Bazı Mantık Meseleleri

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #23715
    Evangelist
    Anahtar yönetici

    Yahudi, Hristiyan ve İslam alimlerine göre

    Kutsal Kitap’ın Değişmezliği

    Yazar: Daniel Wickwire

    http://www.batikentprotestankilisesi.org

    batikentprotestankilisesi@hristiyan.net

    Bazı Mantık Meseleleri

    “Ama bu kişiler anlamadıkları her şeye sövüyorlar.

    Öte yandan mantıktan yoksun hayvanlar gibi içgüdüleriyle

    anladıkları ne varsa, onları yıkıma götürüyor.

    Vay bunların haline!” (Yahuda 10-11)

    Alman filozof Arthur Schopenhaur (1788-1860) şunu demişti: “Her hile için, kısa ve özel bir isim bulabilseydik, iyi olurdu. Böyle yaparsak, bir insan “bu” veya “şu” hileyi kullanırsa, hemen bunu tespit edip onu azarlayabiliriz.”1 Gazzâlî’ye göre (M.S. 1058-1111) kelâm, fıkıh ve usûl-i fıkıh gibi ilimler için mantık zaruridir. Mantık bilmeyenin ilmine itimad edilmez” diyerek bu ilme verdiği önemi belirtmiştir. Genelde Aristo (M.Ö. 384-322) mantığının kelâm ilmine girmesi hadisesi Gazzâlî ile beraber olmuştur denebilir.2

    Ankara Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesi, Temel İslâm Bilimleri, Kelâm Anabilim Dalının eski Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Atay için “mantığın” yeri çok önemlidir. Sayın Atay Hoca “Dinde Mantıklılık” makalesinde şöyle yazmaktadır:

    “Mantık nedir?” sorusuna cevap vermek çok kolaydır. Mantık

    düzenli ve insicamlı konuşmaktır. Sözleri, işleri ve

    fikirleri arasında mantıklılık bulunması, aralarında

    çelişiklik, zıtlık bulunmamasıdır. Bir yerde söylediğini

    başka yerde yalan çıkarmaması, onu bozmaması, prensip sahibi

    olması, düzgün ve düzenli olmasıdır. Mantıksızlık,

    çelişkililik, münafıklık, ikiyüzlülükten başka nedir?

    Dindeki mantıksızlık kadar küçük düşürücü birşey az bulunur.

    Bu dini mantıksızlığın Müslümanlarda uzun tarihi bir geleneği

    olduğu görülmektedir. Günümüz Müslümanına intikâl eden bu

    din mantıksızlığı ve diğer bir deyimle, dinin yanlış

    eğitimini anlamak şu şekilde ortaya konabilir. Müslüman

    yazarların bır kısmı genel mantığa karşı çıktı. Böylece

    mantık kavramı sıradan Müslümanın zihninde bile kötü bir

    manaya geldi ve o da mantığa düşman oldu. Böylece

    Müslümanlar arasında genel mantık düşmanlığı yaygın hale

    geldi. Bu genel mantık düşmanlığı veya genel mantıktan

    mahrum bırakılınca, dini mantıktan da otomatik olarak mahrum

    ____________________

    1. Copi, Introduction to Logic, s. 91.

    2. Yazıcıoğlu, Kelâm Ders Notları, s. 15 & 99.

    kaldılar. Onun için günümüzün Müslümanlarına – nerede ve

    hangi dairede, toplumda olursa olsunlar, işlerinde ve

    sözlerinde dini mantıksızlıktan başka birşey bulunmaz –

    dedirtmektedirler.”3

    Ne yazık ki sayın Atay Hoca’nın bahsettiği “dini mantıksızlık” problemi çok yaygındır. Şimdi bu problemi biraz açmaya çalışalım. Mantık hakkında neler öğrenebiliriz?

    A.

    “a priori”

    meselesi (Önyargı)

    “A priori bir önerme, doğru ya da yanlış olduğu deneye başvurmadan, deneyden önce ya da deneyden bağımsız olarak bilinen önermedir.”4 Tüm insanların yaptığı gibi sadece önyargıyla bakılıyor. Görüş açısı her zaman daraltılıyor. Dünyaya at gözlüğü ile bakılıyor. Önyargı insan anlayışının ve algılayışının önündeki en önemli engeldir.

