Kanın sesi ancak adaletle susar

  • Bu konu 3 izleyen ve 88 yanıt içeriyor.
15 yazı görüntüleniyor - 31 ile 45 arası (toplam 89)
  • Yazar
    Yazılar
  • #28547
    Anonim
    Pasif

    İsmet Berkan

    Yılın olayı neydi?

    Âdettendir, gazeteler, dergiler yılın sonu geldiğinde o yılın muhasebesini
    yaparlar ve kendilerince ‘Yılın olayı’, ‘Yılın insanı’ gibi şeyler seçerler.

    Bana soracak olursanız bitirdiğimize şükrettiğim 2007’nin bir değil iki olayı vardı. Oluş sırasıyla söyleyeyim; Hrant Dink’in öldürülmesi ve Türk demokrasisinin yeniden askeri darbe gölgesine girmesi.

    Hrant’ın öldürülmesi, sadece bir gazeteci öldürüldü diye, bu bir ırkçı cinayetti diye değil, aynı zamanda devletimizin içinde bu çeşit cinayetleri geçerli bir yol olarak görüp göstermeye devam eden bir ‘yapı’nın apaçık ve bütün çıplaklığıyla ortaya çıkması yüzünden de yılın olayıydı bence.

    Ayrıca Hrant’ın öldürülmesi doğrudan iç politikamızın o sıradaki en sığ ve en canlı tartışmalarımızın doğrudan göbeğine oturduğunu da unutmamalıyız. ‘Hrant’ı milliyetçilik öldürdü’ demiyorum ama milliyetçilik tekeline sahip olduğunu iddia etmenin gündelik siyasette bir pozisyon haline geldiği ülkemizde, son tahlilde ırkçı bir cinayetin işlenmesi, o siyasi pozisyon için de önem arz ediyor elbette.

    Nitekim, cinayete tepki gösteren ve tepkisini cenazede sergileyen birkaç
    yüz bin kişinin ırkçılığa karşı bir slogan olarak ‘Hepimiz Ermeniyiz’i seçmesi, hemen kendi reaksiyonunu doğurdu, sağda solda ‘Hepimiz Mehmetçiğiz’ gibi pankartlar açılmaya başlandı.

    İtiraf edeyim, Hrant’ın öldürülmesi sonrası çıkan tartışmaların içimizdeki ırkçılığı konuşmak ve ırkçılığın kötü bir şey olduğu konusunda basit bir konsensus oluşturmak için bir fırsat olabileceğine inandım bir süre saf saf. Şimdi anlıyorum ki, tam tersi cinayet ırkçılığın kutsanmasına dönüştü, içimizdeki ırkçı daha bir meşruiyet kazandı hepimizin gözünde.

    Yılın bana göre öteki ‘olay’ı da aslında çok farklı değil. Gözümüzü siyaset ve iktidar kavgası bürüdüğü için olsa gerek, Cumhurbaşkanlığı seçimini çok ama çok önemsedik. Bugün dönüp geçen yılın şubat-mart-nisan aylarına bakınca insana komik geliyor ama azımsanmayacak
    kadar çok kişi o vakitler başı bağlı bir kadının Çankaya’ya ‘first lady’ olarak çıkması ihtimali yüzünden geceleri kâbuslar görüyor, gündüzleri günde on saat bu konuyu konuşuyordu.

    Bu atmosfer o denli etkili oldu ki, Türk Silahlı Kuvvetleri aynı ay içinde gündelik iç siyasate tam iki kez ciddi müdahalede bulundu. Bunlardan ilki daha hafif geçti. Genelkurmay Başkanı’nın 12 Nisan’da bütün kuvvet komutanlarını da arkasına alarak yaptığı basın toplantısında, ‘Biz sözde değil özde Atatürkçü bir cumhurbaşkanı istiyoruz’ demesi, siyasete açık müdahaleydi, Meclis’in yapacağı seçime ipotek koymaktı. Sonra ikincisi geldi, 27 Nisan gecesi yayımlanan bir bildiri ile Türkiye bir anda darbe atmosferine girdi.

    Hemen söyleyeyim, ne Hrant Dink’in katil zanlısının ve onun başlıca azmettiricilerinin halen yargılanıyor olması ne de Genelkurmay’ın bildirisi sonrası yapılan seçimlerden başarıyla çıkılmış olması, geride kalan yılın bu iki önemli olayının etkilerinin ortadan kalktığı anlamına gelmez.

    Ne ırkçılık konusunda herhangi bir ilerleme, bırakın ilerlemeyi, herhangi
    bir duyarlık yaratıldı bu ülkede ne de demokrasimiz güvence altına girdi,
    bir daha darbe atmosferinde yaşamayacağımızın bir garantisi var.
    Onun için diyorum, umarım gelen gideni aratmaz.

    31.12.2007

    RADİKAL

    #28548
    Anonim
    Pasif

    Hrant Dink cinayeti için Başbakanlık devrede

    Hülya KARABAĞLI ANKARA

    Erdoğan’ın Rakel Dink’in mektubu üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu cinayeti araştırmak üzere görevlendirdiği ortaya çıktı. İncelemesini tamamlayan kurul, raporunu yazma aşamasında..

    Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, suikaste kurban giden Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in mektubu üzerine, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu görevlendirdiği ortaya çıktı. Başbakanlık Teftiş Kurulu, yaklaşık 8 aydır çok gizli soruşturma yürütüyor. Soruşturmadan Dink ailesi bile haberdar edilmedi. Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, 18 Nisan 2007 tarihinde, Başbakan Erdoğan’a gönderdiği mektupta, cinayet soruşturmasında Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun devreye girmesini istedi. Erdoğan, “Adaletin böylesine yavaş ve uyutmaya çalışırcasına, güya ilerlemekte görünmesi hayret verici” diyen ve kaygısını “Bundan önceki üstü örtülmüş cinayetlere benzemesin” sözleriyle dile getiren Rakel Dink’in ricasını kırmadı. Erdoğan’ın talimatıyla, kısa süre içinde Başbakanlık Teftiş Kurulu’ndan 3 kişilik teftiş heyeti işe koyuldu.


    İÇİŞLERİ’NDEN BİLGİ ALINDI

    Başbakanlık Teftiş Kurulu, geçtiğimiz mayıs ayında İçişleri Bakanlığı’nın yürüttüğü soruşturmayı da kapsayan inceleme-soruşturma başlattı. 3 kişilik müfettiş ekibi cinayetin Trabzon, İstanbul ayağında inceleme yaptı. İçişleri Bakanlığı yetkililerinin yürüttüğü soruşturmayla ilgili bilgileri aldı. Teftiş heyeti, İstanbul- Trabzon hattındaki istihbarat bilgileri, telefon konuşmaları, ihbarlar, yazışmalar ve akıllarda kalan tüm soru işaretleriyle ilgili aylarca süren bir inceleme yaptı. Heyetin, rapor yazımına geçme aşamasında olduğuna dikkat çekildi. Gizli soruşturmadan Dink ailesi bile haberdar edilmedi. Başbakanlık, soruşturmanın sağlıklı yürütülmesi ve bilgi sızmaması için tüm çalışmalarını titizlikle yürüttü. Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin, SABAH’a, “Mektubumuza bir yanıt gelmedi. Biz, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun harekete geçip geçmediğini bilmiyoruz” dedi. Çetin, “Rakel Hanım, umudunu koruyor. Biz koruyoruz” diye konuştu. Meclis İnsan Hakları Komisyonu da cinayetle ilgili incelemesini sürdürüyor. Alt komisyon başkanı AKP’li Mehmet Ocaktan, “Ailenin adli, hukuki iddialarını Başbakanlık birinci elden inceleyip soruşturdu. Raporlarını yazıyorlarmış, hemen hemen tamamlanmış” dedi.

    31.12.2007

    SABAH

    #28549
    Anonim
    Pasif

    Ogün Samast’ın kemik yaşı 19 çıktı


    Dink davasının seyrini değiştirecek gelişme… Adli Tıp Kurumu, Hrant Dink cinayeti sanığı Ogün Samast’ın daha önce 17 olarak belirlenen kemik yaşını 19 olarak tespit etti.

    Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink cinayeti sanığı Ogün Samast’ın 18 yaşından büyük olduğunun belirlenmesiyle yargılamanın seyri de değişecek. Reşit olmadığı için 24 yıla kadar hapsi istenen Ogün Samast, artık ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılanacak. Duruşmalardaki gizlilik kararı kalkacak ve duruşmalar aleni olacak.

    02.01.2008

    GAZETEVATAN

    #28552
    Anonim
    Pasif

    Ünlüler, Hrant Dink’e ses verdiler

    Hrant Dink, ölüm yıldönümünde ‘Tililili’ adlı projeyle anılacak. Dink’in yazılarından seçilen 19’unu, 19 ünlü ses okuyacak. Arsen Gürzap gözaltında kayıplarla ilgili yazıyı seslendirecek, Banu Güven renk körlüğü, Estukyan ise düğünle ilgili olanı…

    İSTANBUL – Kendilerine Ermenice ‘buğday tanesi’ anlamına gelen ‘Hadig’ adı veren Türkiyeli Ermeni gençler, Hrant Dink’in ölüm yıldönümü için hazırladıkları ‘Tililili’ projesini TARAF gazetesine anlattılar.
    Haberin devamı

    Dink’i anma projesinin ismi ‘Tililili’. Bu ismin seçilmesi, Hrant Dink’in şu sözlerinde gizli: Rakel der ki, “Biz iki nedenle çekeriz tililili. Biri sevincimizde, diğeri ağıdımızda.

    Taraf gazetesinin haberine göre, ‘Hadig’ grubu, Dink’in öldürüldüğü 19 Ocak tarihini simgelemesi için, Dink’in özellikle AGOS’un ilk kurulduğu zamanlarda yayınlanan 19 yazısını seçti ve bu yazıları seslendirmeleri için 19 ünlü isme teklif götürdü. Teklif yapılan tüm ünlüler kabul etti.

    Gençler, projeye son aşamada bir ek yaptılar; Hrant Dink’in İstanbul Kültür Sanat Fuarı’nda yaptığı “Su Çatlağını Bulur” başlıklı konuşma, etkinlikte en son yayınlanacak bölümde yer alacak.


    “TİLİLİLİ”DE KİMLER VAR?

