Kalvinizm’de adalet anlayışı :

  • Bu konu 3 izleyen ve 8 yanıt içeriyor.
9 yazı görüntüleniyor - 1 ile 9 arası (toplam 9)
  • Yazar
    Yazılar
  • #27895
    Anonim
    Pasif

    KALVİNİZİM’DE ADALET ANLAYIŞI :

    Kıbrıs’ta bir olay olmuştu. Yeni görev almış genç bir polis, 3-4 kişilik bir grup ile, araçlarında sürat yapanları tespit edip, ceza yazmak üzere, hız kamerası ile donatılıp, yol kenarına bırakılmışlardı. Sürat yapan her araç, kenara çekilerek ceza yazılıyordu. Genç arkadaşımızın durdurduğu araçların bir tanesinin içinden, kendi babası çıkmıştı. O herkese davrandığı gibi davranıp, babasına da ceza yazmıştı. Babası küfürler ederek, lânetler okuyarak oradan uzaklaştı. Diğer polis arkadaşlar ne olduğunu sorduğunda ve “O benim babamdı” cevabını aldıklarında, genç polisin dünyası başına yıkıldı. Diğerleri kahkahalarla gülmeye, her gördükleri diğer polis arkadaşlarına da anlatmaya ve onunla alay etmeye, ‘Kendi babasını yazdı’ diye aşağılamaya günlerce devam etmeleri, genç polisin çok sevdiği ve mutlulukla yaptığı görevinden istifa etmesine sebep oldu. Rüşvetin ve torpilin egemen olduğu bir ülkede, doğru olan gülünç olur. Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen, herkes halâ bu olayı anlatır durur ve genç polise ‘eşeklik’ basar. Diğer polisler, kendi tanıdık ve arkadaşlarına asla ceza yazmazlar.

    İmanlı olan kardeşlerime bir soru sormak istiyorum. Genç polis doğru mu yaptı? Yanlış mı yaptı? Diğerleri gibi mi yapmalıydı, yoksa diğerleri onun gibi mi yapmalıydı? Yazılanların, daha doğrusu sürat yapıp, suç işleyenlerin hepsi ceza çekecekti. Bazılarının, ayni suçu işledikleri halde cezalandırılmamaları adil olurmuydu sizce? “Adil olurdu” derseniz, Kalvanizm Adaletine çok yaklaştınız derdim. “Adil olmazdı” derseniz, İncil Adaletine, yani Tanrı’nın adaletine yaklaştınız derdim.

    Böyle adalet anlayışı olur mu kardeşlerim? Bazı günahkarlar cehenneme, Tanrı’nın seçtıkleri bazıları ise, ne yaparlarsa yapsınlar, Cennete gidecekler. Bu nasıl bir anlayış? Nasıl bir ruh? Nasıl bir adalet? “Ama filan ayette şöyle diyor, falan ayette böyle ima ediyor. İbranice’sini incelersen şöyle mana çıkabilir, Grekçe’sinde sözün aslı ise budur” gibi kıvranışlarla elde edilen anlamlar, Tanrı’nın karakterini lekelemeli mi? Tanrı’nın Ruhuna, Karakterine, Kutsallık ve Adaletine ters düşen her ayette, mutlaka yanlış bir anlama, yanlış bir tercüme vardır. Koskoca beden dururken, hücre inceleyip sonuca varmak, ne kadar doğru?

    Hakikat, Tanrı’nın Kutsal Ruhu’dur. Kutsal Ruhu, yani İsa’yı tanıyan da, İsa’nın o Ruhuna, o Karakterine ters düşecek hiçbir şeyi asla ‘Doğru’ kabul etmez, edemez. Birileri çıkıp da, elinde İsa’nın hırsız veya katil olduğuna dair, bir milyon delili olduğunu iddia etse, delillere cevap verecek anlayış ve gücüm olmasa da, hepsini yalan ve sahte sayarım. Kesinlikle inanmam. ÇÜNKÜ KİME İMAN ETTİĞİMİ BİLİYORUM. Neye değil.

    Not: Babasına yazmış olduğu cezayı, yine dönüp de oğul polisin kendisi ödedi.

    #37311
    Anonim
    Pasif

    @KUTSAL YOL 23701 wrote:

    …ÇÜNKÜ KİME İMAN ETTİĞİMİ BİLİYORUM. Neye değil

    Afedersiniz.
    Bu cümlenizi açabilir misiniz ?
    Çünki insan, neye yöneldiğini idrak edemeden, kime iman edeceğini bilemez.
    MESİH şöyle buyurur.

