeşitli zamanlarda yapılan çeşitli tercümelerde görülen tercüme farklılıkları nedeniyle Kutsal Kitap’ın Tanrı Kelamı olamayacağı söylenemez! Böyle bir iddia normal çalışan bir beyinin ürünü değildir. Mesela İncil’in çağdaş Türkçe’ye yapılan son tercümesinde kullanılan dil, bin dokuz yüz kırklı yıllarda yapılan eski tercümesindeki dilden farklı olduğu için, Müslüman arkadaşlar bunun İncil’in değiştirilmiş olduğunu gösteren bir delil olduğunu söylüyorlar. İncil’in Türkçedeki tercümelerinden şöyle bir örnek verebiliriz:
“Onlara dedi: İşaya siz ikiyüzlülerden ötürü iyi peygamberlik etmiştir, nasıl ki yazılmıştır: ‘Bu kavm dudakları ile beni sayarlar, fakat onların yüreği benden uzaktır. Ve talimat olarak insan emirlerini öğretip, boş yere bana taparlar. Siz Allah’ın emrini bırakıp insanların ananesini tutuyorsunuz.'” (Kitabı Mukaddes, Markos 7:6‑8; Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1941)
“İsa onları şöyle yanıtladı: ‘Yeşaya siz ikiyüzlülere ilişkin tam yerinde peygamberlik etmiştir. Yazılı olduğu gibi: ‘Bu halk beni dudaklarıyla sayar, ama yürekleri benden ıraktadır. Bana boşyere tapınıyorlar, öğreti olarak insansal öğretiler öğretiyorlar.’ Siz Tanrı buyruğunu bırakıp insansal törelere bağlanıyorsunuz.” (İncil Sevinç Getirici Haber, Markos 7:6‑8; Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1989).
Bilindiği gibi Kutsal Kitap’ın Türkçe’ye yapılan bütün tercümeleri, doğrudan doğruya Kutsal Kitap’ın orijinal İbranice ve eski Yunanca metinlerinden yapılmıştır. Bu tercümeler orijinal metinlerin yorumlanmasında birbirlerinden orada ya da burada farklılık gösterse de standart orijinal metinler sabittirler ve hiçbir suretle değiştirilemezler.
Nitekim Kur’an’ın Türkçe’ye yapılan tercümeleri (ya da mealleri) de dil açısından birbirlerinden farklılık gösterirler. Misal olarak şu iki ayete bakabiliriz:
“Sana indirdiğimizden şüphede isen senden önce indirdiğimiz kitapları okuyanlara sor.” (Sure 10:94 Kur’an‑ı Kerim ve Türkçe Anlamı; Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1986).
“Ey Resulüm, eğer sana indirdiğimiz kıssa ve haberlerden bilfarz şüphe edecek olursan, senden evvel kitap okuyanlara sor.” (Sure 10:94 Kur’an‑ı Kerim ve Meal‑i Alisi; A. Fikri Yavuz, Sönmez Yayınları, İstanbul 1982).
Bu cümlelerin her ikisi de Sure 10:94’ün Arapça orijinal metninden yapılan Türkçe tercümeleridir. Peki şimdi ne diyelim? Bu iki tercüme kelimesi kelimesine birbirinin aynısı değil diye Kur’an’ın değiştirilmiş olduğunu iddia mı edeceğiz? Hayır, çünkü biraz önce de değindiğimiz gibi bunlar orijinal dildeki sabit metinlerin sadece birer tercümeleridir ve sabit metinler değişmezler.ArmaganAnahtar yönetici1- KUR’AN İLE KUTSAL KİTAP ARASINDA KARŞILAŞTIRMALI BİR ÇALIŞMA
Hıristiyanlar (ya da bunlara Mesih İnanlıları da diyebiliriz) kendi Kutsal Yazılarının doğru ve geçerli olup olmadıklarını bizzat anlayabilmek için, bunları çok yakın ve titiz bir incelemeye tabi tutarlar. Tevrat, Zebur ve İncil’den oluşan Kutsal Kitap’ın Tanrı Sözü olduğuna gözü kapalı inanmaya yanaşmazlar. Tersine, bu kitapların yazılış biçimleri ve içeriklerini kılı kırk yararcasına araştırırlar ve bunların gerçekten de Tanrı Sözü olduğundan tecrübe yoluyla emin olmak isterler. Bir Hıristiyan doğal olarak böyle bir sonuca dürüst bir şekilde ulaşmak için yalnızca Hıristiyan inançlarını destekler gözüken gerçekleri değil, aynı zamanda bu inançları ciddi bir şekilde eleştirir gözüken karşı düşünceleri de göz önünde bulundurmaya hazır olmalıdır. Var olan delilleri samimi bir şekilde değerlendirdikten sonra Kutsal Kitap’ın gerçekten de Tanrı’nın değişmez ve sonsuz Sözleri olduğuna ikna olmuş ise, o zaman haklı olarak, varmış olduğu sonucun adil ve doğru bir sonuç olduğuna gönül rahatlığıyla inanabilecektir. Böylesine zengin ve taşkın bir iman güvencesi, peşinen Tanrı Sözü olduğuna inandığı bir kitaba karşı olan delillere tarafsızca yaklaşmaya gönüllü olmayan bir yüreğe asla gelemez!