    “Tililili” projesinde yer alan ünlü isimler şunlar: Mehmet Ali Alabora, Okan Bayülgen, Haluk Bilginer, Yetkin Dikiciler, Halil Ergün, Patrak Estukyan, Arsen Gürzap, Banu Güven, Nejat İşler, Tuncel Kurtiz, Fikret Kuşkan, Ömer Madra, Lale Mansur, Meral Okay, Dolunay Soysert, Nur Sürer, Çetin Tekindor, Deniz Türkali ve Serra Yılmaz.

    Taraf gazetesinin haberine göre; oyuncu Arsen Gürzap, Hrant Dink’in 19 yazısından gözaltında kayıplarla ilgili olanı seçmiş.


    RENK KÖRLÜĞÜ O KADAR DA KÖTÜ DEĞİL

    NTV’den Banu Güven ise, Hrant’ın 1997’de yazdığı renk körlüğü üzerine yazısını seçtiğini şöyle anlatıyor: “Hrant’ın kendi renk körlüğünü fark etmesi, çocuklarının bununla alay etmesi sayesinde olmuş. Hrant da bu yazısında, renk körlüğünün o kadar kötü bir şey olmadığını, bunun aynı zamanda herkesi görmek istediğimiz renkte görmek için bir fırsat olduğunu anlatıyor.”


    AĞLAMAYI DA GÜLMEYİ DE ERTELEMİŞ

    Yazar Estukyan, Dink’in dayısının kızının bir Türk’le evlendiği düğünü anlatan yazısını seslendirecek. Estukyan, yazıyı özetle şöyle anlatıyor: “Düğünde herkes ya ağlıyormuş ya da gülüyormuş. Hrant ne ağlamış, ne de gülmüş. Bu davranışının nedenini şöyle açıklıyor: Ben ağlamayı da gülmeyi de erteledim. Ne zaman ki bu iki genç insan, bu evliliğin içinde kendi kimliklerini muhafaza eder, işte o zaman gülerim ama eğer birbirlerinin kimliklerinden mutlu olmazlarsa, işte o zaman ben de ağlarım.”

    “Tililili” 4 Ocak’tan 20 Ocak’a kadar İstanbul Tünel’deki Apartman Projesi’nin binasında izlenmeye açık olacak.

    01.02.2008

    NTVMSNBC

    #28553
    Anonim
    Pasif

    TBMM Dink komisyonu üyeleri Dink’in ailesiyle görüştü

    4 Ocak 2008, Cuma

    E199FCDA61EAB3438D53A127r.jpg

    TBMM İnsan Hakları Komisyonu tarafından oluşturulan Hrant Dink Cinayetini Araştırma Komisyonu üyeleri, uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in Bakırköy’de bulunan evinde ailesiyle görüştü.

    19 Ocak 2007 tarihinde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesi sonrasında TBMM İnsan Hakları Komisyonu tarafından oluşturulan Hrant Dink Cinayetini Araştırma Komisyonu’ üyeleri Dink’in Bakırköy’de bulunan evini ziyaret etti. Ailesiyle bir saate yakın görüşme yapan Komisyon üyeleri, çıkışta gazetecilerin sorularını yanıtladı.

    “DEĞERLENDİRME OBJEKTİF OLACAK”

    Komisyon Başkanı Mehmet Ocaktan, görüşmeye Hrant Dink’in eşi Rakel, oğlu Ararat Dink ve Dink ailesinin avukatlarının katıldığını ifade ederek, Dink ailesinin kendilerinden hukukun üstünlüğünün egemen olacağı bir sonuç çıkmasını istediğini aktardı. Dink ailesine objektif bir değerlendirme yapacaklarını ve bu konuda endişe duymamaları gerektiğini söylediklerini kaydeden Ocaktan, Türkiye’nin bir aydınını kaybetmesinin gerçekten üzücü olduğunu söyledi.

    TBMM Komisyon üyeleri dün de İstanbul Valiliğini ziyaret etmişti. Dink ailesini ziyaretten sonra komisyon üyeleri İstanbul’daki görüşmelerini tamamladı ve incelemelerine Trabzon’da devam edecek.

    (ANKA)

    SABAH

    #28554
    Anonim
    Pasif

    1. yılında Dink suikasti

    Tolga TANIŞ

    gp_138401.jpg

    Hrant Dink, bir cuma günü, saat 15.00 sıralarında, Şişli Halaskargazi Caddesi üzerindeki Agos Gazetesi çıkışında vuruldu. Bir metreden ikisi kafasına, biri boynuna, 3 kurşun isabet etti. Yığılıp kaldığı sokak ortasında yüzükoyun öldü. Tetikçi, 32 saat sonra, olay yerinden 737 km uzakta bir otogarda yakalandı. Polis, önce azmettiriciye ulaşmış, 12 saat sonra da tetikçiyi bulmuştu.

    Ancak jandarma bölgesindeki bir banliyönün gençleri dışında, müdahil avukatların ısrarla savunduğu 3. halka bir türlü oluşmadı. Tetikçinin güvenlik güçleriyle çektirdiği hatıra fotoğrafları, olaya azmettirici olarak adı karışanların çeşitli kereler devlet görevlileri tarafından korunup kollanması, hatta resmi görevler almaları da, polis ve jandarmanın soruşturma boyunca sergilediği tutumla ilgili soru işaretleri oluşturdu. Önümüzdeki cumartesi, Hrant Dink öldürüleli tam bir yıl olacak. Düşe kalka giden dosyanın, aydınlanmayı bekleyen noktalarını araştırdık.

    3. DURUŞMA 11 ŞUBAT’TA

    Hrant Dink Suikastı davası, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2 Temmuz 2007’de başladı. Tetikçi O.S. 18’den küçük olduğu için duruşma gizli yapıldı. İlk duruşmaya, 12’si tutuklu 18 sanık katıldı. İstanbul Cumhuriyet Savcıları Selim Berna Altay ile Fikret Seçen’in iddianamesiyle tutuklulardan Erhan Tuncel hakkında azmettirmekten ağırlaştırılmış müebbet, Yasin Hayal hakkında azmettirmekten müebbet, O.S. hakkında 42 yıl hapis cezası istendi. Halen tutuklu bulunan Mustafa Öztürk, Tuncay Uzundal, Zeynel Abidin Yavuz, Ahmet İskender ve Ersin Yolcu’nun, “Hrant Dink’in öldürülmesi eylemine yardım etmek” ile “terör örgütüne üye olmak” suçlarından 35 yıl; ilk duruşma sonunda tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Salih Hacısalihoğlu, İrfan Özkan, Osman Alpay, Veysel Toprak ile diğer sanıklar Alper Esirgemez, Erbil Susaman, Numan Şişman ve Şenol Akduman’ın “terör örgütüne yardım etmek”, “ruhsatsız silah taşımak” ve “suçlu gizlemek” suçlarından 16 yıl hapsi istendi. Tutuksuz yargılanan Yaşar Cihan ve Halis Egemen hakkında, “terör örgütüne yardım etmek” suçundan 15 yıl hapis talep edildi. Hakkında önce ayrı bir dava açılan Coşkun İğci için ise “Hrant Dink’in öldürülmesine yardım etmek” ve “terör örgütüne üye olmak” suçlarından 35 yıl hapis istenip dosyası ana dava ile birleştirildi. Böylece Dink Davası’nda sanık sayısı 19 oldu. 2. duruşma, 1 Ekim’de yapıldı. O.S., Yasin Hayal’i; Yasin Hayal, Erhan Tuncel’i; Erhan Tuncel, Yasin Hayal’i suçladı. 12 saat süren duruşma, 11 Şubat 2008 tarihine ertelendi.

    Kaç silah var

    O.S., ilk ifadesinde, suikasttan birkaç gün önce Yasin Hayal’in kontrolünde silahla bir kez atış talimi yaptığını söyledi. İkinci duruşmada ise nereye gittiklerini hatırlamadığını, atış yapmayı bilgisayardan öğrendiğini anlattı. Otogarda yakalandığında yanında, 15 kurşunla, Karadeniz’deki silah atölyelerinin birinde elde yapıldığı anlaşılan, siyah bir 7.65 mm’lik tabanca vardı. Avukatlara göre öldürücü atışı onun yapıp yapmadığı, olayda kaç silah kullanıldığı kesin değil. Cinayeti işledikten sonraki geceyi Bayrampaşa’daki evinde geçirdiği dayısı Turan S., “Tabanca bakır rengindeydi” diyor. Görgü tanıklarına göre ise metalik parlak renkti.

    İstanbul bağlantısı yok

    Zanlıların, Pelitli’deki kırtasiyesini kullandığı Ahmet İskender, O.S.’yi İstanbul’a giderken otogara bordo renkli bir Kartal ile Tuncel’in ev arkadaşı Tuncay Uzundal’ın götürdüğünü anlattı. Arkadaşı Ersin Yolcu ise O.S.’yi minibüsle gittikleri otogardan kendisinin yolcu ettiğini iddia etti. Cinayet mahallinde daha önce keşif yapıp yapmadığı belli değil. Gelmediğini söylediği halde suikastın ardından çok profesyonelce kaçıyor. Ertesi gün saat 13.30’ta İstanbul-Hopa seferini yapan Metro Turizm’e ait otobüse binerken bileti kendisinin aldığını söylüyor ama “21” numaralı koltuğa kaydı “Ogün Bey” diye yapılıyor. Olayda İstanbul bağlantısı bulunamadı.

    SIM kartlar ne durumda

    Görgü tanıklarına göre, O.S. yakalanmadan önce otobüste sürekli telefonla görüştü ama üzerinden telefon çıkmadı. Samsun Otogarı’nda jandarma karakoluna götürüldüğünde yanında sadece 1 SIM kart bulundu. Sonradan o kartın O.S.’ye değil, Samsun İl Jandarma Komutanlığı’nda bir askere ait olduğu, kartı 10 gün önce kaybettiği, jandarmanın da üst araması sırasında yerde bulup tetikçiye ait olduğunu sanarak tutanağa geçirdiği açıklandı. O.S. Bayrampaşa Cezaevi’ne konulurken ise üst araması sırasında pantolonunda 2 SIM kart daha bulundu. Kartlar, Ankara jandarma istihbaratına yollandı, bir daha ses çıkmadı.