    Kur’ân ve Kitab-ı Mukaddes arasında yüzlerce farklılıklar bulunuyor.5 Dolaysıyla, bazı Müslümanlar şöyle iddia ediyorlar: “Kitab-ı Mukaddes değiştirildi, çünkü Kur’ân-ı Kerîm ile çelişiyor, ve Kuran’ı Kerim yanlış olamaz”. Bu bir “a priori” yani bir “önyargı” hatasıdır. Müslümanlar böyle bir “önyargı” mantık kullanarak, Kitab-ı Mukaddes’in yanlış olduğunu düşünmektedirler. Kitab-ı Mukaddes ile Kur’ân’ı Kerime arasında çelişkiler vardır ve “a priori” mantık kullanarak Kur’ân’ı Kerim yanlış olamaz diyorlar.

    Öncül A. Kur’ân’a göre esas inançları aynıdır, ama

    Delili B. Farklı doktrinler mevcuttur ve Kur’ân yanlış olamaz.

    Sonuç C. Dolayısıyla Kitab-ı Mukaddes değiştirilmiştir.

    Albert Einstein’in (M.S. 1879-1955) söylediği gibi, bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha zordur. Bu mantık hatası insanın gerçeği görmesine engel olan bir hatadır. Rudolf Bultmann, kendi ifadesine göre ‘kerygma’yı, (bildiriyi) metindeki mananın özünü kavrayabilmek için, bütün ön şart ve ön yargılardan uzaklaşmak gerektiğini vurgulamaktadır.6

    ____________________

    3. Atay, “Dinde Mantıklılık”, s. 40-42.

    4. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 45.

    5. Bkz. Wickwire, Kitab-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerîm Fihristi.

    6. Bultmann, Jesus (Mythologie et Demythologisation), önsöz.

    B.

    “petitio principii”

    meselesi

    Kıyas sonucun ispatına yarayan bir kanıt olarak kabul edilirse, “petitio principii” denilir. Sonuç öncüllerde bulunduğu için, öncüllerin bilinmesi sonucun bilinmesini gerektirir. Halbuki öncüller kanıt (delil) olarak kullanılıp sonuç çıkarılıyor. Yani bilinmesi kendisine bağlı olan şeyi kanıt olarak kullanıp o şeyi ispata kalkışıyor. Bu ise bir savı kanıtsamadır. Her kıyas sonucu ispat eden bir kanıt olarak, bir savı kanıtsama, yani “petitio principii”dir.6

    Sayın Fetullah Gülen bir kitabında şöyle diyor:

    “Tevrât, İncîl ve Zebûr gibi aslı ilâhi olduğu halde

    tahrife uğrayıp, içlerine beşer Kelâmı karışan bu

    kitaplarla, doğruyu bulmak ve bunlarla fikri istikameti

    korumak imkânsızdır.

    Cenâb-ı Hakkın, bu kitaplara koruma teminatı vermemiştir.

    Halbuki Kur’ân hakkında: ‘Kur’ân’ı biz indirdik ve onu

    mutlaka biz koruyacağız’ (Hicr 15:9) buyurarak hem ilâhi

    referansdan hem de korumadan söz edilmektedir.”7

    Sayın Gülen’e göre, Tanrı yalnızca Kur’ân’a “koruma teminatı” vermiştir. Tanrı’nın Kur’ân’ı koruyacağı nerede yazılı? Tabii ki Kur’ân’da. Tanrı’nın Tevrât, Zebûr ve İncîl için “koruma teminatı” verip vermediğini anlamak için, nereye bakmamız lazım? Tabii ki, o kitaplara. Burada sayın Gülen basit bir mantık hatasına düşmüştür: Bu hatasına “petitio principii” (begging the question) denilir. Yani, tartışma konusu olan bir meselenin hiç bir delile dayanmadan doğru olduğunu iddia etmesidir. Yani, “Cenâb-ı Hak, bu kitaplara koruma teminatı vermemiştir” şeklinde bir şonuç ortaya çıkartıyorlar. “Koruma teminatı” konusunda, Kur’ân-ı Kerîm’in ayetlerine bakarak, ama aynı konuda Kitab-ı Mukaddes’in söylediklerine bakmayarak, çifte standartlı, yani ikiyüzlü bir tavır kullanıyorlar. Sayın Gülen, Kutsal Kitap’taki şu ayetler için acaba ne diyecek?8

    ____________________

    6. Öner, Klasik Mantık, s. 166.