Ama bunun karşısında tecrübelerimizden biliyoruz ki, Müslümanlar, sürekli olarak Kur’an‑ı Kerim’in ortaya çıkış ve derleniş konularında kesinlikle sağlam ve güvenilir olduğunu, bu konunun inceleme altına alınmasının günah olacağına inanmaktadırlar. Oysa bir Mesih inanlısı için kendi Kutsal Kitap’ı, sağlamlığı ve güvenilirliği konularındaki tüm saldırılara dayanmadığı sürece, geçerli nitelikte Tanrı Kelamı olarak hürmet görmeyebilir. Ama bu kişi, Kutsal Kitap’ın, kendisine yöneltilen her çeşit saldırı ve lekelemeleri bertaraf eden çelik bir kalkan gibi sağlam olduğunu bir kez ortaya çıkarınca, o zaman bu kitabın Tanrı’nın gerçek Sözleri olduğuna temiz bir vicdan ile güvenecek ve bu koşullarda kendi Kutsal Yazılarının Tanrı’dan gelmiş olduğuna inanmada çok daha geçerli nedenleri olacaktır.
Hıristiyan, Müslümanın Kur’an’ın yetkisini aynı şekilde değerlendirme ve sınama altına almasındaki isteksizliğine üzülürken, bir de Müslüman yazar ve konuşmacıların işlerine geldiğinde hiç tereddüt etmeden Kutsal Kitap’ı suçlayıp yerin dibine soktuklarını görerek bir o kadar daha üzülmekte ve gerçekçilikten uzak olan böyle bir tutumdan bütünüyle rahatsız olmaktadır. Böylelerin, Kutsal Kitap’ın Tanrı Sözü olma konusuna hiç çekinmeden ve şiddetle saldırılarda bulunduklarını, ama aynı yöntemi Kur’an üzerinde uygulamalarını istendiğinde nasıl geri çekildiklerini dünya tarihi sayısız örneklerle göstermektedir. Yüce Tanrı dinde böylesine ikiyüzlü bir tutumu kesinlikle onaylamayacaktır!
Günümüzde İslam dünyası Kutsal Kitap’ın Tanrı Sözü olma iddiasını çürütebilmek için amansız bir çaba göstererek Kutsal Kitap’a sayısız saldırılarda bulunmaktadır. Ama bunun karşısında Kur’an’ın ortaya çıkış, derleniş ve yayılışı konularında tarihsel bir inceleme yapılmasına hernedense bir türlü yanaşmamaktadır. Böylesine dengesiz bir yaklaşım, insanı sonuçta peşinhükümlü bir sonuca götürecektir. Müslümanlar genellikle bu yöntemin bir sonucu olarak, Kutsal Kitap’ın değiştirilerek bozulmuş olduğuna; Kur’an’ın ise her yönüyle mükemmel olup Tanrı Sözü denmeye yaraşan tek kitap olduğuna inanmaktadırlar. Bu yönde başvurulan yöntemler, açıkça söylemek gerekirse, şüphe götürücüdür. Çünkü Kutsal Kitap’ın değil, ama Kur’an’ın Tanrı Sözü olduğu sonucuna eldeki delillerin adil ve doğru bir şekilde incelenerek değil de, peşin hükümle varılmış olduğu gayet belirgindir.
Bu küçük kitapçığı yazmamdaki amacım, eldeki tüm verileri sadece Kutsal Kitap’ın saygınlık ve sağlamlığı açısından değil, ama aynı zamanda Kur’an’ın da saygınlık ve sağlamlığı açısından incelemektir.
Bu kitabın ortaya çıkış nedeni ve amacı tamamen savunmaya yöneliktir. Bu kitap yoluyla, sözü geçen Müslüman yazar ve okutmanların tek taraflı taktikleriyle Kutsal Kitap hakkında ortaya çıkardıkları yanlış sonuçları ortadan kaldırmayı amaçlıyoruz. Müslüman okuyucularımızın Kutsal Kitap’ın ortaya çıkışı konusu üzerinde durdukları kadar Kur’an’ın ortaya çıkış ve derlenişi konuları üzerinde de aynı heves ve ciddiyetle durmaları; ama bunu konu üzerindeki kendi inançlarını doğrulamak için değil de, hangi kitabın Tanrı’nın gerçek Sözleri olduğunu keşfetmek için yapmaları en büyük dileğimizdir.
Kur’an ile Kutsal Kitap açık görüş ve tarafsızlıkla inceleme altına alındığında, Tanrı samimi bir yürekle araştıran yüreğe hangi kitabın Kendi Sözü ve hakikati olduğu bilgisini kesin kanıtlarla gösterecektir. Kur’an’ın Tanrı’nın değişmez Sözü olduğu iddiasını şüphe içerisinde bırakan sadece Hadislerdeki değil, ama aynı zamanda Kur’an’daki ciddi delilleri göz önünde tutarak samimi bir inceleme yapan herhangi bir Müslümana, Kur’an’ın Tanrı’nın sözleri olduğu güvencesi gelmeyecektir.