    Tuncel’i muhbir yapan polis

    2004’teki McDonald’s bombalamasında, eylemi organize eden kişinin Erhan Tuncel olduğu anlaşılınca, dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek, suçunun örtbas edilmesi karşılığında Tuncel’i 17 Kasım 2004’te “mutemet” kadrosundan istihbarat elemanı yaptı. Tuncel’in evinde bulunan, bombacı Yasin Hayal’e ait kanlı pantolonu gizledi. Tuncel, “Mehmet Kurt” kod adıyla, polis Muhittin Zenit üzerinden Akyürek’e rapor vermeye başladı. 17 Şubat 2006’da, Hayal ve çevresindeki gençlerin Dink’i öldürmek istediğini bu yolla bildirdi. Zenit’in suikasttan 1.5 saat sonra Tuncel ile yaptığı telefon görüşmesinde, “Tek farklılık, kaçmayacaktı ama bu kaçtı. Gebermişse gebermiş” dediği ortaya çıktı. Zenit şimdi Akyürek’in yanında. Akyürek ise hakkında Tuncel bağlantısı nedeniyle birçok iddia ortaya atılıyorken, Dink Davası’na delil sağlayan en önemli birimin başında. Sicilindeki “İrticai akımlara (Fethullah Gülen) yakın” notu, olayın ayrı bir boyutu.

    McDonald’s işinde kim korudu

    Yasin Hayal davanın 2 numaralı sanığı ama 24 Ekim 2004’te Trabzon’da McDonald’s bombalaması sonucu 5’i çocuk 6 kişinin yaralanmasına sebep olduktan sonra 6 yıl 8 ay hapse mahkûm olup 11 ayda serbest bırakılmasını sağlayan ilişkiler ağı bir türlü açığa çıkarılmadı. Bombadan bir hafta sonra İstanbul Maltepe’de evinde yakalandığı Hüseyin Özçiçek (26) iyi araştırılmadı. Özçiçek, bir yıl sonra fidye için Samsun’dan 17 yaşında bir kızı kaçırıp 10 gün alıkoydu. Bombalama sonrası, McDonald’s dahil kimsenin şikayetçi olmadığı iyi incelenmedi. 17 Nisan 2006’da kesinleşen mahkûmiyet kararının neden temyiz edildiği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nda bekletildiği sorgulanmadı. Hayal’i mahkûm eden heyetteki isimlerin üçü de ağır ceza hákimiyken, tutuksuz yargılanmasına karar verilen duruşmaya çıkan heyette neden sadece bir ağır ceza hákimi olduğu, diğerlerinin neden icra ve ticaret hákimi oldukları sorulmadı.

    MİT kontağı incelenmedi

    Yasin Hayal, Yargıtay’da bekleyen McDonald’s dosyasına yardım etmesi için Erhan Tuncel’in, 2006’da kendisini Trabzon London Palas Oteli’nde, MİT mensubu dediği İhsan Kasap ile tanıştırdığını söyledi. Tuncay Uzundal da ifadesinde, Tuncel’in, MİT’e girmek isteyen Elazığlı bir arkadaşına, adayların geçmişlerini araştıran Kasap’tan bahsettiğini aktardı. MİT mensubu olmadığını, MİT’in otomobillerini tamir ettiğini söyleyen Kasap araştırılmadı.

    6 bin 187 konuşma imha oldu

    Trabzon Emniyet Müdürlüğü, mahkemeden Yasin Hayal hakkında 3’er aydan 5 kez, Tuncel hakkında da 27 Aralık 2006’da bir kez telefon dinleme izni aldı. Tuncel’e ait 5 bin 25, Yasin Hayal’e ait 1225 adet ses kaydı birikti. Ancak savcıya, hiçbir künye bilgisi olmayan, Tuncel’e ait 46, Hayal’e ait 17 konuşma verdi. Kalan 6 bin 187 kaydı imha etti. Savcılara da, “Başka kimseyi dinlemedik” dedi. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, eski Alperen Ocakları Başkanı Mustafa Öztürk’ün de dinlendiğini bildirdi.

    Mesajlarda tahrifat iddiası

    Erhan Tuncel’in ev arkadaşı Tuncay Uzundal’ın ifadesine göre suikasttan iki hafta önce, ocak ayı başında Hayal eve geldi ve Tuncel’i sordu. Dışarıda olduğunu öğrenince, “Tuncel’e, 7.65 mm mermi lazım, diye mesaj at” dedi. Uzundal, mesajı attı. Telefonda bunları yazmasına sinirlenen Tuncel, “Tuncayyyyy” diye kızdığını gösteren bir cevap yolladı. Avukatlar, mermilerden bahsedilen mesaj yerine kayıtlarda “Eve gel” diye bir mesaj bulunduğunu, polisin bazı kayıtları değiştirdiğini söylüyor.

    Kayıp 14 saat

    Davanın 1 numaralı sanığı Erhan Tuncel, suikasttan bir gün sonra Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne çağrıldı ve 14 saat sorgulandı. Tuncel’e, Trabzon’da gözaltına alınan Yasin Hayal’in ilk ifadesi de okutuldu ve serbest bırakıldı. O 14 saat, Tuncel ile ne konuşulduğu bilinmiyor.

    Veli Küçük

    Hrant Dink, 2006 Şubatı’nda Bursa’dan bir tehdit mektubu aldı. İmza, Susurluk Skandalı sırasında cinayetler işlediği ortaya çıkan, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın kullandığı isimlerden Ahmet Demir olarak atılmıştı. 3 ay sonra adı yine Susurluk Skandalı’nda geçen ve Yeşil’i yönlendirdiği iddia edilenlerden emekli Tuğgeneral Veli Küçük, Dink’in yargılandığı davalardan birine müdahil olmak için dilekçe verdi. Kardeşi Orhan Dink’e göre Hrant Dink ilk defa tedirgin oldu. Küçük’ün adı, dava dosyasında hiç geçmiyor.

    Jandarma

    Trabzon’da devlet memuru olan, Yasin Hayal’in eniştesi jandarma muhbiri Coşkun İğci, 2006 Temmuz’unda Hayal’in Dink’i vurmak istediğini jandarmaya ihbar etti. İğci’nin O.S. ile de 68 telefon görüşmesi yaptığı ortaya çıktı. İğci’nin ihbarı ilettiği Uzman Çavuş Veysel Şahin ile Başçavuş Okan Şimşek’in görevi ihmal suçundan yargılanmasına izin verildi. Avukatlar, 22 Ocak’ta duruşması yapılacak davada, ihbarı değerlendirmeyen Trabzon Jandarma Komutanı Kıdemli Albay Ali Öz ve 5 jandarma yetkilisinin daha yargılanmasını istiyor.

    Cerrah kaldı

    Muhbir Erhan Tuncel’in notu üzerine Trabzon Emniyet Müdürlüğü, 17 Şubat 2006’da İstanbul Emniyeti’ni Dink Suikastı konusunda uyardı. Hayal’in Sarıgazi’de bir fırında çalıştığı bilinen ağabeyi Osman Hayal’in yanında kalacağını bildirdi. İstanbul Emniyeti, sonuca ulaşamadı ve işin peşini bıraktı. Tuncel, 12 Nisan 2006’ya kadar ihbarlarını sürdürdü. Mülkiye müfettişleri olayda İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ile İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler’i kusurlu buldu. Güler, görevden alındı. Trabzon Valisi Hüseyin Yavuzdemir ile Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay, suikasttan bir hafta sonra zaten merkeze çekilmişlerdi. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu da, yeni dönemde kabinede yer bulamadı. Celalettin Cerrah, hálá koltuğunda.

    Dinlemediler

    Suikastın ardından, “Denk getirdik, manzaranın fotoğrafını çektik” diye yazan, emekli albay Hüseyin Mümtaz Bayazıtoğlu; Oktay Yıldırım, Muzaffer Tekin gibi Ümraniye bombalarından tutuklu “ulusalcılar” ve Trabzon’da çok etkili olan, Kadiri lideri Haydar Baş’ın da dostu. Suikastın ardından, Bayazıtoğlu’nun telefonunun mahkeme kararına rağmen dinlenmediği anlaşıldı.

    Kim bu Refai

    Yasin Hayal, McDonald’s bombalamasından 3 ay önce, Temmuz 2004’te Çeçenistan’a gitmek için yola çıktı ve Bakü’ye kadar gitti. 15 gün sonra döndüğünde “Cihat, yurtdışında değil, bu ülkede olacak” demeye başladı. Azerbaycan’da kimlerle konuştu, ne yaptı belli değil. Sadece Refai kod adlı bir Çeçen ile irtibat kurduğu tahmin ediliyor. Bir iddia da suikastın ardından İstanbul-Hopa otobüsüne binen O.S.’nin de aslında Trabzon’da inmeyip Hopa’ya gideceği ve Yasin Hayal ile buluşup buradan Azerbaycan’a kaçacağıydı.

    SUİKAST KRONOLOJİSİ

    6 Şubat 2004

    Agos Gazetesi’nde, Sabiha Gökçen’in “Ermeniliği” hakkında bir röportaj çıktı.

    13 Şubat 2004

    “Türk’ten boşalacak zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” diye yazdı.

    23 Şubat 2004

    İstanbul Valiliği’ne çağrılıp ’dikkatli’ olması istendi.

    24 Şubat 2004

    Avukat Kemal Kerinçsiz’in arkadaşı Mehmet Soykan’ın başvurusu üzerine, Şişli Cumhuriyet Savcılığı, “Türk kanı” yazısı için “Türklüğe hakaret” etti diye TCK 301. Madde’den dava açtı.

    26 Şubat 2004

    Bir grup ülkücü, Agos’un önünde “Dink hedefimizdir” dedi.

    7 Ekim 2005

    Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi, 301’den suçlu buldu.

    5 Şubat 2006

    Trabzon’da Rahip Santoro öldürüldü.

    5-10-11 Mayıs 2006

    Cumhuriyet Gazetesi’ne 3 bomba atıldı.

    17 Mayıs 2006

    Danıştay basıldı.

    11 Temmuz 2006

    Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Dink’in 301’den mahkûmiyetini onadı.

    19 Ocak 2007

    Vuruldu.

    13.01.2008

    HÜRRİYET

    #28555
    Anonim
    Pasif

    Oktay EKŞİ
    oeksi@hurriyet.com.tr

    HAYLİ geç kalmış sayılsa da Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, kamu vicdanını uzunca bir süredir kanatan bir konuda olumlu bir açıklama yaptı:

    Dünkü Sabah Gazetesi’nde Şahin, İstanbul’da işlenen Hrant Dink, Trabzon’da işlenen Rahip Santoro ve Malatya’daki Zirve Kitabevi’nde işlenen “Hıristiyan misyonerleri” cinayetlerinden gelen pis kokulardan kendisinin de rahatsız olduğunu açıkladı.

