Nasil tartişirsin ?
- Bu konu 4 izleyen ve 3 yanıt içeriyor.
-
YazarYazılar
-
29. Ocak 2010: 9:23 #26742AnonimPasif
NASIL TARTIŞIRSIN ?
Sıkıştığında herşeyi inkar eden, siyaha beyaz; beyaza siyah diyen biriyle nasıl tartışırsın? İşine geldiğinde yalan söyleyen, her türlü sahtekarlığa başvuran ve buna ‘Takiye’ deyip kendini haklı çıkaran, vicdanını rahatlatan biriyle nasıl tartışırsınız?
Kendisi gibi düşünmeyen veya düşünüp de fikir değişmiş olanın kafasını kesen, her türlü terrörü uygulayan ama vicdanı asla sızlamayan, “Allah adına cihad yapıyorum” diyen bir mentaliteyle nasıl tartışırsınız?
Musa ve Harun’un kızkardeşi Meryem’i, bunlardan 1500 sene sonra yaşayan İsa’nın annesi Meryem olduğunu zanneden, bu hatayı 3 ayrı yerde vurgulayan ve bunu hâlâ daha çare üretip mazaret arayan, haklı göstermeye çalışan bir mentaliteye artık neyi, nasıl izah edersin?
Pers Kralı Ahaşveroş’un sağ kolu adamı olan Haman’ı, bunlardan 1000 yıl evvel yaşamış olan, Mısır Firavun’unun ordular komutanı zanneden bir Kitab’a ‘Allah Kelâmı’ diyenlerle ve buna inanmakta ısrar edenlerle tartışmanın ne anlamı var?
‘Hakikat’ ve ‘Cebrail’den gelen Vahiy’ diye diye, Yahudi masallarını hakikat zannedip kitaplarına yerleştiren, Zerduş Dinindeki (Zoroastrianism) Burak atıyla göklere çıkma hikâyesini aynen aktaran, Hindistan dinlerinden ‘Huri Kızlarını’ sahiplenen bir din mensubuyla, doğruları nasıl konuşacaksın?
Beş-altı yaşlarındaki çocuklarla evliliği mübah gören, dokuz yaşındakilerle gerdeğe gireni haklı çıkaran ve bunu günlük hayatında da uygulayan bir mentaliteye, Rab’bin Kutsallığını nasıl anlatacaksın? (5-6 yaşlarında 136 tane çocuk, 40-60 yaşlarındaki kocalara, ikinci, üçüncü ve dördüncü karıları olarak evlendirildi sadece birkaç yıl önce Hamas’ın Gaza’sında).
Yahudiler dışında hiçbir zaman, hiçbir ırktan, hiçbir peygamberin gelmediğini ve gelmiyeceğini; bunu Kutsal Kitab’ın söylediğini, açık ve net söylediğimiz halde ve bu tarihte de doğrulandığı halde, yine de, “Bana hiçbir mucize verilmedi, gaipten de bilgim yok” diyenin bir peygamber olduğunda ısrar edenlere başka ne diyeceksiniz?
“Kitaplarınız değişmiştir. Güvenilmezdir” deyip de, ‘bir satır’ bile eski nüshalardan önümüze ispat olarak koyamayanlardan; “Tevrat, Zebur ve İncil’i doğrulayıcı” olmak için gelmiş olan kendi kitaplarına bile ters düşme pahasına, Tanrı Kelâmı’nı inkârda yeminli gibi görünen bu insanlarla, “Tanrı Kelâmını koruyacak güçtedir” gibi bir tartışmaya nasıl girebilirsiniz?
Yürek değişmeden, Yeniden Doğmadan, yeni bir Ruh almadan, Kutsal olmadan Cennete gideceklerini terazilere bağlamış; her günahın bedelini sadaka ve oruçla ödeyebileceğini zanneden, bazıları için geçerli, bazıları için ise geçersiz olan bir ‘Allah Merhameti’ne güvenen ve bunu mantıklı bulan bir anlayışa, Tanrı’nın adaletini nasıl öğreteceksin?
Cenneti, ‘Huri kızlarıyla sonsuz bir seks alemi’ zanneden, yemişler ve şarap ırmakları ile dolu, dünyada yasak olan herşeyin sonsuza dek yaşanacağı bir yer ve böyle bir düşünceyi de ‘ruhsal’ zanneden gariban bir mentaliteye neyi anlatacaksın?
Mekke’de ‘Kara Taş’ etrafında dönmek ve her defasında taşı öpmek ve orda yapılan diğer bütün ibadetler, dağdan dağa koşmalar, aynen putperestler tarafından, islamdan önce de var idi ve yapılıyordu. Şimdi ise, bu eski şeyleri ‘Yeni ve en son din’ iddiası ile aynen Müslümanlar yapıyor. Bunları görmek istemeyenlerle neyi tartışacaksınız?
Dininin ‘Beş Şartı’nın bir tanesi bile, “Tövbe etmek, af dilemek, günahtan dönmek veya Kutsal olmak” gibi hiçbir söz içermiyen, böyle bir şarta gereksinim duymayan ve ‘Sevgi’ sözünden yoksun veya mikroskopla aranmasını gerektiren bir inanç mensubu ile ne konuşabilirsiniz?