Yıllardan bu yana Kutsal Kitap’ın güvenilirliği üzerinde sayısız saldırılara hedef olduksa da, aynı tavırı takınarak Kur’an’a karşı bir misillemede bulunmak istemiyoruz. Bizim isteğimiz sadece hem Kur’an’ın, hem de Kutsal Kitap’ın metinsel tarihini doğru, adil ve tarafsız bir şekilde incelemektir. İncelememiz sırasında kitapların birine uygulanan ölçü, hiç değiştirilmeden ötekine de uygulanacaktır. Diriliş gününde yanlış yolda yürümüş olduğumuzu keşfederek pişman olmayalım diye, yüce Tanrı’nın hem Müslümanlara hem de Hıristiyanlara şimdiden açıklık ve aydınlık vermesi dileğiyle bu çalışmamızı Rabbin ellerine emanet ediyoruz.ArmaganAnahtar yöneticiSevgili Eternal,
Sorunuz için çok teşekkür ederim. Radyoda dinlediğiniz bütün sesli dosyaların listesini pop-up penceresi olarak ekrana getirebilirsiniz. Gelen listede konu başlıkları, ilahi, vaaz, sohbet, vs. açıklayıcı bilgiyle aradığınız katogoriyi daha kolay bulabilirsiniz.
Web Radyomuzun player’inin üzerinde, en soldaki birinci Open Media(s) düğmesine (alt çizgi, üzerinde üçgen işareti olan düğmeye) tıklayıp bekleyin. Yeni bir pencere açılacak ve orada tüm seslı dosyaların listesini göreceksiniz. Hangisini dinlemek isterseniz üzerine gidip tıklamanız yeterli olacaktır.
Ayrıca, yine Next Tract düğmesine (soldan beşinci düğmeye -sayaçın solundaki ileriye tuşuna) bastığınızda bir sonraki sesli dosyayı dinlemeye başlayacaksınız.Rabbin esenliğinde kalın..
ArmaganAnahtar yöneticiHalleluya’nın tepkisini anlıyorum. Bu haberi veya benzerlerini niye buraya getiriyoruz diye eleştiride bulunmuş. Ancak şunu söyleyeyim ki, bu ve benzer haberleri bizler basindan ögreniyoruz ve insanlar bu konuları kendi aralarında konuşup tartısıyorlar. Bu haberi veren sitelerde bu haber zaten yorumlanmakta.. Biz Hristiyanlar olarak da günlük haberlere ve gelişmelere kulak tıkayamayız. Bizim de görüslerimiz, düsüncelerimiz ve yorumlarımız olacaktır. Bunu yapmakla herhangi bir polemigi amaclamıyoruz. Her konuyu Incil acısından yorumlayabilecek ve bu yolla Incili müjdeleyebilecek firsatlar yaratmak yine bizim elimizdedir diye düsünüyorum.
Suudi Arabistandaki bir imamın bir yaşındaki bebeğin evlenmesine izin vermis olmasi, bütün müslümanların böyle düsündüğü ve Islamin bunu onayladığı anlamına gelmez. Hiçbir müslümanın böyle bir şeyi destekleyip onaylayacağını da düşünmüyoruz zaten. Marjinal gurup ve kisilerin söyleyip yaptıklarını kullanalarak bütün bir camiayi suçlu gösterme gibi bir amacimiz da yok. Herkes böyle bir haberi ilkin insan olarak yorumlasın, fikirlerini acıklasın. Bunu dinsel açıdan savunanlar, destekleyenler cikarsa da onlara yanıt vermek yine senin, benim, bizim görevimiz olacak. Esenlikler diliyorum..
ArmaganAnahtar yöneticiSevgili Eternal kardesimiz,
Web radyomuzu simdilik internet hizmetlerimize ek olarak bulunduruyoruz. Kullandigimiz ses dosyalarinin büyük cogunlugu ilahi müzikleridir. Bunun disinda Sesli incil dosyalari, incilden ders dosyalari, sohbet ve tanikliklar dosyalari var. Ancak siz de biliyorsunuz, bu tür programlarin yenilerini hazirlamak icin teknik yeterlilik, yer ve zaman gerekiyor. Rab dilerse ilerisi icin incilden yeni dersler, sohbetler ve güncel gelismelerle ilgili yeni programlar yapabilmeyi planliyoruz. Bu yönde dua edebilirsiniz.. :lutfen:ArmaganAnahtar yöneticiSevgili Abdülkadir, diyorsunuz ki,
Quote:‘Yazılanlardan öyle anlaşılıyor ki, ülkedeki demokrasiden pek memnun değilsiniz haklı olarak, buna rağmen şeriat korkusundan dolayı şeriati de istemiyorsunuz. ”İnsan bilmediğinin düşmanıdır” atasözünü birkez daha ispat etmiş oluyorsunuz bu tavrınızla…’Ülkemizde demokrasinin yeterli işlememesi konusunda yaptığımız şikayet, şeriatten de korkuğumuzu nasıl ispatlıyormuş, anlamadım. İslam şeriatinin ne olduğunu bilmediğimizi de nereden çıkardınız? Bilmemiz gereken her şeyi biliyoruz. ‘Görünen köy kılavuz istemez.’
Bizim Hristiyanların ibadet özgürlüğünü en iyi İslam şeriati koruyacakmış.. Nasıl yapacak bunu? İslamdan çıktık ve Hristiyan olduk diye bizi öldürerek mi koruyacak? Siz müslümanım diyorsunuz, ama Almanyada yaşayıp belli ki şeriatle yönetilen bir ülkede daha hiç bulunmamış, yaşamamışsınız. İran’da, Afganistan’da bir müslüman Hristiyan olduğunda başına neler geliyor biliyor musunuz? İdam ediliyor. Yani ben İslam şeritine göre yönetilen bir ülkede yaşasaydım, islamı bırakıp Hristiyan olduğum için çoktaaan öldürülmüş olurdum. Böyle bir rejimi hala nasıl savunabiliyorsunuz, anlamıyorum.