    Şahin’in, “Bunların üzerine şiddetle gidilmeli. Mesela bazı savcıların, başka dosyalarda telefon kayıtlarında ismi geçti. Hemen Teftiş Kurulu Başkanı ile Ceza İşleri Genel Müdürü’nü görevlendirerek olayın doğru olup olmadığının araştırılmasını istedim. Hem İçişleri Bakanı hem de Emniyet Genel Müdürü olayın üstüne ciddiyetle gitmeli. Çünkü bunlar kamu vicdanını rahatsız eder. Devlet yetkisini kullanan kamu görevlileri, devletin itibarını sarsacak, devleti güç durumda bırakacak davranışlarda bulunmamalı. Eğer bu tür insanlar varsa bunlar kurumdan ayıklanmalı. Yaptıkları suç ise cezasını mutlaka çekmeliler. Ancak bu, bu konudaki her iddia doğru anlamına gelmiyor. Ama her iddiayı ihbar kabul edip üzerine ciddiyetle gitmek lazım” dediği bildiriliyor.

    Bunlar, altına her vicdan sahibinin imza atacağı sözler.

    Lakin söz yetmiyor. Uygulamanın ne olduğu daha büyük önem kazanıyor.

    Nitekim Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in, “Katilin eline ülkemin bayrağını verip poster çektirenlere ülkemin adaleti ne yaptı?” diyen çığlığı hepimizi utançtan yere bakmaya mecbur ediyor.

    Rakel Dink’in ağzından dökülen, “Kimin öldürüleceğini bilen emniyetçilere; daha katil yakalanmadan, silahın markasına kadar bilen jandarmalara; cinayet planları yapılan ocaklara; eşime haddini bildirmeye çalışan Vali Yardımcısı’na ne yaptı ülkemin adaleti?” sorularının yanıtını vermesi gerekenler nerede?

    Malatya’daki Zirve Kitabevi katliamının dosyası daha temiz değil. Rahip Santoro cinayeti öyle.

    Gazeteleri okuyan herkesin, “polisimiz adaletten mi, cinayetten mi yana?” diye sorgulamadan edemediği bir dönemi yaşıyoruz.

    Ama bakın ne İçişleri Bakanlığı’ndan bir ses var ne de Emniyet Genel Müdürlüğü (hani artık kamuoyuna düzenli şekilde bilgi vereceğini açıklayan bir Emniyet Genel Müdürlüğü var ya ondan söz ediyoruz) tek kelimelik bir açıklama yapıyor.

    Genelkurmay Başkanlığı’nın birkaç gün önce Dağlıca olayı için yaptığı bizce çok yetersiz bir açıklama var ya, o kadar olsun laf edemediler.

    Sonunda Adalet Bakanı -pek de alışılmamış bir şey yapıp- İçişleri Bakanlığı’nı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nü alenen ve resmen görevini yapmaya çağırdı.

    Yalnız yeri gelmişken söyleyelim:

    Bu konuda resmi bir işlem yapılacaksa onu Bakan’a veya Emniyet Genel Müdürü’ne bağlı kişilerin değil bu iki otoriteden bağımsız bir kadronun yapması gerekir.

    “Kanunlar müsait değil” mi diyorsunuz. “Kanun yoksa, yaparız” diyen Başbakan’a gidin. O çözer.

    22.01.2008

    HÜRRİYET

    #28331
    Anonim
    Pasif

    215b.jpg
    Cengiz ÇANDAR
    cengizcandar@referansgazetesi.com

    Hrant’a derdim ki…

    Ayın 15’i. Yılın ilk ayını yarıladık. Hrant’ın ölümüne ya da daha doğrusu “öldürülmesi”ne dört gün kaldı.

    Geçen yıl bu gün, bu vakitler yaşıyordu. Bizler de onun dört gün sonra öleceğini, öldürüleceğini bilmeden yaşıyorduk. Hep birlikteydik yani. Dört gün sonra eksildik.

    O gün bugün çoğalamadık gibi geliyor bana. Eksik kaldık.

    2008 yılına girerken, o an aklıma ilk gelen cümle, “Hrant’ın öldürüldüğü aya giriyoruz” oldu. İçimden “Hrant’ın öldürülmesinin yıldönümüne 19 gün kaldı” cümlesi geçti. Şimdi dört gün kaldı.

    Hrant, geçen yıl, bugün galiba şu “güvercin tedirginliği” yazısını yazıyor olmalıydı. Ya, yazmayı tasarlıyor ya da yazıyordu. O yazı, vurulduğu gün basıldığına göre, matbaaya bir gün önce gitmiş olmalıydı. Dolayısıyla, geçen yıl bugün ya o yazıyı yazıyor; ya da yazmayı tasarlıyordu.

    Önemli olan, Hrant’ın geçen yıl bugün bir “güvercin tedirginliği” içinde olmasıydı. Dört gün sonra “güvercin”in “tedirginliği” doğrulandı. “Güvercin kana bulandı.”

    *** *** ***

    Günlerdir, bu ülkedeki ve dışarıdaki yüzlerce, binlerce kişi gibi zihnim bu hafta Hrant’a odaklanmış vaziyette. Türkiye’de ve dışarıda bir dizi anma toplantısı, panel, sergilerle Hrant yaşatılmaya çalışılıyor.

    Ben de, günlerdir, sanki Hrant uzun bir yolculuğa çıkmış ve o nedenle göz ufkumuzdan çıkmış gibi bir ruh haleti içine girdim. Sanki, bir ara çıkıp gelecek ve son bir yıldır görmediği, işitmediği bir dönemi karşılaştığımızda ona anlatmak gerecekmiş gibi zihnimde “bilanço” çıkarmaya çalışıyorum.

    Hrant, -biliyorum, olacak iş değil de- çıkıp gelse, ona-buna, bu arada bana “Görmeyeli, duymayalı ne oldu?” diye sorsa, ballandıra ballandıra ne anlatmalıyım diye zihnimde bir “önem hiyerarşisi” kurmaya çalışıyorum.

    O olmayalıberi, geçen süre içindeki, en önemli olay “onun olmaması” idi. 19 Ocak 2007. Öldürüldüğü gün. 2007’de nice önemli gelişme oldu; hiçbiri 19 Ocak kadar önemli değildi. Bunun böyle olduğu ve neden öyle olduğu, ilerden geriye bakılıp, “tarih yazıldıkça” daha iyi anlaşılacak. Ben, o kanıdayım ve bunu ona söylerdim.

    “Birçok insanın dile getirdiği gibi, Hrant Dink’den öncesi ve sonrası var, tarih düşülecek demek, artık eskisi gibi olamayız, aynı kalamayız demek. Bu sadece Hrant Dink’in eşsizliğini, gönlümüzdeki kıymetini, tarihte ki önemini ifade etmiyor. Aynı zamanda bizim üzerimizde, vicdanlarımızda, belleğimizde yarattığı derin dönüşümü ve bir o kadar da yaralanmayı ve sakatlanmayı ifade ediyor” diye yazmıştı Nilüfer Göle. Yazısının bir yerine de “Hrant’ın öldürülmesiyle sanki 1915 bugüne taşındı, geçmişle bugün birbirinin içine geçti, inkar edilmesi mümkün olmayan, herkesin gözleri önündeki ölümü bizleri geçmişe ve bugüne suç ortağı kıldı. Artık masum olamayacağımızı yüzümüze vurdu” diye eklemişti.

    “O satırlar yazıldıktan sonra, rüyanda görsen inanamayacağın şeyler oldu” derdim Hrant’a; “Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı oldu. Hem de bir askeri müdahale daha yaşamamıza rağmen. Çünkü, inanmayacaksın ama bu ülkede neredeyse iki kişiden birinin oyunu alarak Ak Parti yeniden iktidar oldu. Bütün bunlar senin öldürülmenin tetiklediği kutuplaşma ortamından, o kutuplaşmanın yol açtığı siyasi krizden sonra oldu. Senin öldürülmenin neden olduğu düş kırıklığı, bir de baktık ki, yeniden ayağa kalkmamız için gerekli bir coşkulu umuda dönüştü” derdim.

    Ola ki, Hrant, “Peki, sonra” diye heyecanla sorsa, ne derdim?

    “Diyalog”un bundan sonrası, uzun sessizliklerle kesilirdi herhalde…

    *** *** ***

    Düşünürdüm, “Senin öldürülmene ilişkin soruşturma ve dava süreci, Türk adalet tarihi ve Türk güvenlik bürokrasisi açısından bir “skandal”a doğru emin adımlarla ilerliyor”, demeli miydim? İşin doğrusu bu.

    “Nasıl olur; madem Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı oldu, Beşir Atalay İçişleri Bakanı olmuş, bizim eve taziye ziyaretine gelen Tayyip Erdoğan daha da güçlü bir Başbakan, neden böyle oluyor?” diye sorsa, cevapta zorlanırdım.

    Belki, topu Murat Belge’ye atar “Sorun çözme, top çevir” yazısından şu bölümü okurdum ona: “Yüzde 50’ye yakın oy alakar iktidara geldiniz. Yıllardır bu toplumun beklediği demokratik açılımı yapasınız diye mi verildi bu oylar, yoksa yıllardır, o açılımı engelleyenlerle iyi geçinesiniz, kendinizi onlara beğendiresiniz diye mi?”

    Hrant’a, o varken varlığı bilinmeyen yeni ve hemen her yazısı çok çarpıcı değerlendirmelerle dolu bir köşe yazarından söz ederdim belki de. H.Gökhan Özgün’den. İnanamayacak belki ama “Alevilik niye hala bir mesele ki?..” başlıklı yazısında “Bu cumhuriyet, Türkiye’yi acımasızca Hristiyanlaştırıp Müslümanlaştırarak kurulmuştur” cümlesini kullandı.

    Hrant’ın öldürülmesi de, öldürülmesinin üzerine gereğince gidilmemesi de, muhtemelen bu değerlendirmenin içerdiği anlamda yatıyor. H.Gökhan Özgün, bir de “Emin olduğum tek bir şey var, o da, Alevi sorununu 1 yılda çözemeyen, 301’i 100 yılda kaldıramaz, Kürt meselesini 1000 yılda çözemez” hükmüne varıyor.

    301?