    “…Sizlere söylediğim sözler ruhtur, yaşamdır.” Yuhanna: 6/63

    Aksi; şartlanmadır, “Arâzi”ye uymaktır, kültür dindarlığıdır.

    #37313
    Anonim
    Pasif

    Herşeyi bilemeyen, anlayamayan bir çocuğun; babaya olan güveninden dolayı, onun söylediklerini ve yaptıklarını ‘doğru’ kabul etmesinden ibarettir. Rab bizden, bu şekilde bir iman bekliyor.

    #37314
    Anonim
    Pasif

    Sayın KUTSAL YOL demiş ki;

    Herşeyi bilemeyen, anlayamayan bir çocuğun; babaya olan güveninden dolayı, onun söylediklerini ve yaptıklarını ‘doğru’ kabul etmesinden ibarettir. Rab bizden, bu şekilde bir iman bekliyor.

    Bu dediğiniz ‘doğru’ olsaydı, şu âyetin hiç bir anlamı olmazdı!…

    “Çünkü bize bir çocuk doğacak, Bize bir oğul verilecek. Yönetim onun omuzlarında olacak. Onun adı Hârika Öğütçü, Güçlü Tanrı, Ebedi Baba, Esenlik Önderi olacak.” Yeşeya: 9/6

    Dünyada yazılmış hiç bir kitapta bulunmayan, hiç bir insan aklının üretemeyeceği muhteşem öğütler/benzetmeler, İncilde (Matta/Markos/Luka/Yuhanna) yer almazdı; herhangi bir araştırmaya ihtiyaç duymadanTanrı’ya inancaksak eğer… Böyle yapıyor olmamız, Tanrı’ya olan güvensizliğimizden kaynaklanmıyor. Nelerin Tanrıdan, nelerin de İblisten olduğunu ayırd edebilmek için; mükemmel bir kavrayış, doğru algı ve yorumlama, nihâyetinde de analitik zekâ gerekiyor.

    Sizin bu cevâbınız, İslam Tasavvufunda sıkça dillendirilen “Gassal(ölü yıkayıcı) elindeki meyyit(ölü) gibi olmak” yaklaşımını andırmakta. “Metod”(!) bu olursa, akla ne gerek var ?

    Yanlış anlaşılmasın lütfen!…
    Bulunduğum yerden ‘Ahkâm’ kesmek gayretinde değilim.
    Hiç kilise görmemiş ve MESİH inancına dâir öğreti alamamış olan ben, belli bir din eğitimi almış kişilerin yazdıklarını görünce hayretlere düşmekteyim.

    ***

    Evvelce imanlı kardeşlerden ayrı yaşadığım için üzülürdüm.
    Fakat şimdi, – sanal âlem üzerinden de olsa – kimi MESİH imanlılarındaki mantaliteyi gördükçe, artık eskisi kadar üzülmüyorum. Çünki; sürdürdüğüm bâzı münâkaşalar, öğretici ve paylaşımcı olmaktan çok uzak bir eksende devam etti. Bunun böyle olmasında benim de payım var tabii ki… Fakat “sevgi” kavramı arkasına gizlenmiş şişkin egolar – herehangi bir kişiyi kastetmiyorum – çok sırıtıyor.

    İnsan, dostlarını evine yemeğe davet eetiğinde, kapısında bekleyen bekçi köpeğini zincirle bir yere bağlamalı ve hattâ mümkünse, dâvetlilerin göremiyeceği bir alana götürmeli değil mi ? Kişi hem dostlarını davet eder, hemde kapıdaki köpeğini sebest bırakırsa, bu” dâvet’in ne anlamı olablir ki ?
    ___________________

    Not: Ayrı tuttuğum son pasaj size bir ‘cevap’ değildir. Genel bir değerlendirmedir.

    #37315
    Anonim
    Pasif

    Rab bizden iman ister. “İman olmadan Rab’bi memnun etmek olanaksızdır” diyor Kelâm. İman da, mantığın almadığı, gücün yetmediği, tüm doğal şeyleri karşısına alarak, tam tersi olan ‘Tanrı Sözü’ne inanmaktır ve doğru kabul etmektir. İman:

    1) Tüm dünya ve bilge kişiler “Tanrı yoktur. Bizleri evrim yaratmıştır” derken ve tüm deliller aleyhe bile gözükürken, yine de “Ben yarattım” diyene inanır.
    2) Devler ülkesini, bir avuç İsrailoğlu’nun ele geçirebileceğine inanır.
    3) Davud’un Golyath’ı yeneceğine inanır.
    4) Kırk yıl çölde iken, iki milyon insanın ve hayvanlarının Tanrı sayesinde aç ve susuz kalmayacağına inanır.
    5) Hiç öyle gözükmez iken, Tanrı’nın her an sevgi ile, çevremizdeki tüm olayları leyhimize işlemesini sağladığına inanır. vs. vs.