20 yıl önce İrandan kaçmış ve bi daha geri dönmek istemeyen başı açık, modern İranlı bir kadınla konuşuyordum bu sabah. İrandaki molla rejiminden öyle illallah etmişler ki, millet İran’dan kaçan kaçana… ‘Böyle bir din Tanrı’dan gelmiş olamaz’ deyip ya ateist olmuşlar ya da Hristiyan. Ama yine de bir Yaratıcıya inanma ihtiyacından bu kadın Katolik kilisesine gider gelirmiş arasıra. Kilisede bulduğum huzuru başka bi yerde bulamıyorum diyordu. Konusmamızı sürdürünce eşimle ben ona Kurtarıcımız Rab İsa Mesihten anlattık. Severek dinledi ve önümüzdeki pazar kilisemize geleceğini söyledi.
Benim Tanrı için saf inancı olan dindar bir müslümanla, yahudiyle hiçbir sorunum olmaz. Ama son cümlenizde ne diyorsunuz, tekrar bakın:
Quote:Şeriat istemeyen arkadaşlara özellikle şunu belirtmek isterim: İslam şeriatinin onca hukuki düzenlemesinin içinde birkaç tane ceza hükmü vardır. Kısas, zina ve iftira suçu, ve hırsızlık gibi. Bunların cezası da sedece müslüman olanlara uygulanır. Müslüman olmayanların bu cezalara çarptırılması mümkün değildir. İçiniz rahat olsun ve neye karşı çıktığınızın bilincinde olun. Şeriate karşı çıkmakla aslında, ülkede, ülkenin çoğunluğunu oluşturan müslümanlara baskı ve zulümler, biz hristiyanlara ve diğer azınlıklara da her türlü önyargı ve engelleme devam etsin demiş oluyorsunuz. Bunu bilerek söylüyorsanız hep beraber uzun bir süre başımıza gelenlere katlanacağız ve olanlardan hiç şikayet etmeyeceğiz demektir.Biz Hristiyan Türkler bugün İslam’dan çıkıp geldik. Bize yaşam hakkı tanımayan bir şeriat düzenini nasıl isteyebiliriz? Kendisine doğum yoluyla bağlı olan ‘müslüman’ üyelerini ölümle korkutarak başka bir inanca geçmelerini yasaklayan bir din nasıl olur da inandığımız sevgi Tanrısından gelebilir? Mükemmel ve en son olduğunu iddia eden bir din neden kendisini korumak için bağlılarını ölümle tehdit etme ihtiyacını duyar ki?
Yine, demokrasinin insana verdiği temel özgürlükleri bırakıp da şeriatle ikinci, üçüncü sınıf insan olmayı hangi çağdaş kadın ister? Sırf bu konu – İslamda kadının yeri konusu – bile, kapanan ve şeriat diye bağıran müslüman türk kadınlarını uyandırmalı ve kendilerine getirmeli diye düşünüyorum.İncil Tanrıy’la barışın İsa’nın kefaret ölümüne, İsa’ya olan imana ve lütufa dayalı olduğunu söyler. Tanrıy’a bu yolun dışında bir yolla yaklaşanların kurtulamayacaklarını, şeriatin ve insansal iyiliğin günahlı insanı Kutsal Tanrı önünde aklayamayacagını açık bir şekilde öğretir. Böyle diyen bir Tanrı, 600 yıl sonra tüm söylediklerini unutarak çok farklı ve dediklerine ters bir inanç sistemini insanlara dayatmış olamaz. İslam şeriatinin bizim inandığımız Tanrı’dan gelmiş olabileceğine inanmadığımız için, böyle bir inancın yasal hükümranlığı altında da yaşamak istemememiz en doğal olanıdır.
ArmaganAnahtar yöneticikardelen;9881 wrote:Ben yahudi birine sormuştum, Neden vaftiz ediyosunuz? diye.. Müslüman olmasın demişti.. Dogru mudur?Sevgili Kardelen,
Sorunuzu tam olarak anlayamadik.. Lütfen biraz daha acar misiniz?
Hristiyanlar vaftiz ederler… Müslümanlikta vaftiz yoktur.. Vaftiz Yahudilerden kaynaklaniyorsa da, hala bugün uygulaniyor mu, tam olarak bilmiyorum. Ama siz sorunuzu tekrar anlasilir sekilde sorun..
Cok tesekkürler
ArmaganAnahtar yöneticiKonunun başlığı İslam şeriatıydı. Ama İncilde sözü edilen yasalar ruhsal yasalardır ve İslamdakinden çok farklıdır.
Elbette İncildeki İsa’nın emirleri ve yasaklamaları da bir tür yasadır, ancak bu yasanın yaptırım gücü inanlılar topluluğu olan Kilisenin elindedir. İncildışı yaşam yaşayan kilise üyeleri kilisenin yetkili önderleri tarafından uyarılırlar, tövbe etmezlerse uzaklaştırılırlar. Ama bu sistem İslamdaki gibi yersel bir sistem içerisinde değildir. Mesela kilise üyesi zina işlediği zaman kilisenin İslam şeriatinde olduğu gibi bu kişiyi kırbaçlama, taşlama veya hapise atma yetkisi ve gücü yoktur. İncil, yeryüzünde alternatif bir hukuk düzeni dayatmaz. İnananlar istenen yasaklardan kendiliğinden uzaklaşırlar.