    Hrant’a derdim ki, “Bırak kaldırılmasını, değiştirilmesini senin öldürülme yıldönümüne yetiştiremediler. Bu konulara biraz daha devam edersek, 301 kapanına biz de gireceğiz. Belki de yanına geleceğiz.”

    Kimbilir?..

    Geçen yıl bugün, Hrant, “güvercin tedirginliği” içindeyken, “Ama, biliyorum ki, bu ülkede güvercinleri vurmazlar” diye yazdıktan birkaç gün sonra vurulmadı mı?

    Bilmiyormuş.

    Kim bilebilirdi ki, diyebilirsiniz.

    Artık biliyoruz.

    2007’nin 2008’e geçirdiği en önemli “bilgi” bu. Ak Parti’nin yüzde 47 ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte, “ehlileşme süreci”nin başlamasından daha önemli.

    Hrant’a, belki, bunu da derdim…

    14.01.2008

    HÜRRİYET

    #28556
    Anonim
    Pasif

    Gazeteci Hrant Dink için yurt çapında anma

    Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, ölümünün birinci yıldönümünde başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Türkiye genelinde anılacak. İstanbul’daki anma ve protestonun yeri öldürüldüğü yer olan Agos Gazetesi’nin önü ve saati öldürüldüğü saat olan 15.00. Ankara’da ise anma törenin adresi Yüksel Caddesi. Ölüm yıldönümünde Dink’in yazıları aralarında Memet Ali Alabora, Okan Bayülgen, Haluk Bilginer ve Nur Sürer’in de bulunduğu sanatçılar tarafından seslendirilecek.

    Hrant Dink komisyonu çalışmalarını hızlandırdı

    Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesinin yıldönümünde öldürüldüğü yerde kitlesel anma töreni düzenlenecek. “Adalet İçin, 19 Ocak’ta, Saat Üçte, Aynı Yerde” sloganıyla bir araya gelecek olan protestocular başta Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinin değişmesini isteyecek.
    Hrant Dink ölümünün birinci yılında Türkiye genelinde yapılan etkinliklerle bir kez daha protesto edilecek. Dink için ilk tören saat 13.00’de mezarının bulunduğu Balıklı Ermeni Mezarlığı’nda yapılacak. Burada Ashura isimli bir tiyatro oyunu sergilenecek.


    SAAT ÜÇTE AYNI YERDE

    Dink’in öldürüldüğü yer olan Agos Gazetesi’nin önünde öldürüldüğü saat olan 15.00’de ise protesto yapılacak. “Hrant’ın arkadaşları” imzasıyla ve “19 Ocak’ta, Saat Üçte, Aynı Yerde… Yan yana geliyoruz! Tam bir yıl oldu” başlığıyla yapılan çağrı metninde, “Dostumuz, canımız, hakikat anlatıcımız, sevgili Hrant’ımızdan ayrılalı tam bir yıl oldu. Koca bir yıl Hrant’ın gidişiyle hayatımızdan eksilen renklerin yasını tutmakla geçti. Bizler bu ülkenin yurttaşları olarak, güvercin tedirginliğinde, gerçek failleri bulunmamış suikastlarla bir arada yaşamaya alışmak istemiyoruz. Bu akıl almaz cinayetten nefret üretmeyen onurlu kalabalıklar olarak bebeklerden katil yaratan karanlığa ışık düşürmek için, ülkemizin aydınlık geleceğine sahip çıkmak için, büyük acımızın yükünü birlikte taşımak için, adalet için, barış için, kardeşlik için, Hrant Dink davasının mağdurları ve takipçileri olarak 19 Ocak Cumartesi günü yeniden buluşuyoruz. Din, dil, ırk, cinsiyet, siyasi görüş farkı gözetmeden, halkların kardeşliğine inanan tüm yurttaşlar yan yana geliyoruz. Hrant İçin, Adalet İçin,19 Ocak’ta, Saat Üçte, Aynı Yerde…” denildi.


    ŞARKILAR, FİLMLER DİNK İÇİN

    Hrant Dink için İstanbul’da bir başka anma etkinliği Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılacak. Filmlerin gösterileceği, şarkıların seslendirileceği geceye, 45′lik Şarkılar, Aynur, Bartev, Bennu Yıldırımlar, Birol Topaloğlu, BGST Dansçıları, Çıplak Ayaklar Kumpanyası, Ruhi Su Dostlar Korosu, Erkan Oğur, Hayko Cepkin, İsmail Hakkı Demircioğlu, Kardeş Türküler, Lale Mansur, Lusavoriç Korosu, Mahir Günşiray, Metin & Kemal Kahraman, Michael Ellison, Nişan Şirinyan, Sahakyan Korosu, Sayat Nova Korosu, Tiyatro Boğaziçi, Zeynep Tanbay sahne alacak.


    TİLİLİLİ SES ENSTALASYONU

    Gecede “tililili” adı verilen ses enstalasyonu gösterisinde ise Hrant Dink’in yazıları; Memet Ali Alabora, Okan Bayülgen, Haluk Bilginer, Yetkin Dikinciler, Halil Ergün, Pakrat Estukyan, Arsen Gürzap, Banu Güven, Nejat İşler, Tuncel Kurtiz, Fikret Kuşkan, Ömer Madra, Lale Mansur, Meral Okay, Dolunay Soysert, Nur Sürer, Çetin Tekindor, Deniz Türkali ve Serra Yılmaz tarafından seslendirilecek.


    ANKARA’DA YÜKSEL CADDESİ’NDE

    Dink için Ankara’da da bir eylem düzenlenecek. Yazarı olduğu Birgün Gazetesi önünde toplanacak olan protestocular buradan Yüksel Caddesi’nde bulunan İnsan Hakları Anıtı önüne kadar yürüyerek. Burada yapılacak basın açıklamasının ardından Dink’in arkadaşları bir konuşma yapacak. Şiirler okunacak ve Ermenice ezgiler seslendirilecek. Eylemde Agos ve Birgün Gazeteleri de satılacak. Ankara’daki eylem 15:30’da başlayacak. Öte yandan Dink’in doğduğu yer olan Malatya’nın Çavuşoğlu Mahallesi’nde de bir basın açıklaması yapılması planlanıyor.

    14.01.2008

    GAZETEPORT

    #28557
    Anonim
    Pasif

    Hrant Dink türkülerle anıldı

    DHA

    Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, Bakırköy’deki evinin önünde türklülerle anıldı.

    Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) düzenlediği etkinlikle anıldı.Bakırköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde “Hrant’ı Anlamak” adı altında düzenlenen etkinlikte Hrant Dink’in eşi Rakel Dink duygu dolu anlar yaşandı.

    ERMENİCE SARI GELİN

    Ermenice söylenen “Sarı Gelin” türküsüyle başlayan programda, “Dostlar Korosu” da sahne aldı.

    Anma etkinliğine, ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen, Hrant Dink’in kardeşi Orhan Dink, ağabeyi Levent Dink, Hrant Dink’in çalışma arkadaşı gazeteci Aydın Engin de katıldı.

    14.01.2008

    HÜRRİYET

    #28558
    Anonim
    Pasif

    215b.jpg
    Cengiz ÇANDAR
    cengizcandar@referansgazetesi.com

    Hrant’a ne diyebilirdim?

    Bugün ayın 16’sı. Ocak 2008’in 16’sı. Geçen yıl bugün Hrant daha ölmemişti. Öldürülmemişti. Üç gün sonra, ayın 19’unda Hrant gitti.Götürdüler. Bir daha gelmedi. Onu bir daha görmedik.

    Ayın 18’inde “güvercin tedirginliği” yazısı, son yazısı matbaaya verilmişti. O yazısını geçen yıl bugün mü yazmıştı acaba? Bilmiyorum. Ama, o yazıya yansıttığı duygular, geçen yıl bugün, bütün yoğunluğuyla önü kaplamıştı. Onu bugün biliyorum.

    Ayın 19’unda dağıtılan Agos’ta o yazısı, son yazısı vardı. Hani, “güvercin tedirginliği” duyduğunu anlattığı, “Ama bu ülkede güvercinleri vurmazlar” diye yazdığını, bunu “bilmenin” ona tüm can kaygısı altında “yaşam güvencesi” verdiğini aktardığı yazısı.

    Yanıldı.

    Onu, 19’unda vurdular. Bu ülkede “güvercinler”in vurulduğunu o da öğrendi. Biz de.

    O gitti. Biz, onu tanıyanlara muazzam ve kolay kolay silinmeyecek bir “vicdan azabı”nı miras bıraktı. Hepimiz, herkes, onu tanıyanlar, yakından bilenler kendilerini o gün bugündür suçlu hissettiler.

    Kendimden biliyorum. Hrant’ı en son Aralık 2006’da, ölümünden bir ay önce görmüştüm. “Kürt sorunu” başlıklı bir panelde beraberdik. Benim arkamdan, o konuşmuştu. O akşam, Orhan Pamuk’un Nobel ödülü kazanmasından ötürü, İstanbul’da bir yerde kutlama yemeği düzenlenmişti. Orada buluşacağımızı sandım. Ayrılırken, “akşam görüşeceğiz” dedim. “Ben gelmiyorum” dedi. “Saçmalama, niye?” dediğimi hatırlıyorum. “Çünkü” diye cevapladı, “Ben, orada görünürsen, Orhan’ı zora sokarım. Bütün basın orada yığılacak. Beni görürlerse, Orhan’ın o malum açıklamasını gündeme getirirler.”

    Yine, “saçmalama” dedim, ne gibi bir sıkıntı içinde ruhunun bir mengene içinde sıkıştırıldığını hiç anlamamıştım. 301’den yargılandığı ve hatta mahkum olduğu, o olaylı mahkeme safahatı bile, bana öylesine “normal” gelmişti ki. Burası, Türkiye idi. Hepimizin, herkesin başına böyle şeyler geliyordu. Onun “Hrant” olduğunu, dolayısıyla “özel” olduğunu aklıma getirmemiştim.

    *** *** ***

    Bütün bunları fark etseydim, ne değişirdi?

    İşi gücü bırakıp, başının etini yerdim. “Git oğlum” derdim. “Git, uzaklaş. Dışarı çık. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve hatta genel seçimlere kadar, ortalıkta dolaşma…”

    Ne bileyim, belki etkisi olurdu. Bir çoğumuz bunları ona söylesek, onlarca kişi bastırsak, belki, bir süre onu uzaklaştırırdık. Belki, yaşıyor olurdu.