    İman olması için, sıra dışı veya doğal yollardan olanaksız veya mantıksız olması gerekiyor. Mantıksız olalım demiyorum. Ama sonuçta, mantık neticesinde varılan düşünce de İMAN değildir. Kurtulanlar, bilgelikleri sayesinde değil, imanla kurtuluyor. İman, Tanrı sözünü, yargısını önce doğru kabul eder ve sonra Tanrı’dan bunu ona göstermesini ister. Mesela: Tanrı Sözü benim çok kötü, bencil ve günahkar olduğumu söylüyor. İlk iman yıllarımda, her ne kadar da bunu ‘Doğru’ kabul etmiş olsam da; kendimi Tanrı’nın gördüğü gibi görmüyordum ve O’na, bana beni göstermesi için yalvardım. Bana, O’nun gözlerinden bakmak istedim ve Rab da lütfetti. Ama önce iman geldi. “Sen ne dersen, ben o’yum Rab’bim” dedim. Doğruyu biz ölçüp tartar isek, Rab’bi da, Kelamı’nı da, biz yargılamış oluruz. Dünya ve Evren ve hatta Tanrı, bizim anlayışımıza göre resmedilmiş olur.

    Filler uçar mı? Ben evet derim. Gerekirse onlar da uçarlar. İsa sayesinde tanıdığım Babam, herşeyi yapar. Hergün hayatımızda yüzlerce küçük küçük mucizeler yapmaktadır zaten ama bunları ancak imanla görürüz. Bu yüzden ‘Neye inandığım’ değil. KİME İNANDIĞIM önemlidir. “Çünkü KİME İNANDIĞIMI BİLİYORUM” diyor Pavlus (2.Tim.1:12). Bu sözler Avrupa’da, gözlere yaş getirten ilahilere dönüşmüş, her hakikî imanlının bildiği ve çok değer verdiği sözlerdir.

    Bizde de bir ilahî var: “Bir Kurtarıcı var, Tanrı Oğlu İsa, kıymetli Tanrı Kuzusu, En Kutsal Olan” diyor bu ilahinin sözleri. Bence bu sözler, İncil’in özetidir. Çünkü kaybolmuşlara, günahkârlara doktrin değil, İsa’nın kendisini sunuyor ve yaşam, EBEDÎ YAŞAM, doktrin veya kitap değil, İsa’yı bilmekle elde edilir. Yaşam, İsa’nın kendisidir ve bu mucizeler yaşamı, İsaya an ve an, iman etmek, o mucizeyi beklemekle gerçekleşir. Diğer herşey sadece birer vasıtadır. Aslı olan İsa’dır ve O’nu tanımaktır. Kitaplar, yazılar ‘İsa Hakkında’ bilgi verir belki, ama Yaşam, O’na an va an iman etmekle, O’nun hayatı ve O’nun gücüyle yaşamaktır.”

    #37316
    Anonim
    Pasif

    Sırf “cevap vermiş olmak” için yazdığımı düşünmeyiniz.
    Ancak; konuştuğumuz hususlar farklı.
    Sanki “körler-sağırlar diyalogu” yapmaktayız.

    Ben imanın sıradan bir şey olduğunu iddia etmiyorum ki ?
    Neden ha bire buna vurgu yapmaktasınız ?
    Sâdece; objektif/nesnel olarak algılayamadığımız Tanrı’yı;
    Ancak Tanrısal prensipler üzerinden fark edebilir, tanıyabiliriz.
    Bunun için de evvelâ aklı kullanmak gerekiyor.
    Anlatmaya çabaladığım şey budur.

    Müslüman iken, aklın devre dışı tutularak “iman” dayatmalarıyla insanların nasıl kullanılıp sömürüldüğüne yakınen şahit olmuştum.
    “Metod” aynı ise, değişen ne ola ki ?
    Muhammed’in ölmüş olması;
    “İsâ”nın ölümden dirilmesi mi ?