İsa İncil’de Musa’yla verilen Eski Yasayı yıkmaya veya gecersiz kılmaya degil, ama tamamlamaya geldiğini söyler. İsa bunu günahsız bir hayat yaşayarak tamamlamıştır.
19Sonra eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve onlara verdi. «Bu sizin uğrunuza feda edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın» dedi.
20Aynı şekilde, yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: «Bu kâse, sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır. ‘Bu benim kanımla olan Yeni Antlaşmadır…’İsa tarafından getirilen Yeni Antlaşma, Musa’ya verilen Eski Antlaşmadan çok daha üstündür ve güçlüdür. Incilde İbranilere mektupta bu konu derin ayrıntılarıyla anlatılır.
Özetlemek gerekirse, Rabbimiz İsa Mesih’in emirleri ve yasakları bizim için gecerli yasalardır. Ancak bunun İslamdaki şeriatle uzaktan yakından ilişkisi ve benzerliği yoktur. Benim şeriate olan itirazım, bir Hristiyan olarak İslami anlamdaki şeriatedir. Tabii, demokrat ve özgürlüklerden yana olan biri olarak İslam şeriatinin hüküm sürdüğü bir ülkede yaşamak istemem, ülkemin bu tür teokratik kurallarla yönetilmesini de istemem – hiçbir demokrat da istemez.
ArmaganAnahtar yöneticiHic sorun degil Abdülkadir kardesim,
Seriat de desek, yasa da desek, kanun da desek sonuc aynidir. Isa Mesih hac üzerinde öldügü zaman yasanin gücünü etkisiz hale getirerek gecersiz kilmistir.
Incilde bu konuyu destekleyen cok sayida ayet oldugu halde bunlardan sadece Galatyalilar mektubunun ücüncü bölümünün tamamini getirmeyi uygun buldum. Bölüm dikkatli bir sekilde ele alinirsa, seriatle, yasayla kurtulmak isteyenlerin lanet altinda olduklari; ama Tanri’nin günahli insani lütufa dayali iman yoluyla kurtarip akladigi acikca anlasilacaktir.
Galatyalilar 3. Bölüm1 Ey akılsız Galatyalılar! Sizi kim büyüledi? İsa Mesih çarmıha gerilmiş olarak gözlerinizin önünde tasvir edilmedi mi?
2 Sizden yalnız şunu öğrenmek istiyorum: Kutsal Ruh’u, Yasa’nın gereklerini yapmakla mı, yoksa duyduklarınıza iman etmekle mi aldınız?
3 Bu kadar akılsız mısınız? Ruh’la başladıktan sonra şimdi insan çabasıyla mı bitirmeye çalışıyorsunuz?
4 Boş yere mi bu kadar acı çektiniz? Gerçekten boşuna mıydı?
5 Size Kutsal Ruh’u veren ve aranızda mucizeler yaratan Tanrı, bunu Yasa’nın gereklerini yaptığınız için mi, yoksa duyduklarınıza iman ettiğiniz için mi yapıyor?
6 Örneğin, «İbrahim Tanrı’ya iman etti ve böylece aklanmış sayıldı.»
7 Öyleyse şunu bilin ki, İbrahim’in gerçek oğulları iman edenlerdir.
8 Kutsal Yazı, Tanrı’nın diğer ulusları imanlarına göre aklayacağını önceden görerek İbrahim’e, «Bütün uluslar senin aracılığınla kutsanacaktır» müjdesini önceden verdi.
9 Böylece iman edenler, iman etmiş olan İbrahim’le birlikte kutsanırlar.
10 Yasa’nın gereklerini yapmış olmaya güvenenlerin hepsi lanet altındadır. Çünkü şöyle yazılmıştır: «Yasa kitabında yazılı olan her şeyi sürekli yerine getirmeyen her insan lanetlidir.»
11 Açıktır ki, hiç kimse Tanrı katında Yasa’yla aklanmaz. Çünkü «imanla aklanan insan yaşayacaktır.»
12 Yasa imana dayalı değildir. Tersine, «Yasa’nın gereklerini yapan, bunlarla yaşayacaktır.»
1314 İbrahim’e sağlanan kutsama Mesih İsa aracılığıyla uluslara sağlansın ve bizler vaat edilen Ruh’u imanla alalım diye, Mesih uğrumuza lanetlenerek bizi Yasa’nın lanetinden kurtardı. Çünkü, «Ağaç üzerine asılan herkes lanetlidir» diye yazılmıştır.Kutsal Yasa ve Tanrı’nın vaadi15 Kardeşler, insan yaşamından bir örnek vereyim. Onaylanmış bir antlaşma, sadece insanlar arasında bile yapılmış olsa, kimse bunu geçersiz sayamaz ve buna bir şey ekleyemez.
16 İşte, vaatler İbrahim’e ve onun soyundan olana verildi. Tanrı, birçok kişiyi kastediyormuş gibi, «senin soyundan olanlara» demiyor, «soyundan olana» demekle tek bir kişiyi, yani Mesih’i kastediyor.