    Belki de olmazdı. Önemli olan, hepimizin, bir çoğumuzun Hrant öldürüldükten sonra, geriye bakıp. Ona ilişkin “gereğini yapmamış” olduğumuzun koyu “vicdan azabı”nın içimizde yer etmesi.

    Sanki biz “O.S.” imişiz, sanki Yasin Hayal, Erhan bilmem kim imişiz gibi, bir duyguya kapıldık. Onun öldürülmesini engellemek için gereğini yapmadığımız için.

    Bu, “bireysel” bir sıkıntı; tek tek her birimizde. Hiçbir “teselli”nin ve “rasyonel” açıklamanın üstünden gelemeyeceği cinsten. Oysa, pekala farkındayım/farkındayız ki, Hrant’ın öldürülmesi, bir “büyük proje”nin eseriydi. Bizim gücümüzü aşan bir “büyük proje.”

    Ama, bu “bilgi”, bizim açımızdan “gereğini yapmamış” olduğumuz ve dolayısıyla “vicdan azabı” duygusunu ortadan kaldırmıyor.

    *** *** ***

    Hrant, tüm dokuları itibarıyla bir “umuda yolculuk” idi. Ölümünden, öyle kahpece, bir “büyük proje” sonucu öldürülmesinden bile “umut” üretecek bir şeyler bulmaya bakardı. Biliyorum. Çıkıp gelse –olmaz ya- öldürülmesinin Türkiye için nasıl “işlevsel, olumlu” bir yönü olabileceğini bize anlatmaya kalkardı.

    2007’ye onun öldürülmesiyle giriş yaptık. Aynı yıl içinde, Türkiye, yakın tarihinin en ağır “anayasal krizi”ni yaşadı; yeni, internet aracılığıyla bir “askeri müdahale” daha yaşadık. Olan-biten sonucunda bir “muhteşem sonuç” ortaya çıktı. Türkiye halkı, “askeri müdahale”ye 22 Temmuz seçimlerinde “yüzde 47” ile cevap verdi. Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı seçildi.

    Sonra ne oldu?

    Ak Parti, iktidar oldu; Kürt meselesinde “siyasi çözüm” kavramından soğumaya başladı. “Şiddet ortamı”nda, “teröre karşı başka yol olmaz” basmakalıp söylemi üzerinden “asker”le müthiş bir “uyum” sergiler görüntü verdi. Yani, “iktidar”ı sevdi. “Bekara karı boşamanın kolay olduğunu” kavrayarak, “çevre” ile “merkez”in, “seçim yoluyla oluşan siyasi iktidar” ile “geleneksel bürokratik iktidar”ın “Katolik nikahı”nı gerçekleştirmek için “evlilik kağıtlarını askıya çıkarmaya” girişti.

    Türkiye’nin “demokratik dönüşümü” anlamına gelen “AB süreci”ni savsaklıyor. Demokratik reformları boşluyor. Hrant öldürüleli beri, Türkiye’ye AB kapılarını kapatmaktan yana olan Fransa’da Sarkozy Cumhurbaşkanı seçildi. Ak Parti’nin, “geçerli bahanesi” de böylece ortaya çıktı. “Günah”ı, AB’nin üzerine yıkarak, demokratik reformlar konusunda kılını kıpırdatmıyor.

    Ak Parti, AB’yi savsaklayalı beri, İstanbul’un orasına burasına dikilen bayrak sayısında esaslı bir artış oldu. “Kopenhag kriterleri olmazsa, Ankara kriterlerini hayata geçirir; yola geçirir, yolumuza devam ederiz” lafta kaldı.

    Nereden mi biliyoruz?

    Hrant’tan sonra, Malatya’da hunharca Hristiyanlar doğrandı. Hristiyan din adamlarına tehditler ve saldırılar arttı. Emniyet ve yargı, bu konuda pek bir hareket içinde değil. Şemdinli sanıkları serbest, neredeyse terfi ettirilerek sokaklarda. Dağlıca’da esir düşen askerlerin komutanları düğün-dernekte, askerler hapiste, ağır ceza baskısı altında yargılanıyor.

    Heybeliada Ruhban Okulu meselesinde, Vakıflar Kanunu’nda, bu konulara AB’nin 2007 Türkiye İlerleme Raporu’nda değinilmesine rağmen, hiçbir ilerleme yok.

    Başbakan, İspanya’da “Medeniyetler İttifakı” konusunda söylev veriyor. Zapatero, efendi bir adam olmalı, “Kendi ülkenizde gayrımüslim azınlıkların anası ağlıyor; siz, nasıl oluyor da, ‘Medeniyetler İttifakı’ndan söz ediyorsunuz” demiyor.

    301?

    301 mahkumu Hrant’ın ölümünün birinci yıldönümünde, .yerli yerinde duruyor.

    Hrant, çıkıp gelse –öyle bir şey olmaz ya- “Benden sonra ne oldu?” diye sorsa, ne diyebilirdim?

    “Rahat uyu; kanın yerde kalmadı” diyebilir miydim?

    Hrant’a ne diyebilirdim?

    16.01.2008

    HÜRRİYET

    #28559
    Anonim
    Pasif

    http://www.yenisafak.com.tr/resim/site/ali_bayramoglu1_b.jpg%5B/IMG%5D
    Ali Bayramoğlu
    alibayramoglu@tnn.net

    Hrant Dink hâlâ uyarıyor

    Cumartesi günü tam bir yıl olacak. Hrant Dink’in 19 Ocak 2007 günü Agos’un önünde öldürülmesinin üzerinden bir yıl geçti.

    Kara sayfalarla dolu bir yıl…

    Hrant’tan sonra Malatya vahşeti yaşandı. 4 misyoner boğazları kesilerek katledildi.

    İzmir’de bir rahip vuruldu.

    Alanya’da bir başka rahibe yönelik saldırı son anda engellendi.

    Dink’in davalarında boy gösteren, ona tehdit yollayan, yazıları hakkında şikayet dilekçelerini emir almışçasına otomatiğe bağlayan isimlerin, emekli askerlerin, Danıştay saldırısına bulaşık “yeni türedi kuvvayı milliyeciler”in yer aldığı Ümraniye çetesi, silah depoları, kontragerilla dokümanları, gizli belgelerle ele geçirildi.

    JİTEM adını kullanan, Yeşil’in eski yardımcısı Zakir Selvi’nin başını çektiği haraç çetesinde muvazzaf subayların, görevde memurların olduğu ortaya çıktı.

    Kayıp büyük, utanç büyük, vahşet büyük…

    Peki alınan yol?

    Yok denecek kadar az…

    Belki de gidiş geriye doğru…

    Değil mi ki, soruşturma safhalarında ortaya çıkan kimi gerçekler, izlenen adli politika ve yol suç ve suçluyu ortaya çıkarmaktan çok, yeni suç alanları oluşturdu.

    İşte size Ümraniye çetesi: Devlet sırrı engeline takıldı.

    Malatya davasında inanılmaz ilişkiler ortaya çıktı. Mağdurları töhmet altında bırakan iddianame, Özel Harekat elemanları ve savcılarla temaslar, sokak ile devlet çetelerinin elele verdiği manzara dehşet verici…

    Dink’in katledilme yıldönümüne işte böyle yaklaşıyoruz…

    Bu davanın bir vicdan, bir ahlak, bir namus davası olduğunu söyledik bir yıl boyunca…

    Bu dava aydınlanmazsa çetelerin cirit atmaya devam edeceğini, yeni kahraman adaylarının ortaya çıkacağını, yeni cinayetlerin işleneceğini, kanlı ellerin cür’et açısından önü alınamaz hale gelebileceğini söyledik…

    Bugün bakın neredeyiz…

    Peki yarın nerede olacağız?

    Dink davasını izleyin bu sorunun yanıtı için…

    Bilin ki sorun sadece katiller, tetikçiler değil… Sorun katilleri harekete geçiren ve hâlâ hareket halinde olan mekanizma… Ve bunun üzerine gitme niyeti olan yok…

    Hrant Dink cinayeti dosyası bu açıdan da tipik bir örnek…

    Neyin yapılıp neyin yapılmadığını, izleri sürmenin nereye kadar mümkün olduğunu ve izlerin bizzat kendilerini ortaya açık bir şekilde koyuyor Dink dosyası…

    Devlet çetelerinin bu işteki payı ve garip ihmaller silsilesi önümüzdeki asıl meseledir…

    Dink Davasını İzleme Grubu’nun raporunun bir kesitini birlikte okuyalım:

    “Cinayet öncesinde ve sonrasında, cinayetin tetikçilerinin cinayete hazırlandığı yer olan Trabzon ile cinayet mahalli olan İstanbul ve bütün istihbari bilgilerin toplandığı yerde yani Ankara’da görev yapan kimi güvenlik güçlerinin şüpheliler ile ilişkileri, kast, olası kast veya ihmal düzeyinde bu suçun işlenmesine katkıları, olay sonrası suç delillerini gizlemeleri, saklamaları, suçu ve suçluyu övme eylemleri gizlenemez biçimde ortaya çıkmıştır.

    “Bütün bu eylemlerin bizzat soruşturma savcılarınca da tespit edilmesine rağmen bu görevlilerin ana davaya dahil edilmeyip iddiaların soruşturulması için Trabzon Cumhuriyet Savcılığı’na gönderilmesi de soruşturmadaki bütünlüğün parçalanmasına, yargılamanın bütün üzerinden değil parça üzerinden yürütülmesine neden olmuştur…”

    Bu “parçalanma” aslında “Dink cinayetinin gerçek yüzüne götüren derin yolun tıkanması”dır…

    Tıkanan yolun sonunda bu sistemin ana sorunları, karanlık yüzlerinden birisi bulunuyor…

    Hrant Dink hâlâ uyarıyor…

    17.01.2008

    YENİ ŞAFAK

    #28560
    Anonim
    Pasif

    215b.jpg
    Cengiz ÇANDAR
    cengizcandar@referansgazetesi.com

    Hrant namına…

    Bugün Ocak’ın 18’i. Geçen yıl bugün Hrant’ın ertesi güne uyanabildiği, 24 saatini de yaşayabildiği ömrünün “son günü”ydü. Hrant, 18’i sonuna kadar yaşadı. 18’inde yattı, 19’unda kalktı. 19’unda yatağında yatamadı. 20’sinde uyanamadı. Geçen yıl bugün, Hrant’ın son “tam günü” idi.

    Ertesi gün, güpegündüz, bir öğleden sonra, arkasından vurdular onu. Öldürmenin en korkakça, en kalleşçe yoluyla.