    Tanrı’ya olan muhabbet ve bağlılığımız; sırf bir “öte dünya” beklentisine mi dayanmalı ?
    Bunun için her şeye inanmalı mıyız.

    Hayır, hayır…

    “Tanrı insanı kendi suretinde yarattı….” Yaratılış: 1/27

    “Tanrı suretinde” yaratılmış insana pek uymuyor sizin yazdıklarınız.
    Çünki; hayatım boyunca aldığım kararlardan sâdece birisi dahi,
    Yüce Tanrı’nın onayını almışsa; işte benzerlik budur.
    İşte ben bu ‘onay’ile sevinirim.
    Çünki; RAB’in buyurduğu benzerlik tahakkuk etmiştir.
    Bana onur ve şeref olarak bu, yeter de artar bile.
    İsterse RAB beni ölümden hiç dirltmesin.

    Çünki Tanrı unutmaz, nankörlük etmez.
    O’nda yaşıyor olmam, Cennette yaşıyor olmaktan mukâyese kabul etmez derecede değerlidir.

    Tanrı/Ruh/Kilise ve Melek gibi kavramları bizden daha iyi anlayıp bildiğini iddia eden Ruhbanlara kayıtsız şartsız teslimiyete yokum ben.
    Pavlus’a, Klise babalarına değil,
    Matta/Markos/Luka ve Yuhanna incillerinde okuyup lütfuyla tandığım MESİH’e iman ettim.
    Şimdiye kadar imanla alâkalı ne öğrenebildiysem MESİH’in lütfuyla öğrendim.

    Ünvânı, “elçi” değil de ne olursa olsun; yazıp söyledikleri MESİH’in buyrukları ile uyuşuyorsa, başım-gözüm üstüne.
    Uymamışsa; beni enterese etmez.
    Daha önce de yazdım.
    Kedim iknâ olamamışken, “iman” maskesi arkasına saklanarak riyâkârlık edemem.
    Kendime ve imanlılara olan saygımdan dolayı.

    Ama herşeyden önemlisi;
    “Evet’iniz evet, hayır’ınız hayır olsun” diyen RAB MESİH’in,
    Üzerimize yazılmış olan bu buyruğundan dolayı.

    Saygıyla.

    #37318
    Anonim
    Pasif

    Sayın Zakay,

    ‘Körler ve sağırlar diyaloğu’ demişsiniz. Ne yazık ki şimdi de öyle olacak sanırım. Çünkü hakikaten anlamıyorum, anlayamıyorum. Soru ne? Anlaştığımız konular ne? Anlaşmadıklarımız hangisi? Anladığımı zannettiğim şeylere cevap vermeye çalıştım. ‘Yanlışsınız’ diyorsanız da bir önemi yok. Ben sadece kendi görüş ve tecrübemi dile getirdim. Ben şahsen 4 müjde (Matta, Markos, Luka ve Yuhanna) Kitapları ile Rab’bimizin ‘Diğer Uluslara Elçi) olarak atadığı Pavlus’un öğretileri arasında hiçbir fark göremiyorum ve üstelik de Pavlus’un söylediği gibi, kendine Rab’bin direkt olarak verdiği Müjde’nin dışında, çarpıtılmış, sulandırılmış herhangi başka bir Müjde kabul etmiyorum.

    Düşünce ve Zekâya gelince, Tanrı’nın verdiği hiçbirşey boşuna olmadığı gibi, herşey O’nun yüceliği içindir. Bunları tabi ki kullanacağız. Ama Tanrı’ya karşı değil, O’nun sözleri doğrultusunda. Ona karşı kullanılacak zekâ, O’na karşı fizikî güç kullanmak niyeti kadar gülünçtür. Ama sonuçta, sizin dediğiniz gibi, herşeyi ve bilhassa Tanrı’nın kim olduğunu, Tanrı’nın kendisinden öğreniriz.

    Benim bir önce yazdıklarımla, baskı ile illa da Müslüman yapmak arasında dağlar kadar fark vardır. Neye inandıklarını bilmedikleri gibi, kime inandıklarını da bilmiyorlar. Ne Yaşayan Tanrı hakkında, ne de Yaşayan Tanrı’yı bilmiyorlar. “Ne gördün, ne anladın, ne bilmiyordun da öğrendin ki Müslüman oldun?” dense, cevap vermiyecekler. Ama Pavlus’a sorsan, Şam yolundaki tecrübesinden hemen sonra, daha Müjde’yi bile bilmeden, “İsa’nın kim olduğunu biliyorum. Kime iman ettiğimi biliyorum” diyecek. Petrus da öyle. Daha Müjde’yi tam anlamadan, “Senin kim olduğunu biliyorum. Sen Tanrı Oğlu Mesih’sin” demiştir. Mesih’i tanımış olmak, O’na gelmiş olmak, O’na güvenmek, itimat etmek, iman etmek; Yaşam budur. Diğer işlemler ise, sadece ‘İsa Hakkında’ bilmek, bilgi edinmektir.

