Tarihi malümatlanış ve Tanrı ilhamı…

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #26844
    Anonim
    Pasif

    Sık sık farkına varılabilecek bir şey, foruma gelen soru türlerinde… Hep bir tarihi sadakat aranıyor Yeni Ahit metinlerinde… Hz. İsa Mesih’in giysisi ne renkmiş, İnciller’in yazarlarından biri ‘bej’ demişmiş, biri ‘beyaz’ demişmiş falan türünden. Ortada niteliği ve biricikliği besbelli, koca bir hayat önerisi varken bu gibi ‘detaylara’ takılmak niye… hele bir düşünsün bu gibi şeylere takılanlar.

    Gerçek bir Hristiyan, Yeni Ahit metinlerinin tümünün sahte olduğu kanıtlansa, hem de en dayanılır tarihi verilerle, yine Hristiyan kalır. Çünkü kendisini Yeni Ahit’in önerdiği hayat yaklaşımında tutan tarihi veriler değildir. Orda önerilen hayat yolunun insanın varlığının anlam ve çıkar yol bulabilmesi için tek yol olduğunu idrak etmiş olmasıdır. Bunu idrak etmesi ise bizzat Tanrı ilhamı ve vahyindendir.

    Yeni Ahit tümden uydurulmuş bir hikaye bile olsa gerçek anlamda Hristiyan olan, yani varoluşun en temel meseleleri konusunda ‘aydınlanmış’ olan kişi, tüm ‘bilimsel’, ‘tarihi’ verilere dayalı hayat önerilerini bir kenara iter, Yeni Ahit ile yola düzülür yine.

    Üzerinde durulması gereken, herşeyiyle somut mu somut bir hayat önerisiyle hemfikir olup olmadığımız. Sorun orda… İncil zamanlarında, İsrail’de sandalet yapımında kullanılan deri türünün hangisi olduğu, bu konuda tarihçiler arasında bir anlaşmazlık olup olmadığı değil. Şu anki, ister kişisel, ister toplumsal düzeydeki hayatımızı etkileyecek olan hayat anlayışı ve yaklaşımlarımızdır. Üzerinde durulması gereken de onlardır, dolayısıyla.

    Kaldı ki Yeni Ahit’in orijinalliğininin zerresinin dahi ‘bilimsel’, ‘tarihi’ yollardan çürütülmüş olduğu da yok (1). Ama Yeni Ahit’in, ‘bilimsel’ yollardan tarihi dayanırlılığı çürütülebilecek olsa… düşünün bir de, başka metinlerin dayanırlılığının çürütülebilmesi ne kadar kolay olur. İnançları ‘tarihi dayanırlılık’ türünden anlayışların üzerine inşa edilmiş olanların hali içler acısıdır elbet. Tek sahih malümatlanış yolu olan Tanrı ilhamının çok uzaklarındalardır zira. Hayatları itiraf edilmesinden devamlı kaçınılan bir inandıklarının çürütülmesi kaygısı azabıyla geçmektedir, her gün. Ondandır ki en ufak bir eleştiride öfke veya ‘bilgelik’ riyası krizleri geçirirler. Ya küfreder, tehditler savururlar ya da buz gibilerdir. Dini olsun, milli olsun, siyasi olsun ve hatta… futbolla ilgili olsun ‘taraftar’ zihniyetinden beslenen ortamlarda çok kolayca rastlanan durumlardır bunlar.

    Tarih bir rivayettir neticede, ve öyle kalacaktır. Tarih’in tabiatı budur, istesek de istemesek de. Orijinal insaniyetini yeniden elde edebilmiş insan ise rivayetlere dayalı hareket etmez, rivayetleri dikkatlice dinler ama sonuçta kendi hayat takdiri ile hareket eder. Sağlıklı bir takdir gücü ise her tür kavmiyetçilik sakatlığının ötesinde, derin mi derin varlıksal bir adaleti gerektirir. Bu adalet duyusunu da sadece Tanrı’nın kendisi bahşeder insana.

    Hristiyan olanın bir tanımı da budur zaten: bilgisi rivayetlere değil, Tanrı’nın ilhamına dayalı olan kişi… Kilise cemaati mensubiyeti de bu gerçeğin bir dış tezahürüdür ancak.

    1. İşin ilginç yönü ‘bilimsellik’ dediğimiz kavramın gelişmesine en verimli toprak bulduğu toplumlar Hristiyan geleneği olan toplumlardır. Yeni Ahit’teki hayat yaklaşımı araştırıdan korkan bir hayat yaklaşımı değildir. Yukarıda izah edildiği gibi, geçerliliği tarihsel bir çürütülebilmeye tabi bir şey değildir de ondan.

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.