    Ceplerinde bayrak taşıyanlar, bayrakla fotoğraf çekmeye, çektirmeye meraklı olanlar; onun öldürülmesi üzerine bayrak önünde ve elde bayrakla “hatıra fotoğrafı” çektirenler, bayrak düşkünleri, korkaklar ve kalleşler…

    O gün bugündür, İstanbul’un bayrak ormanına çevrilmesini, bayrak direklerinin giderek boyunun yükseldiğini, bayrak boyutlarının giderek genişlediğini gördüğümde, bayrakların sayısı arttıkça, bayrakların enleri genişledikçe, bayrak direklerinin boyu büyüdükçe; bayrağımızın değerinin azaltıldığını düşünüyorum.

    Tedavüldeki para çok olduğunda, para arzı yüksek olduğunda, paranın değeri nasıl artmıyor; tam tersine düşüyor ve azalıyorsa, bu da öyle bir şey. Enflasyon, değer yitirten bir şey. Kötü bir şey. Para enflasyonu, ekonomide “olumsuzluk” ifade ediyorsa, “bayrak enflasyonu”nun toplumsal yaşamda ve kent estetiğinde olumlu bir şey ifade etmesi mümkün olabilir mi?

    Asıl önemlisi, “bayrakmania” ile Hrant cinayeti arasındaki bağlantı. Hrant’ın katil zanlıları ile güvenlik güçleri “bayrak önünde” fotoğraf çektirmediler mi? Hrant öldürüldükten sonra, bu “bayrakmania” artmadı mı?

    Bayrağı en çok kullananların, bayrağın altına en çok sığınanların korkak ve Hrant’ı arkadan vuracak kadar da kalleş olabilmeleri ne anlatıyor? Ne anlatmalı?

    İstanbul, ne 1453’te, ne Kurtuluş Savaşı’mız’ın ardından Refet (Bele) Paşa. İstanbul’un kurtuluşunu ilan etmek üzere “Milli Kuvvetler”in başında şehre girdiğinde bu kadar bayrakla donanmamıştı. Ne 29 Mayıs Fetih Günü gravürlerinde, ne 6 Ekim 1923 fotoğraflarında, bugünkü manzarayı görmüyoruz.

    Peki, bu, neyin nesidir? Şehrimizin her karışını kimden alıyoruz; kimden zaptediyoruz? Bu nasıl bir “güvensizlik”, nasıl bir “aşağılık kompleksi”, nasıl bir hastalıktır bu?

    *** *** ***

    Üzerinde ciddi hem de çok ciddi durmayı gerektiren bir “siyasi hastalık”, hem de topluma sirayet ettirilmek, “bulaştırılmak” istenen ve önemli ölçüde de başarılan ve böylece bir yandan da bir “toplumsal hastalık” durumu söz konusu.

    Ve, “hastalık” ne yazık ki, Hrant’la da ilgili. Hrant’ı bizden alıp götüren “hastalık” da buydu işte.

    Hrant Dink cinayeti, tam da bu durumu “simgelediği” için çok önemli; “hastalığı ortaya çıkarttığı” için çok önemli..Dolayısıyla, toplumumuz ve yakın tarihimiz bakımından çok .önemli bir olaydı Hrant’ın öldürülmesi. Bir “milad” sayıldı, sayılıyor, sayılacak..

    Bu ülke ve bu toplum, sonuç itibarıyla bir “milad” değeri taşıyan bir olayın derslerinden ya kendini yeniden üretir; ya da bu “milad”, aynı zamanda, toplumumuzun dokularına nüfuz ettiğini sezdiğimiz, toplumumuza bulaşması istenen bir “siyasi hastalık”ı da sergileyen en çarpıcı gelişme olmuş olduğu için; ülkenin ve toplumun yavaş yavaş, çok yavaş ama mutlak biçimde çürüyüp iflah olmaz bir hale dönüşmesinin de “miladı”nı ifade eder.

    Yılların ötesinden, ilerde insanlar, çürümüş, kokmuş, çözülmüş bir ülkenin bu hale gelmesinin “kilometre taşları”nı saptarlarken, “Hrant Dink cinayeti”nde gelip duracaklar ve bu gelişmenin neyin, neden “miladı” olduğunu görüp değerlendireceklerdir.

    Tersi de mümkün. Bu ülkenin ve bu toplumun bu “milad”dan kendini üretip, canlanması gibi.

    Hrant’ın cenazesinde yürüyen, Türkiye tarihinin en elemli, en vakur ve en dirençli cenaze töreninde yürüyen onbinlerce insan, işte bu ülke ve toplumun kendini 21.Yüzyıl’a uygun biçimde yeniden üretebilme yeteneğini ve gücünü temsil ediyorlardı.

    Nereden baksanız, çok, çok önemliydi Hrant’ın arkadan vurulması. Bir şeyin, bir şeylerin “milad”ı. Ondan sonra, hiçbir şey öncesindeki gibi olmayacaktı artık. Onun için “milad”.

    Ve, işte o yüzden, inatla size bir yıldır haykırıyoruz ey iktidar sahipleri ve sorumluluk koltuklarında oturanlar: Demeçlerle, açıklamalarla, taşra kurnazlıklarıyla filan, beyhude yere nefes tüketmeyin, zaman harcamayın.

    Hrant konusun ciddiye alın. Bu ülkede adalet duygusunun yeniden yerleşmesi de oradan geçiyor. Hrant konusunda, bir şey olmayacağı, yapılmayacağı kanısı güçleniyor; bu adalet duygusu, adalet inancı tükeniyor; haberiniz olsun. Bu inanç kalkar, öyle bir duygu yerleşirse, ülke de iflah etmez; siz de etmezsiniz, bunları biliyor olmalısınız.

    Bu ülkenin Hristiyanlarını, gayrı müslimlerini sürekli bir yok edilme korkusu içinde yaşamaktan çıkarın. Öyle yaşıyorlar. Bilesiniz. Haberiniz olsun. Sayıları tükenmiş, tümünü toplasanız toplamı İstanbul’da bir stadı dolduracak kadar kalmış insanlarda böyle bir duygu iklimini yerleştirmek, bir “Müslüman ayıbı” halinde hepimizin alnına yapışır. Sonra “Medeniyetler İttifakı”na kimse inanmaz. Buna imkan vermeyin.

    Bu ülkede herkesin “vatandaş” olarak yaşamasını sağlayın, Şu-bu değil; “vatandaş”. Bu hem sizin göreviniz; hem de bizim sizden isteğimiz ve beklentimiz..

    Bütün bunlar için, “devletin yeniden yapılandırılması” gerekecek. Güvenlik bürokrasisiyle, yargısıyla, devletin “tepeden tırnağa elden geçirilmesi” şart..

    Yapın. Arkanızda yüzde 47 var. Belki şimdi daha bile fazla. Korkmayın. Arkanızda yüzde 47 veya “47+” olduğuna göre, “bekar” değilsiniz, yani “kolay karı boşamak” gibi bir durumla karşı karşıya da değilsiniz.

    Yeter ki, Hrant konusunun bir “milad” olduğunu idrak edin. Edemiyorsanız, bunan, sizinle ilgili de bir “milad” olduğunu nasılsa bir gün edeceksiniz. Öyle ya da böyle.

    *** *** ***

    Geçen yıl bugün 15 Eylül 1954’te dünyaya gelen Hrant’ın, toplam yaşamında toplamını yaşadığı son gündü. Yarın ölecek Hrant. Korkakça ve kalleşçe arkasından vurularak…

    Arada bir aklıma takılıyor; gittiği yerden bize bakıp seyrediyor mu; konuştuklarımızdan haberdar oluyor mu acaba Hrant? Yazılıp-çizilenleri okuyor mu? O, ne diyor acaba?

    Böyle bir şey olamaz diyeceksiniz değil mi? Ama bilmiyoruz ki. Bilemeyiz ki. Onun gittiği yere gitmeden bilinebilecek bir şey de değil ki bu. Oraya gitmemiş olanların bilebileceği bir şey değil ki?

    Hrant, ne yapıyor, ne ediyor; ne diyor; biz, bunu, buradan, hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

    Hrant’ı geçen yıl susturdular. Söz sırası bizde.

    Hrant konuşmuyor. Hrant namına biz konuşuyoruz!

    18.01.2008

    HÜRRİYET

    #28561
    Anonim
    Pasif

    Dink cinayetini 4 kişi organize etti

    4797190.jpg

    Ali DAĞLAR/İSTANBUL

    Hrant Dink cinayetiyle ilgili, Trabzon Jandarma Komutanlığı’na ait şok bir rapor çıktı. Cinayetin ayrıntılarının katil zanlısı O.S. yakalanmadan 1 saat önce bilindiğini gösteren rapora göre, cinayeti, Yasin Hayal organize etti. Onun önderliğinde 4 kişilik grup, Dink’i evi ve Agos gazetesi arasında izledi, keşif yaptı ve öldürdü.

    HRANT Dink cinayeti sonrası jandarmanın hazırladığı bir belge, cinayetin ayrıntılarının katil sanığı O.S. yakalanmadan 1 saat önce bilindiğini ortaya çıkardı. Dink davası dosyasında bulunmayan belge, Jandarma Astsubay Okan Şimşek ile Uzman Çavuş Veysel Şahin’in görevi ihmal suçundan 2 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacağı dosyadan çıktı. Belgede, Dink’i, Yasin Hayal’in organize ettiği ’4 kişilik bir grubun’, İstanbul’a giderek evi ile çalıştığı Agos Gazetesi arasında keşif yaparak öldürdüğü iddia ediliyor.