    7. Gülen, İnsanlığın İftihar Tablosu Sonsuz Nûr, s. 156.

    8. Karataş, Gerçekleri Saptıranlar Hıristiyanlık İle İlgili

    Gerçek Dışı İddialara Yanıt, s. 68.

    “Ot kurur, çiçek solar; fakat Allahımızın sözü

    ebediyen durur.” (İşaya 40:8)

    “RABBİN sözleri pak sözlerdir; Toprakta pota içinde

    kal olunmuş, yedi kere tasfiye edilmiş gümüş gibidir.

    Onları sen tutacaksın, ya RAB, onları bu nesilden

    ebediyen koruyacaksın.” (Mezmur 12:6-7)

    “Gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden,

    Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile

    eksilmeyecek.” (Matta 5:18)

    C.

    “argumentum ad ignorantium”

    Bilmezlik kanıtı. Karşısındakinin bilgisizliğinden yararlanarak kanıt uydurmak.9 Latince “bilgisizce karşı akılyürütme” anlamına gelen bir yanlış türü. Söz konusu yanlış, dinleyicinin bilgisizliğinden yararlanarak, ona hoş masallar anlamaktan oluşan yanlış bir yöntem ya da akılyürürme tarzı olarak anlaşılır.”10 Örneğin, eğer bir kimse “Kutsal Kitaplar değiştirildi” derse, ve henüz eski İbranice ya da Grekçe bilmiyorsa, eski el yazmalarının oluşumunu ve eski kilise babalarının yazdıklarını okumamışsa, o kişi ancak kendi cahilliğinden ve kulak dolgunluğundan konuşuyor demektir. Eğer bir kimse kendi cahilliğinden konuşuyorsa, basit bir mantıksal hata yapıyordur: buna da “argumentum ad ignorantium” denilir.11 Yani burada bilgisizce, delil ileri sürmektedir.

    Türkiye’de birçok din adamı “Kitab-ı Mukaddes’in değiştirildiğini” iddia ederler. Ama onlardan hangileri Kitab-ı Mukaddes hakkında uzmanlık derecesi kazandılar? Onlardan hangisi eski İbranice ve Grekçe öğrenmişlerdi? Çoğu din adamı Kitab-ı Mukaddes’in Türkçe’sini bile, bir kez tamamen okumamışlardır! Gazeteci yazar olan Yavuz Bülent Bakiler’e göre: “Türkiye’de bilmemek asıldır. Bilmek ise istisna! Evlerimizin yüzde 95’i kütüphanesizdir. Resmi kayıtlara göre, yurdumuzda, bin kişiye

    ____________________

    9. Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi: Kavramlar ve Akımlar,

    1. Cilt, s. 178.

    10. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 48.

    11. Copi, Introduction to Logic, s. 93.

    düşen kitap sayısı sadece yedidir, yedi.”12 Üstelik Türkiyeli din adamları içinde Kur’ânı bile baştan sona Türkçe okuyanlar da pek azdır. Kur’ânı bile yeterince tanımamaktadırlar. Ama buna rağmen Kur’ân-ı Kerîmi yalnızca din alimleri yorumlayabilirler, çünkü onlar bu konuda dirsek çürüttüler diye düşünüyor insanlar. Ancak böyle yapmakla kendilerini onların yorumuna hapsedip mahkum ediyorlar. Yani Kitab-ı Mukaddes’in esas bilgisi hakkında, Müslümanlar tamamen geri kalmışlardır.

    Müslümanlar bu konular hakkında çok fazla bilmiyorlar. Çoğu Müslümanlar, İlâhiyat Fakültesi de dahil, Tevrât, Zebûr veya İncîl hakkında az bilgi sahibidirler. Eski Ahid’i (İbranice) bilmiyorlar ve Yeni Ahid’i (Grekçe) de bilmiyorlar. Çoğu Müslümanlar bu eski yazıların geçmişteki tarihi hakkında doğru dürüst bilgiye sahip değiller. Bu eski dilleri bilmedikleri gibi, eski metinlerin karşılaştırma (textual critical) analizini de bilmiyorlar. Bu bilmedikleri konular söz konusu olunca, gerçek mü’minlerin sözlerinden daha çok gerçek olmayan Hıristiyanların (yani kâfirlerin) sözlerine kulak veriyorlar. Hıristiyanlığın esaslarını bilmediklerinden dolayı, gerçek bir Hıristiyanla, sahtekârların arasında bile ayırım yapamıyorlar. Bu yüzden, Müslümanların, Kutsal Kitab’ın tarihi ve yapısı hakkında gerçek bilgileri yoktur. Yani Müslümanlar, “Kitab-ı Mukaddes değiştirildi” derken, “argumentum ad ignorantium” mantık hatasına girmiş bulunuyorlar. Ancak onlar kendi bilgisizliğinden konuşmaktadırlar. Bu duruma, “Fas est et ab hoste doceri” denilir; yani cahilin dostluğundan, âlimin düşmanlığı yeğdir. Ogüstin şunu demişti:

    “O halde hakkımda bildiklerimi itiraf edeceğim. Hakkımda

    bilmediklerimi de itiraf edeceğim. Hakkımda ne biliyorsam,

    senin ışığınla biliyorum ve hakkımda bilmediklerime gelince,

    senin önünde karanlığım öğle vakti ışığı oluncaya değin bunu

    bilmeyeceğim.”13

    “Şimdi ey kardeşler, yöneticileriniz gibi sizin de

    bilgisizlikten ötürü böyle davrandığınızı biliyorum. Ama tüm

    peygamberlerin ağzından Mesihinin acı çekeceğini önceden

    bildiren Tanrı, sözünü bu şekilde yerine getirmiştir.”

    (Elçilerin İşleri 3:17-18)

    ____________________

    12. Türkiye: “Bütün Alevilere ve Sünnilere saygıyla arz ederim.”

    Günlük Siyasi Gazete, 22 Ağustos 1998, s. 10.

    13. İannitto, Kilise Babalarından, ss. 422-423; Ogüstin,

    İtiraflar, X, 10,5.

    D.

    argumentum ad hominem

    Tartışma konusunu karşısındakinin kişiliğine bağlayarak kanıtlama.14 Tartışmada karşı tarafın söz ve hareketlerini kendi görüşünü savunmada delil olarak kullanma çev.15 Bir insana karşı akılyürütme anlamına gelen bir yanlış türü ya da yanlış bir tartışma ve akılyürütme tarzı. Söz konusu görüşlerin niçin yanlış olduğunu ortaya çıkaran kanıtlar bularak değil, o kişinin karakterine, kişiliğine, niyetine ya da niteliklerine saldırarak karşı çıkmaktan oluşur.16 Bazı Müslümanlar, insanların kişiliğine saldırarak onların inançlarının geçersiz olduğu kanısına varmaya çalışıyorlar. Bu yanlış bir tartışma şeklidir ve “argumentum ad hominem” denilir. Bazen bir ayeti yanlış aktararak veya yanlış kullanarak tamamen farklı bir sonuça varıyorlar! Kendi tecrübemden çarpıçı bir örnek vereyim:

    Bir gün genç bir adam bana gelip Yahudilik ve Masonluk adlı bir kitap gösterdi.17 Adam bana dedi ki, “Bu nedir, Yahudiler yamyamlık mı yapıyorlar?” ve kitaptan, Eski Ahit’ten bir ayet gösterdi:

    “Yiğitlerin etini yiyeceksiniz, ve dünya beylerinin

    kanını…içeceksiniz.” (Hezekiel 39:18)

    Bu kitaba göre Yahudiler yamyamlık yapıyorlarmış! Kitab-ı Mukaddes’i hiç bilmeyenler için belki öyle gibi görünebilir. “O ayetlere bakalım” demiştim. Ayetin gelişinde, söz konusu olan Yahudiler değil, kuş ve hayvanlardır!

    “Her çeşit kuş ve kırın bütün canavarlarına de: Toplanın da

    gelin; sizin için keseceğim kurbana her yandan toplanın da

    et yiyin, ve kan için.” (Hezekiel 39:17)

    Yahudilik ve Masonluk kitabının yorumunda Yahudiler yamyamlıkla şuçlanıyorlar!18 Aynı zamanda Yahudilik ve Masonluk adlı kitap “Yahudiler Tevrât’i tahrif etmişlerdir” diyor.19 Peki bu kitabı kim yazdı? Yahudilerden nefret eden bir Müslüman! ____________________

    14 Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, 1. Cilt, s. 94.

    15. Watt, Kur’an’a Giriş, s. 70.

    16. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 48.