17 Şunu demek istiyorum: dört yüz otuz yıl sonra gelen Yasa, Tanrı’nın önceden onayladığı antlaşmayı geçersiz kılmaz, vaadi ortadan kaldırmaz.
18 Çünkü miras Yasa’ya bağlıysa, artık vaade bağlı değildir. Ama Tanrı, mirası İbrahim’e vaatle bağışlamıştır.
19 Öyleyse Yasa’nın amacı neydi? Yasa, suçları ortaya çıkarmak için antlaşmaya eklendi. Vaadi alan ve İbrahim’in soyundan olan Kişi gelinceye dek yürürlükte kalacaktı. Melekler yoluyla, bir aracı eliyle düzenlendi.
20 Aracı tek bir tarafa ait değildir; Tanrı ise birdir.Kutsal Yasa’nın amacı21 O halde Kutsal Yasa Tanrı’nın vaatlerine aykırı mıdır? Kesinlikle hayır! Çünkü yaşam sağlayabilen bir yasa verilseydi, elbette insanlar yasa ile aklanacaktı.
22 Halbuki İsa Mesih’e olan imana dayanan vaat iman edenlere verilsin diye, Kutsal Yazı bütün dünyayı günahın tutsağı ilan ediyor.
23 Bu iman gelmeden önce, biz Yasa altında hapsedilmiştik, gelecek iman açıklanıncaya dek Yasa’nın tutuklusuyduk.
24 Yani, Yasa imanla aklanalım diye Mesih’in gelişine dek eğiticimiz oldu.
25 Ama iman gelmiş olduğundan, artık Yasa’nın eğiticiliği altında değiliz.
26 Çünkü Mesih İsa’ya iman ettiğiniz için hepiniz Tanrı’nın oğullarısınız.
27 Vaftizde Mesih’le birleşenlerinizin hepsi Mesih’i giyindi.
28 Artık ne Yahudi ne Grek, ne köle ne özgür, ne erkek ne dişi ayrımı vardır. Hepiniz Mesih İsa’da birsiniz.
29 Ve eğer Mesih’e aitseniz, o zaman İbrahim’in soyundansınız, vaade göre de mirasçılarsınız.ArmaganAnahtar yöneticiSevgili Burc kardesim,
Seni bilmem ama ben Islam’dan gelen ve sadece Incil isiginda Isa Mesih’i Rab ve Kurtaricisi olarak kabul eden bir Hristiyanim. Birileri bana Hristiyan dinine, Katoliklige veya Ortodoksluga gel, gir deseydi, bunu asla yapmazdim. Cünkü bir dinim vardi zaten. Ama ben Isa Mesih’e iman derek hicbir dinin ve kisisel dindarligin saglayamayacagi haklara ve bereketlere sahip oldum.
Eger Kurtulus sadece Isa’nin hac üzerindeki kefaret ölümüne ve lütufa ve imana bagliysa, ki Incil bu konuda kesinlikle böyle söyler – Efes. 2:8-10, o zaman Isa’nin sagladigi kurtulusun yanisira, birilerinnin öngördügü ekstra “din islerine” güven bagliyor ve kurtulus umuduyla bu isleri de yapiyorsak, bu Tanri’nin lütfunu anlayamamak demektir. Bu bir günahtir ve bundan kesinlikle tövbe etmek gerekir.
Isimleri ne olursa olsun beni ilgilendirmiyor- ister ortodoks, ister protestan, ister katolik veya baska bir mezhep olsun – hic önnemli degil. Eger bir kimse Tanriyla barismanin yoluna Tanrinin sagladigi lütuf armaganin yanisira ek olarak benim yapmam gereken, tutmam gereken kurallar, yasalar, uygulamalar koyarsa, bu tutum ve uygulama Kutsal Kitap’a terstir diyoruz. Biz dedigimiz icin degil, Kutsal Kitap böyle söyledigi icin terstir diyoruz.Iste efendim kiliseye girince elini falanca suya bandiracaksin, falanca siraya gelince su duayi edeceksin, papazin önüne gelince su hareketi yapacaksin, falanca azizin adi gecince ayaga kalkacaksin, falanca heykelin önünde egilip ayaklarini öpeceksin, falaca resmin önünde durup falanca kez su duayi edeceksin ve falanca kez remi öpeceksin türü uygulamalar Kutsal Kitab’in neresinde geciyor, bize gösterin, biz de severek katolik olalim, bu sitemizi de katolik ögretisler ve görüslerle dolduralim.
Kusura bakmayin, Mesih’in sagladigi kurtulusu kabul ettigini söyleyen birisi, buna ek olarak bile bile kilise kurallarina simsiki baglanmaya devam ediyor ve bunlari ögretmekte ve tutmakta israr ediyorsa, daha önce dedigim gibi, hala kurtulmamistir ve hala tövbe etmeye, hala Tanriyla barismaya ihtiyaci vardir. Incil Ibraniler 6. bölümde bu gibileri su sözlerle uyariyor:
“Bunun için, ölü işlerden tövbe etmenin ve Tanrı’ya inanmanın temelini, vaftizler, elle kutsama, ölülerin dirilişi ve sonsuz yargıyla ilgili öğretinin temelini yeni baştan atmadan Mesih’le ilgili temel öğretileri aşarak yetkinliğe doğru ilerleyelim. Tanrı izin verirse, bunu yapacağız.