Kendi kitabının bile, “Bakireden doğdu. O’na Ruh’umuzdan üfledik. O hamile kaldı. O Tanrı’dan bir Ruhtur. O Tanrı Kelâmı’dır. Meryem oğlu İsa, o Mesih’tir. Hiçbir günah işlememiştir. Göklere alınmış ve yeniden gelecek olandır” dediği halde, bütün bunları geçiştirmeye çalışan ve ‘ölümüne’ sıfırla çarpma gayreti içerisinde olan, inkarcı bir mentaliteye başka ne söyliyeceksin?
Bu yüzden defalarca söylüyoruz. Aç olanlara can feda. Ama tok olanlara vaktimiz yok. Bütün bunları ve bunlardan çok daha fazlasını bildiği halde, hâlâ düşüncelerinde ısrar edenler, kendi kendilerini mahkûm etmişlerdir. Bunlar, futbol takımı tutar gibi, din tutarlar. Dini, milliyetinin bir parçası sanıyorlar. Peygamberi ‘Arap’ ise, bu milliyetçiliğe girer; ‘Yahudi’ ise hainliğe. İnsanların kendileri hakkındaki düşüncelere, Rab’bin düşüncelerinden daha fazla önem veriyorlar. Tanrı’yı memnun etmektense, insanları memnun etmeyi yeğliyorlar. Sonra da gel, bunlarla tartış.
Rab’bi sadece ‘Arayanlar’ bulacaktır. Bilmek istemeyenler değil. Rab, arayan yürekleri bereketlesin.
29. Ocak 2010: 12:37 #34350AnonimPasifKemal abinin dediklerine bir de şu çok önemli noktayı eklemek gerekiyor: Tamam, belki biri cennet diye sonsuza dek seksli, içkili, dünyada yasaklanmış şeylerle dolu bir yer tasavvur ediyordur. Belki buna inanmayı da istiyordur. Belki başkalarının kutsal kitaplarını tahrif edilmiş buluyordur. Belki gerçeğin tekelinin elinde bulunduğuna inanıyordur falan filan. Bunlara inanması hakkı bir bakıma. Kimseye dokunmadığı sürece inanmasında bir mahzur yoktur. İnsan çok tanrıcı bile olsa kimseye zararı dokunmadığı takdirde, hayat yaklaşımını oluşturan inancının temellerinde tehdit, şiddet, şiddete dayalı dayatma olmadı mı sorun olmaz. Zararı kendisine olur sadece. Ama ne yazık ki İslamiyet’te dinle gerekçelendirilmiş, uğrunda şiddeti de meşru gören bir yayılmacılık var. ‘Fetih’, ‘cihad’ ve ‘gaza’ kavramları mesela tamamen bu doğrultuda şekillenmiş kavramlardır. İstila edersin sorun olmaz ‘fetih’tir… istila savaşına girer topyekün cinayetlerde bulunursun sorun olmaz ‘cihad’dır. Katledilmiş olanların kadınlarını, çocuklarını köle alırsın, tecavüz edersin mübahtır, ‘gavur’lardır nasılsa. Tüm bunlara karşı bir eleştiride bulundun mu da medenice, karşı tezlerle karşılanacağına tehditlerle karşılanırsın.
İslamofobi diyorlar… Fobi aslı olmayan hayalde kurulmuş bir tehlike karşısında hissedilen boş korkuya denir. Kelimenin psikoloji ilmindeki anlamı budur ama… burda, İslamiyet söz konusu olduğunda, en temel kaynak eserlerinde bunca saldırgan ve hakimiyetçi bir öğretisi olan bir hayat yaklaşımı karşısında tedirginlik hissetmek nasıl fobi olarak nitelendirilsin ki… Bu durumda tedirginlik hissetmek sağlık ve dengelilik belirtisidir. İslamiyet’in tarih sahnesinde belirişinin daha ilk yıllarında bile sadece halifelik kavgalarından İslam peygamberinin en yakınları, en sevdiği kişiler bile birbirlerini hunharcasına kırıp geçirmişlerdir. Bunları inceleyenin bu olaylarda gördüğü şiddet hırsı, herşeyin kılıç ve kanla halledilmesinin en doğal şeymiş gibi görülmesinin manzarası karşısında ağzı açık kalmaması mümkün değil. Asıl tüyler ürpertici olan ise tüm bunların, bu türden bir hayat yaklaşımının dini bahane ederek yerleşmesi ve sürdürülmesi.