    17. Harun, Yahudilik ve Masonluk, s. 111.

    18. İbid, s. 111.

    19. İbid, ss. 15-16.

    Bir kimse başka birinin karakterine saldırırsa, ve bu yüzden o kişinin inandığı şeyi (Tevrât’ı) tamamen yanlış olduğunu ya da tahrif olduğunu ispatlamaya çalışıyorsa, temel bir mantık hatası yapmış bulunuyor: Buna da “argumentum ad hominem” denilir. Yani, bu “insana karşı” demektir.20 Burada tartışmada karşı tarafın söz ve hareketlerini kendi görüşünü savunmada delil olarak kullanmaktadır. Ama böyle temelsiz bir tavır güvenilir değildir.

    E.

    “argumentum ad verecundiam”

    Ünlü bir kişinin sözlerini ileri sürerek verilen kanıt.21 Latince’de “otorite ya da saygıya dayanan akılyürütme” olarak bilinen yanlış türü. Söz konusu yanlış bu şekilde ortaya çıkar: Tartışılan ya da üzerinde durulan konuda, bir şeyi kabul ettirmek için, onunla ilgili sağlam kanıtlar getirmek yerine, başka insanların, geleneklerin ve hatta kurumların otoritesine dayanma.22

    Kitab-ı Mukaddes konu olunca, çoğu yazarlar olumsuz tavır kullanıyorlar. Çoğu eserler de pek iyi düşünceyle yazılmamıştır. Aktarmaları ve alıntıları hangi kaynaktan ve kimden aldıklarını eserlerinde açıkça kanıt göstermiyorlar. Aktarılmış olan kişi Hıristiyan veya Yahudi mi, gerçek bir imanlı mı yoksa sadece sözde imanlı mıdır? Sadece sözde imanlı olanlar (liberal inkârcılar) gerçek imanlılar değil ki; Kur’ân’ın ifadesiyle onlar kâfirlerdir! Bir kimse yanlış veya uygun olmayan bilirkişiye müracaat ederse, temel bir mantıksal hataya düşmüş bulunuyor: Buna “argumentum ad verecundiam” denilir.23 Hiçbir kanıt göstermeden bilim adamlarının fikrine dayanarak, âlemin başlangıcı olduğunu tasdik eden cahilin bu bilgisi taklit’dir.24 Çoğu zaman bu tür ayrıntılar tamamen karanlıkta bırakılmıştır. Bu durumda okuyucu hangi tarafın doğru, hangi tarafın yanlış olduğunu ayırt edemez duruma geliyor.

    “Kendilerine tanıklık ederim ki, Tanrı için gayretleri

    vardır; ama bu bilinçli bir gayret değildir.

    (Romalılar 10:2)

    ____________________

    20. Copi, Introduction to Logic, ss. 97 -98.

    21. Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, 7. Cilt, s. 90.

    22. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 48.

    23. Copi, Introduction to Logic, s. 95.

    24. Öner, Klasik Mantık, s. 182.

    Hıristiyanlığı eleştiren İslâm eserlerine bakarsanız, sık sık Tevrât, Zebûr ve İncîl’in değiştirildiği iddialarını görürsünüz. Bazı eserlerde hiç bir kanıt vermeden bu tür iddiları ortaya koyuyorlar; bazıları ise sahte “Hıristiyan din adamlarının” mütâla’alarını kullanarak İncîl’i çürütmeye çalışıyorlar. Yani böyle bir olumsuz tavırdan İncîl’in gerçeği hakkında hiç bir şey öğrenilemez.

    Çaviş’e göre, bugünkü Müslümanların Tevrât ile İncîl hakkında fikirleri, onsekizinci milâdî asır filozoflarıyla Antoine, Gulner, Thomas, Volston, Huxley, Matthieu Tendall (Matyutental), Volter ve benzerleri gibi sonradan gelenlerin fikrine benziyor.25 Ama bunlar mü’minler değil ki! Bu durumda Müslümanlar çifte standart, yani ikiyüzlü bir tavır takınmaktadırlar! Kur’an-ı Kerim ile böyle bir yaklaşım asla bağdaştırılamaz. Ama Dr. Maurice Bucaille’in Müsbet İlim Yönünden Tevrât İncîller ve Kur’ân ve Prof. Dr. Şaban Kuzgun’un Dört İncîl Yazılması Derlenmesi Muhtevası Farklılıkları ve Çelişkiler adlı kitaplarında, daha çok Hıristiyanlığın “kâfir” din adamlarının sözleri delil olarak aktarılmaktadır.26 Böylece onlar da “argumentum ad verecundiam” mantık hatasına girmiş bulunuyorlar. Kime kulak veriyorsunuz? İnanlılara mı yoksa inkârcılar mı? Herhalde böyle bir olumsuz yaklaşımdan doğru bir sonuç çıkmaz!