    RAPORDAKİ KAYIT Trabzon Asliye Ceza Mahkemesi’nde 22 Ocak’ta hakim karşısına çıkacak sanık Jandarma Astsubay Okan Şimşek ile Uzman Çavuş Veysel Şahin’in dosyasında, dönemin Trabzon İl Jandarma Komutanı Kıdemli Albay Ali Öz imzasını taşıyan ’Haber Kayıt ve Bildirim Formu’, katil zanlısı O.S.’nin Samsun otogarında yakalandığı 22.30’dan bir saat öncesinde 21.30’da kayıt altına alınmış. Formda, şu ifadeler yer alıyor:

    “19.01.2007 günü İstanbul Şişli ilçesindeki Agos gazetesinin kurucusu ve genel yayın müdürü olan Ermeni asıllı Hrant Dink’in öldürülmesi olayı ile ilgili olarak;

    a) Hrant Dink’in son dönemlerde Türkiye aleyhine yapmış olduğu konuşmalara tepki olarak Trabzon ili Pelitli beldesinde ikamet eden… 24 Ekim 2004 yılında Trabzon’daki McDonald’s isimli işyerine patlayıcı madde koymak suretiyle eylem yapan Yasin Hayal’in organize ettiği,

    b) Şahısların dört kişi olduğu, açık kimliklerinin tespit edilemediği, İstanbul’a gittikleri, ev ile Agos gazetesi arasındaki güzergáhın keşfinin yapılarak krokilerini hazırladıkları,

    c) Olayda kullanılan silahın temin edilebilmesi için Yasin Hayal’e 500 YTL para gönderildiği ve Ardeşen el yapımı silahı temin ettiği yönünde bilgilerin elde edildiği,

    d) Televizyon kanallarında gazeteci Hrant Dink’i öldüren şahsın yayınlanmış olduğu görüntülerden Yasin Hayal’in yakın arkadaşı O.S. isimli şahıs olduğu…

    KAPIYA DAYANAN MASKELİ Bilgi notunda imzası bulunan İl Jandarma Komutanı Albay Ali Öz ve diğer jandarma görevlileri, Yasin Hayal’in eniştesi Coşkun İğci’nin cinayet öncesi ihbarda bulunduğu iddialarını kabul etmemişti. Belgeye yansıyan bilgilerin kaynağı ise bilinmiyor. Jandarma belgesine yansıyan ev ve işyeri arasında keşif iddiası, cinayet sonrası Dink’in eşi Rakel Dink’in iddialarını yeniden gündeme getirdi. Rakel Dink, cinayetten 3 ay önce evlerine gelen iki sivilin komşularından kendilerini sorduğunu belirterek, “Biz yurt dışındaydık. Eşimin öldürülmesi olayından sonra kapıcı üç ay evvel kapıya iki kişinin geldiğini, birinde yüz maskesi olduğunu, arada sırada elini beline doğru attığını söylemişti” demişti.

    Aynı yer ve saatte Dink için sessiz duruş

    AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, suikaste uğramasından tam bir yıl sonra, yarın, vurulduğu yerde aynı saatte, sevenleri ve ailesi tarafından anılacak. Harbiye’deki Agos Gazetesi önünde saat 15.00’de toplanacak olan kalabalık ellerinde “Hrant için, Adalet için” yazılı lolipoplarla sessizce durarak cinayeti ve sonrasında ortaya çıkan kirli ilişkiler ağını protesto edecek. Yarın gece saat 20.00’de Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde düzenlenecek anma gecesinde ise Dink şarkılar ve ve belgesellerle hatırlanacak. 20 Ocak Pazar günü ise sevenleri Kumkapı’daki Meryem Ana Kilisesi’nde yapılacak ayinin ardından saat 13.00’de Hrant Dink’in Zeytinburnu’ndaki Balıklı Ermeni Mezarlığı’ndaki kabri başında toplanacak.

    Dink’e sıkılan kurşun umarım son olur

    TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül, Hrant Dink’in birliği ve kardeşliği içine sindiremeyenlerin hedefi olduğunu vurgulayarak, “Katillerinden daha çok bu ülkeye bağlıydı. Umarım, bu kurşun farklı kimliklere sıkılan son kurşun olur” dedi. Üskül, Dink’in ölümünün birinci yıldönümü nedeniyle TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı gündem dışı konuşmada, hükümetin cinayeti samimi ve duyarlı bir şekilde aydınlatmaya çalıştığını savunarak, şunları söyledi: “Dink cinayeti, toplumumuzun kalbine sıkılan bir kurşun oldu. Farklı kimliklere, kardeşliğe sıkılan bu kurşun umarım son kurşun olur. Hiç kimse çeteleri, çapulcuları, teröristleri kollayarak bu ülkenin kardeşliğine hizmet ettiğini sanmasın.”

    18.01.2008

    HÜRRİYET

    #28562
    Anonim
    Pasif

    Dink cinayetinde bir ‘büyük abi’ daha

    Yasin Hayal’in ağabeyi Osman, Dink cinayeti günü İstanbul’daymış

    TİMUR SOYKAN (Arşivi)

    DEMET BİLGE ERGÜN (Arşivi)

    Tanıkların cinayet yerinde görerek Yasin Hayal’e benzettiği kişi ağabeyi Osman Hayal miydi?

    İSTANBUL – AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülüşünün yıldönümü yaklaşırken, dava sürecini etkileyecek çok önemli bir bilgi daha ortaya çıktı. Cinayetin azmettiricisi iddiasıyla tutuklu bulunan Yasin Hayal’in ağabeyi Osman Hayal’in cep telefonunun cinayet günü İstanbul’dan sinyal verdiği anlaşıldı. Bunun üzerine ağabey Hayal’in ifadesine başvuruldu. Cinayetten bir yıl sonra ifade veren Hayal, olay günü İstanbul’da olduğunu kabul etti. Oysa cinayetten sonra ağabey Hayal, kardeşi Yasin ve ailesiyle birlikte Trabzon’da olduğu yönünde gazetecilere açıklama yapmıştı. Cinayetten sonra bazı tanıklar cinayet yerinde Yasin Hayal’e çok benzediğini söyledikleri ikinci bir kişiden bahsetmişti. Şimdi Osman Hayal’in kardeşine ne kadar benzediği merak konusu.

    Dink’in 19 Ocak 2007’de öldürülmesinden sonra başlatılan soruşturma kapsamında Yasin Hayal, tetikçi O.S.’yi azmettirmekten yakalanmış ve tutuklanmıştı. Soruşturma sırasında Hayal’in olay günü İstanbul’da olduğu yönündeki iddialar üzerine Hayal ailesi, o gün Trabzon’da olduklarını ve cinayeti televizyondan öğrendiklerini söylemişti. Osman Hayal’in 4 Şubat’ta gazetelerde yer alan Doğan Haber Ajansı’na (DHA) verdiği demeç şöyleydi:
    “Olayın meydana geldiği 19 Ocak Cuma günü annem Huri, babam Bahattin, Yasin ve ben birlikteydik. Yasin cuma namazına gitmiş gelmiş ve çekyatta uzanmıştı. O sırada Dink’in öldürüldüğü haberi verilmeye başlandı. Haberi hep birlikte izledik” demişti. Baba Bahattin Hayal de cinayetten sonraki ifadesinde oğullarıyla evde olduğunu söylemişti. Bu anlatımlara karşın soruşturma sürerken, Osman Hayal’in cep telefonunun cinayet günü İstanbul’dan sinyal verdiği bilgisine ulaşıldı.

    13-20 Ocak’ta İstanbul’da

    Dava dosyasındaki belgelere göre Osman Hayal’in kullandığı 0538’le başlayan cep telefonu 13 Ocak’tan itibaren İstanbul’dan sinyal verdi. 19 Ocak’ta yani Hrant Dink’in öldürüldüğü gün Hayal’in telefonu İstanbul’dan sinyal veriyordu. Hemen ertesinde 20 Ocak’ta 16.28’den itibarense telefon yine Trabzon’da görülüyordu.

    Bunun üzerine İstanbul Cumhuriyet Savcılığı 12 Aralık 2007’de ağabey Hayal’in yaşadığı Trabzon Cumhuriyet Savcılığı’na bir yazı göndererek, şöyle dedi:
    “.. iletişim detayları kapsamında şahsın cinayet günü öncesi ve sonrasında hangi amaçla Trabzon’dan İstanbul’a geldiği ve geri döndüğü, İstanbul’da bulunduğu süre içerisinde ne gibi faaliyetlerde bulunduğu, kimlerle görüştüğü, haklarında kamu davası açılan sanıklarla o dönem içerisinde irtibatının olup olmadığı konularında ifadesinin ayrıntılı olarak tespiti…”

    ‘Dayımın yanındaydım’

    Yazı üzerine ağabey Hayal, 17 Aralık’ta Trabzon Cumhuriyet Savcılığı’na ifade verdi. Hayal’e cinayetin işlendiği 19 Ocak’ta nerede olduğu soruldu. Cinayetin olduğu zaman Bodrum Kızılağaç Köyü’nde bir restoranda çalıştığını anlatan Hayal, ifadesine şöyle devam etti: “Bodrum’dan İstanbul’a akrabalarım olduğundan, onları ziyarete gitmiştim. Ümraniye’de dayım vardır. Dayımın yanına misafir gitmiştim. Hatırladığım kadarıyla İstanbul’da en fazla iki gün kaldım. Daha sonra Trabzon’a döndüm. Bu arada Sarıgazi Eski Ankara Caddesi Tüylüoğlu Ekmek fırınında çalışıyordum. Oraya da ziyaret maksadıyla gitmiştim. İstanbul’da iş aradım. Ancak iş bulamadığımdan Trabzon’a gittim. … Telefon konuşmalarının tamamı arkadaşlarımla yapmış olduğum görüşmelerle ilgilidir.” İstanbul Savcılığı’nın ayrıntılı ifade istemesine karşın ağabey Hayal’in bu kısa ifadesi dosyaya konuldu.

    Bazı tanıklar cinayetten sonra verdikleri ifadelerinde cinayet mahallinde Yasin Hayal’e çok benzeyen biri olduğunu, O.S.’nin tetiği çektikten sonra bu kişiye bakıp gülümsediğini söylemişti. Ağabey Hayal’in bu ifadesi şüpheleri daha da artırdı.

    Osman Hayal’in telefon dökümlerinden Mc Donald’s bombalamasından sonra Yasin’i Ümraniye’deki evinde saklayan Hüseyin Özçiçek’le de görüştüğü anlaşıldı.

    Polisin ‘yok’ dediği fırıncı

    Osman Hayal, ayrıca Trabzon Emniyeti’nin istihbarat evrağında ‘Yasin Hayal’in saklanabileceği yer’ olarak belirttiği, ancak İstanbul polisinin incelemediği adresle de temasa geçti. Osman Hayal, bu adresteki Tüylüoğlu Fırını’nın sahibi Kemal Tüylüoğlu’yla konuştu. İstanbul Emniyeti’ni ihmallerini soruşturan müfettişler ‘Tüylüoğlu fırınını ortaya çıkarmıştı.

    18.01.2008

    RADİKAL

15 yazı görüntüleniyor - 31 ile 45 arası (toplam 89)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.