Bir kez aydınlatılmış, göksel armağanı tatmış ve Kutsal Ruh’a ortak edilmiş, Tanrı sözünün iyiliğini ve gelecek çağın güçlerini tatmış oldukları halde yoldan sapanları yeniden tövbe edecek duruma getirmeye olanak yoktur. Çünkü Tanrı’nın Oğlunu âdeta yeniden çarmıha geriyor, âleme maskara ediyorlar” (Ibraniler 6:1-6).ArmaganAnahtar yöneticiabdulKadir;9796 wrote:Yüzyılımızın bu önemli gelişmesini tarafsız olarak forum izleyiclerine aktardığınız için teşekkürler.
Peki, İngiltere’de bu gelişmeler olurken, 600 yy. şeriatle yönetilmiş bu toprakların garip insanlarının şeriatten korkmasını neyle açıklayabiliriz???
Mantıklı bira açıklaması olan var mı?
Hristiyan türkler olarak sizlerin de şeriate yani yasaya aşina olduğunuzu biliyorum. Dinsiz ve ateist olanlar müstesna, kendilerini bir dine mensup olarak gören insanların şeriatten korkmalarını veya şeriati istememelerini sizler anlayabiliyor musunuz???Sevgili Abdülkadir kardesimiz,
HristiyanTürk Forumuna üye olup yorumlarini ve düsüncelerini bizlerle paylastigin icin tesekkür ederim. Elbette olaylari kendi inancinin penceresinden degerlendirmen gayet dogaldir. Mesih inanci penceresinden ve Kutsal Kitap isiginda baktigimizda farkli degerler ve önceliklere sahip oldugumuzu sen de farketmissindir. Ancak Islam seriati konusunda sizin gibi düsünmemiz imkansizdir.
Ingiltere’nin Islam hukukuna kismen de olsa kendi topraklarinda izin vermesi bence islamin zaferi ve demokrasinin bir yenilgisidir. Seriatle yöneltilen ve Islam hukukunun egemen oldugu hangi ülkede azinlik olan gayrimüslimlere demokrasi taniniyor?
Avrupada Islama taninan hosgörü bugün öyle boyutlara geldi ki, Kutsal Kitap baglisi Hristiyanlarin protestolarina dahi yerel yönetimler izin vermez duruma gelmistir. Köln’de yapilacak olan 5000 kisilik Islam Merkezi Diyanet Camiisinin yapimina izin verildikten sonra, Almanyanin Islamlastirilmasina karsi yürüyüs yapmak isteyen guruplar gectigimiz Cumartesi günü solcu Alman guruplar ve yerel yönetim tarafindan engellendi ve yürüyüs iptal edildi. Müslümanlar bunu büyük bir zafer olarak kutladilar.
Bakin, Forumdaki güncel konularimizdan birisi Manisadaki Hristiyan kardeslerimizin kilisesinin kapatilmis olmasidir. Türkiye solu gercekten insan haklari ve demokrasiye sahiplik ediyorsa neden hristiyan türklerin haklarini savunmuyor?
Avrupali cok farkli düsünüyor ve bence cok aptallar ve saflar. Islamin da Hristiyan inancinda oldugu gibi seküler ve bireysel oldugunu düsünüp, sanip her türlü hakki taniyor, ama Islamin cok farkli ve aslinda yayilmaci ve kitlesel olarak hareket ettigini, gittigi yerleri islamlastirmak istedigini ve Islam hükümlerini getirmek istedigini anlamiyorlar. Bunu farkettiklerinde is isten coktan gecmis olabilir.
Hristiyan türkler olarak seriata ihtiyacimiz yoktur. Incilde Isa hicbir zaman yersel bir devlet kurmayi, askerler toplayip yönetimi ele gecirmek icin savasmayi ne ögretmis ne de kendisi yeryüzünde sergilemistir. Isa Yuhanna 18:36’da, “Benim egemenligim bu dünyada degildir” der. Isa’nin egemenligi göksel ve sonsuz bir egemenliktir. O yeryüzündeyken Kral olmak isteseydi olabilirdi ve yine isteseydi iki bin yildir egemenlik sürebilirdi. Ama Tanrinin amaci insanlari belirli yasalara tabii tutarak yönetmek, insanin hayatinin her ayrintisina el atmak degildir. Tanri’nin amaci, günahli ve kayip insani bulup kurtarmaktir ve iman edeni sonsuza dek kendi cennetine almaktir. Bu nedenle her türlü dinsel seriat yönetimlerine karsiyiz. Kutsal Kitap’ta Rabbimiz Isa Mesih bu tür bir ögretiste bulunmadigi ve hicbir cesit seriat düzeni getirmedigi icin, bu tür seriat yasalarinin inandigimiz Tanri’dan gelmedigine inaniyoruz.
Isa Mesih Matta 22:22de “Sezarin hakkini Sezara, Tanri’nin hakkini da Tanri’ya verin” diyerek yersel yönetimlerle Tanri’ya olan inancin ayri seyler oldugunu ögretmis ve bu ögretisiyle Incilin bir seriat kitabi olmayip bir lütuf müjdesi oldugunu göstermistir.