    F.

    “argumentum ad baculum”

    Baston kanıtı.27 “Güç kullanan akılyürütme ya da argüman” anlamına gelen önemli bir yanlış kişinin bir konuda karşıtıyla tartışması doğruları birlikte araması yerine, ona karşı güç kullanmasından ya da sopa göstermesinden oluşur. Burada güç kullanarak bir savunmaya çalışma söz konusu olup, bu tür bir tartışma yanlışı daha çok diktatörlere ve gangsterlere özgü bir yöntem olarak karşımıza çıkar.28

    Tahrif görüşünü benimseyenlerin iddia ettikleri gibi Hıristiyanlığın Kutsal Kitab’ı değiştirilmiş midir? Ne yazık ki, İslâm dünyasından biri bu konuyu Yahudiler veya Hıristiyanlar

    ____________________

    25. Çaviş, Anglikan Kilesine Cevap, s. 65.

    26. Bucaille, Müsbet İlim Yönünden Tevrât İncîller ve Kur’ân,

    ss. 72-82; Kuzgun, Dört İncîl Yazılması Derlenmesi Muhtevası

    Farklılıkları ve Çelişkiler, ss. 97-116.

    27. Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, 1 Cilt, s. 136.

    28. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, ss. 47-48.

    açısından incelemek istese bile çok az fırsatı vardır, ya da hiç yoktur. Oysa onlar ellerine alıp okurlarsa Tanrı’nın gerçeğini görebilirler. Ama ne yazık ki, birçok kişi mevcut Kitab-ı Mukaddes’in sahte olduğu saplantısından kurtulamayarak onu okumak istemez. Birçoğu bunu yapmaz çünkü kulaktan dolma öğrendiklerine göre Tevrât ve İncîl değiştirilmiştir. Hatta bilgi edinmekten bile çekinir. Bir Müslüman bu konuyu araştırmak için fırsat bulsa bile, bu defa da diğer Müslümanlardan alacağı tepkiler bu insanın özünde var olan merak unsurunu köreltmektedir.

    Bunun gibi, baskı altında verilen kararlar, “argumentum ad baculum” grubuna girer.29 Yani kim daha büyük bir sopa taşıyorsa, o kazanır. Bu da mantığa karşı gelmektedir. Bir örnek vereyim.

    Ankara’da bir Müslüman ilâhiyatçı arkadaşım bu kitabın ikinci basımını iyice okuduktan sonra, bazı düşüncelerini az çok değiştirdi. Kitab-ı Mukaddes’in değiştirilmediğini savunmaya başladı. İslâmî bir konferansda Eski Ahit ve İncîl’in değiştirilmediğini söyledikten sonra bazı fanatikler onu öldürmekle tehdit ettiler. İşte bu arkadaşımın fikirlerini zorla değiştirmeye çalışırlarken, “argumentum ad baculum” kullanıyorlardı.

    Bir dinin gerçek olduğunu kanıtlamak için fiziksel güç kullanmak büyük bir yanlıştır. Bir inancın gerçek olduğunu ispat etmek için tehdit ve güç kullanılamaz. Ya da bir gerçeği fiziksel güçle yalan ve yanlış duruma düşürülemez. Gerçekler sopalarla ve kabakuvvetle yenilemez. Tanrı’nın gerçeğinin bizim sopalarımıza ve kabakuvvetimizle korunmaya ihtiyacı yoktur. Bu yönteme başvurursak Tanrı’nın “el-Kadir” sıfatına inanmamış gibi davranırız. Yani Tanrı Kendi sözünü haklı çıkarabilecek güçtedir. Bu Tanrı’nın mutlak kuvvetidir.

    G.