    Not: Vermiş olduğunuz, ‘Bahçedeki Köpek’ misali hoşuma gitti. Ben de ayni şeyi tecrübe ediyorum zaman zaman. Dost olmak için geliyorsun, ama sanki da verilen davetiye, köpeğe yem yapılmanız için hazırlanmış bir tuzakmış gibi geliyor. Bahçe kapısından girer girmez, canınızı zor kurtarıyorsunuz.

    #37319
    Anonim
    Pasif

    @KUTSAL YOL 23711 wrote:

    Benim bir önce yazdıklarımla, baskı ile illa da Müslüman yapmak arasında dağlar kadar fark vardır. Neye inandıklarını bilmedikleri gibi, kime inandıklarını da bilmiyorlar. Ne Yaşayan Tanrı hakkında, ne de Yaşayan Tanrı’yı bilmiyorlar. “Ne gördün, ne anladın, ne bilmiyordun da öğrendin ki Müslüman oldun?” dense, cevap vermiyecekler. Ama Pavlus’a sorsan, Şam yolundaki tecrübesinden hemen sonra, daha Müjde’yi bile bilmeden, “İsa’nın kim olduğunu biliyorum. Kime iman ettiğimi biliyorum” diyecek. Petrus da öyle. Daha Müjde’yi tam anlamadan, “Senin kim olduğunu biliyorum. Sen Tanrı Oğlu Mesih’sin” demiştir.

    Sanal âlemde ancak yazılanlar okunabiliyor.
    Mesajların sâhiplerini okumak mümkün değil.
    Ben, hangi fikri ileri sürdüysem, kendimce mantıklı ve anlaşılabilir gerekçelerini de yazdım.
    Siz ise, kendi iman algınıza dayanarak hüküm vermekte ve okuyanların da bu hükümleri kabul etmesini beklemektesiniz.
    Bence “yanlış” burada.
    Bu yanlışın sizce bir önemi yoksa, bence hiç yok.

    Söylermisiniz lütfen!…
    Bir müslümanın “Muhammed’i tanıyorum/biliyorum” demesi ile;
    Bir Hrsitiyanın “MESİH’i tanıyorum/biliyorum demesi arasındaki fark nedir ?
    Sâdece iman mı ?

    @KUTSAL YOL 23711 wrote:

    …Mesih’i tanımış olmak, O’na gelmiş olmak, O’na güvenmek, itimat etmek, iman etmek; Yaşam budur. Diğer işlemler ise, sadece ‘İsa Hakkında’ bilmek, bilgi edinmektir…

    Bilmeden, anlamadan iman olmaz sn. KUTSAL YOL
    MESİH sâdece imandan söz etmiyor.
    Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak” buyuruyor.
    Kâbe’nin Rabbi gibi; insanların korku, zaaf ve beklentilerinden, kendisi için “iman” devşirmeye çabalamıyor.

    Bir sonuca ulaşmayı beklemiyordum zâten.
    Sâdece düşüncelerimi paylaşmak istedim.
    Saygıyla.

    #37324
    Anonim
    Pasif


    Calvinzm konusunda değerli paylaşımlarıyla bizleri bilgilendiren sevgili Kutsal Yol kardeşimize çok çok teşekkür ediyorum. Canlvin’in öğretilerinin beş temel maddesine bakıldığında, bunların Kutsal Kitap öğretisine ne kadar ters düştüğü açık bir şekilde görülmektedir. Bu nedenle Kutsal Kitap’ı çok iyi bilmeliyiz, çok iyi öğrenmeliyiz.. Yanlış öğretiler, Tanrı’nın mesajını çarpıtarak farklı bir yöne çeker ve bu da son derece tehlikelidir… Rab bu konuda her birimizi eğitsin, bilgelik versin.

    Rab’bin sevgisinde ve esenliğinde kalın

9 yazı görüntüleniyor - 1 ile 9 arası (toplam 9)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.