Bugün Müslümanlar’ın bu konular üzerinde çok ama çok düşünmeleri şart artık. Batı Dünya’sı sürüyle Müslüman muhacire fakir fukara diye bağrında yer açmış. Ama ne yazık ki bu muhacirler, bu misafirperverliğin değerini bileceklerine istilacı gibi davranmaya başlamışlar. Bu durum artık laiklik ve sekülerlik uykusunda uyuyup dinden uzaklaşmış, dinle ilgili pek bir şey bilmeyen Batı’lıyı da artık uyandırmaya, derinden tedirgin etmeye ve öfkelendirmeye başlamış. Artık Saudi Arabistan, İran gibi ülkelerde İslamiyet’ten başka dinlerin en temel kaynak kitaplarının topraklarında varolmasına bile izin verilmediğini, Hristiyan ve başka dinlere mensup olanların durumlarının feci olduğunu, İslam’dan çıkıp da başka bir dine mensup olanların çekmediklerinin kalmadığını öğrendiklerinde ‘biz de onların kitaplarının topraklarımızda var olmasına izin vermeyelim, buraya gelmelerini tümden yasaklayalım, her tür maddi yardımı keselim’ diyenlerin sesleri hızlı mı hızlı bir çoğalışta (İsviçre’deki minare referandumu, mesela, bu gerçeğin gözle kolay görülür belirtilerinden biri sadece). Ve gün geçtikçe şiddet içermeyen, göze göz dişe diş mantığında olmayan önerilere karşı tepki de hızla artmakta. Kısacası durum çok ama çok vahim.
Avrupa’nın bir çok yerinde şimdiden yirmi senenin üzerinde olmayan bir gelecekte iç savaşların patlak vereceğine dair korkular gitgide daha da artıyor. Ve, tabi ki bu ülkelerin büyük olanlarından birilerinin kitlesel bir terör darbesine uğradıklarında, çocuklarının hayatları oynandığında, kimsenin gözünün yaşına bakacakları yok. Nükleer silahların bile kullanılması ihtimal harici değil. Bu tür durumlarda mücahitlikler falan da hiç bir işe yaramaz. Japonya İkinci Dünya Savaşı’nda tek kişilik ve kullanımlık torpil, bomba denizaltılar ve uçaklar imal etmeye kadar götürdü meseleyi. İntihar teknolojisine varacak kadar uçlara çekti imkanlarını, sırf yenilginin gurur kırıcılığını tatmasın diye. Ama nafile. Japon halkının Güneş’in oğlu diye yüzüne bile bakmaktan çekindiği imparatorları boynu eğik Amerikan harp gemisinin güvertesinde yenilginin kabulüne bizzat imza atmak zorunda kaldı. Kibir, nefret, şiddet ve inat yenilmeye mahkumlardır, her ne kadar uzun süreliğine diretebilseler de.
Bütün bunlar tüm dünya Müslümanlar’ının üzerlerinde çok ama çok düşünmesi gereken şeyler. Dünya Müslüman nüfusunun çok büyük bir kısmı elbette ki herşeyden habersiz çocuklar, evlerine tıkılmış, okuma yazması bile olmayan, binbir eziyet çeken zavallı kadınlar ve bulundukları ortamı kabullenmeyip mecburi bir riyada yaşayanlardan oluşuyor. Çok yazık olur bu insanların nefretten azmışların hesaplarını ödemeleri.
Bilinçlice mümin, şiddeti, kan içeren çözümleri hiç ama hiç sevmeyen, benimsemeyen, kaçınılması için elden gelen herşeyi yapmaya çalışan Hristiyanlar olarak bunları Müslüman insan kardeşlerimize söylememiz gerekiyor. Bu bizim Tanrı borcumuz. Ondan ötesi artık kendi bilecekleri iş. Bizden, bilinçlice İsa Mesih’i takip edenler kimsenin, hatta düşmanın bile kanı dökülmesin, bizden nefret eden bile ızdırap çekmesin diye zımmilik, ikinci sınıf vatandaşlık koşullarında yaşamayı tercih ededek kadar cesur olanlar çıkabilir. Ama bu çok yüksek bir manevi mertebede bulunmayı gerektiren bir şeydir. Azizlik makamında bulunanların işidir. Gel gör ki insan toplumları, dini gelenekleri azizliğe teşvik ediyor olsa bile, azizlerden oluşmaz. Sabırlarının hadleri aşıldığında şiddet kullanımıyla da kendilerini savunurlar. Birilerine canlarını tersten çıkaracak şeyler yapıp bir de üstten azizlikle karşılık vermelerini talep etmek kudurmuşluğun zirvesidir. Kudurmuşun sonunun ise çok yakın olduğunun belirtisidir.
29. Ocak 2010: 13:22 #34351AnonimPasifKemal Abi’min yazdığı bu yazı,birçok kişiye ; istesede istemesede,herşeyi ispatlıyor !direk word e kopyala-yapıştır yaptım ve yazdırdım yazını… Ellerine sağlık Kemal Abi,Rab seni ve bütün sevdiklerini korusun,Amin †
8. Şubat 2010: 10:08 #34438AnonimPasifBu uzun anlatıma yaraşır değil ama kısa bir ekleme yamak istiyorum. Türkiye’nin en büyük ve gelişmiş kentlerinden birinde yaşıyorum.Müslümanım ve İncil okumak istedim ve ne yazık ki baktığım kitapçılarda olmadığı gibi şu mağazalar zinciri var ya (sadece kitap,cd satılan) orada bile sadece bir taneydi.Biraz tahammülsüzüz kabul.Ben de almaya çekindim zaten nedense…
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.