Kutsal Kitap’ta Isa’nin seriati sudur: “Size yeni bir buyruk veriyorum: Sizi sevdiğim gibi siz de birbirinizi sevin.
Birbirinize sevginiz olursa, herkes bununla benim öğrencilerim olduğunuzu anlayacaktır.” (Yuhanna 13:34-35).ArmaganAnahtar yöneticiAnliyorum.. Incilin yazilisinda görev alan insanlar elbette göksel kilavuzluk altinda yaptilar bu görevlerini. Vahiy kavraminin özü de budur. Ancak benim itirazim, onlarin bu görevi yerine getirmekle mertebe sahibi olmalarinin gerekmedigidir. Incil her iman edenin Rabbin önünde durup hesap verecegini söyler. Rabbe islerimiz icin hesap verecegiz ve o zaman ödüller ve armaganlar olacak.. Bazilarinin sadece cani kurtulacak, armagan alamayacak. Incilin genelindeki ögretislerden yola cikarak, ödüllerin ve yetkilerin dagitilmasi henüz gerceklesmemistir. Bu nedenle kimlerin Rabbin yaninda yetkilendirilecegini simdiden bilemeyiz. Katolik kilisesi ve Ortodoks kilisesi imanda yararli isler yapan inananlari öldükten sonra “aziz” ilan ediyor diye, bunu gözü kapali kabul etmemiz mi gerekir? Incilin ögretislerinden kimlerin aziz oldugunun ayetlerini bir önceki yanitimda verdim. Isaya Rabbi ve Kurtaricisi olarak iman eden her insan Tanri önünde zaten kutsaldir, azizdir.. 1.Petrus 1:16. Kilise’nin ölmüs olan imanli Hristiyanlari aziz olarak ilan etme yetkisi yoktur. Varsa Kutsal Kitap’tan gösterin ki, biz de görelim..
Bu konuyu daha fazla uzatmayacagim. Roma Katolikligi bölümünde bu konulara yeterince yanit verdik. Gereksiz uzatmalarla zamanimizi bosa gecirmeyelim. Rab iman gözlerinizi acsin ve umarim ki sadece Kutsal Kitabin sasmaz yetkisini ve sadece Isa Mesih’in kefaret ölümünü ve sadece lütuf yoluyla kurtulusu anlar ve kabul eder ve bu temellerin disinda kalan her türlü insani ögretisler ve geleneklerden bütünüyle uzaklasirsiniz..
ArmaganAnahtar yöneticiDediğim gibi, din görevlileri Kutsal Ruh’tan yardım istiyorlar ve dini törenlerine başlıyorlar… Ama hepimiz tanık oluyoruz ki din görevlileri içinde de bir dünya kadar hata yapan insanlar var… Demek ki Kutsal Ruh gelmemiş… Çünkü gelmiş olsa hata yapmazlardı… Ve ayrıca her Kutsal Ruh’tan yardım isteyene Kutsal Ruh yardım etmiyor… Kutsal Ruh’un size yardım etmesi için, seçilmiş bir insan olmanız gerekiyor… Sanırım burada hemfikiriz?
Eğer tüm bunları kabul ediyorsanız, yani Kutsal Ruh’un sadece özel ve seçilmiş insanlara geleceğini düşünüyorsanız, o zaman Azizlik mertebesini neden kabul etmiyorsunuz?
Azizler de Tanrı tarafından seçilmiş insanlar değil midir?
Sevgili Burc kardesim, “din adamlarinin hata yapmamasi” mümkün müdür? Yani bir kimse Hristiyan ilahiyati okuyup din adami oldugu zaman ayni zamanda “melek” mi oluyor?
“Günahimiz yoktur dersek yalan söylemis oluruz” der Incil. Yine “hepsi günah islediler ve tek bir dogru kisi yoktur” der Kutsal Kitap. Bizler isa Mesih’e iman ettigimizde günahlarimiz bagislaniyor, ama artik günah isleyemez duruma getirilmiyoruz. Ölünceye kadar da, bu bedende yasidikca günahla ayartilacagiz ve bazen maalesef günaha düsecegiz. Ama iman ettikten sonra günah islememiz bizim kurtulusumuzu iptal etmiyor. Günah isledigimizi ikrar edersek sadik olan Rab bizi her hakzizliktan temizleyecek, her günahtan aritacaktir.Eger bir din adami sadece “is” olarak bu görevi yerine getiriyor ve kendisi Isa’ya iman edip yeniden dogus sahibi, kurtulusu vaaz eden imanli biri degilse, bu kisinin hem kendi hayati hatalarla dolu olacak, hem de görev yaptigi kilise hicbir faydasi olmayacaktir. Zaten maalesef bircok geleneksel kiliseler bu tür din adamlariyla dolu..
Kutsal Ruh’un yardim edip kullanabilmesi icin kisinin yeniden dogmus olmasi ve evet, secilmis olmasi gerekir. Daha önce de dedigim gibi, Isaya iman edip yeniden dogan her insan zaten secilmistir ve Tanri önünde kutsal kilinmistir. Bundan baska bir “azizlik mertebesi” diye bir kavrama gerek olmadigi icin sizinle ayni fikirde degilim. Yazima yanitinizi Incilden ayetlerle destekleyecekseniz cevap verin. Bu konudaki diger bütün yorum ve düsünceler sizin kendi düsünceleriniz olarak kalacaktir.
-
YazarYazılar