    “argumentum ad populum”

    Halk kanıt.30 Kişiyi ilgilendiren şeye başvurarak akılyürütme ya da tartışma anlamına gelen yanlış türü. Söz konusu yanlış bir tezi, onu akıl yoluyla haklı kılmak yerine, dinleyicinin duygularına başvurarak kabul ettirmeye çalışma yanlışı olarak karşımıza çıkar. Bu yanlış daha çok demagoga özgü

    ____________________

    29. Creighton, An Introduction to Logic, ss. 105 & 486.

    30. Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, 1 Cilt, s. 94.

    olan bir yöntemdir.31

    Kutsal Kitabın değiştirildiği birçoğu tarafından öne sürülür. Ama bu tür iddialar sadece söz kalabalığıle doğrulanamaz. İslâm dünyasında, herkesin bu tür şeyleri söylemesi, bunun doğruluğunu kanıtlamaz! Bu temel bir mantık hatasıdır. Mantığın dilinde bu tür hatalara “argumentum ad populum” denilir, yani “herkes bunu kabul ettiği için katılıyorum.”32

    Bu mantıksızlığı görmek isterseniz, Hindistan’a gidin, orada ne göreceksiniz? Milyonlarca Hindu, inek ve putlara tapıyorlar! Herkes bunu yapıyor diye, bu doğru olur mu? Olamaz. Güney Amerika’ya gidin, orada ne göreceksiniz? Katolikler Hz. Meryem’in heykelinin ayaklarını öpüyorlar! Peki, milyonlarca insan böyle bir inanca katılıyor diye bu onların inancını doğru kılar mı? Hayır, kılamaz çünkü bu tür şeyler din adına olsa bile putperestlikten başka bir şey değildir!

    “Çünkü başka ilaha secde kılmıyacaksın; çünkü ismi

    Kıskanç olan RAB kıskanç bir Allahtır; (Çıkış 34:14)

    H.

    “argumentum ip se dixit”

    Temelsiz dogmadır. Bir tartışmada, bir fikir ya da görüşü daha çok bir saygının ifadesi ve kesinliğin ya da doğruluğun güvencesi olarak hocalarına izafe etmek üzere kullanılan ve “o dedi” anlamına gelen Latince deyim. Bir otoriteye körü körüne inanma ya da riyet etme tavırını göstermek için kullanılır.33

    Eğer bir kimse “Kitab-ı Mukaddes değiştirildi” derse, ama verilen deliller önemli konularla ilgisi olmayan şeyler ise, yani o kadar önemli değilse, temel bir mantıksal hata sayılır: Buna “argumentum ip se dixit” denilir.34 Somut deliller sunmadan yapılan tahrif iddiaları, ancak “argumentum ip se dixit” sayılır, yani “temelsiz bir dogmadır.” Yani kendi söylediği delili, veya kendinden menkul; kanıtsız konuşmadır. Burada safsata, son önermenin aksini ispatlayarak, bir fikrin yanlışlığını ortaya koymaktadır. Yani kişi o konu hakkında bilgisiz olduğu için,

    ____________________

    31. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 48.

    32. Copi, Introduction to Logic, s. 95.

    33. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 281.

    34. Copi, Introduction to Logic, s. 105.

    çıkardığı sonuç abartılmış ve yanlış olur.

    Bu “argumentum ip se dixit” mantığa dayanarak bazı İslâm alimleri, Kur’ân’ın önceki kitapların hükmünü ortadan kaldırıp onları geçersiz kıldığını ileri sürerler.35 Yani kendi söylediği delili, veya kendinden menkul; kanıtsız konuşmadır. Aslında Kur’ân-ı Kerîm tam tersini öğretmektedir.

    “Onda (Tevrât’ta)…yazdık… Ve kim Allâh’ın

    indirdiğiyle hükmetmezse, işte zalimler onlardır.”

    (Mâide 5:45)

    “İncîl sahipleri, Allâh’ın onda indirdiği ile hükmetsinler.

    Kim Allâh’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar, yoldan

    çıkmışlardır.” (Mâide 5:47)

    Aklı başında her Müslüman ayeti açık anlamıyla okursa Tanrı’nın değiştirilmiş bir Kitab’ın sözleriyle bir insanı yargılamayacağı açıktır. Tanrı ancak kendi değişmez sözleri aracılığıyla insanları inanmadıkları için yargılar. Demek ki, İncîl değiştirilemez, çünkü Tanrı’nın ebedî sözüdür ve bu sözü bize yargılayacaktır. Kaldı ki, eğer bir kimse Kitab-ı Mukaddes’in değiştirildiğini ispat etmek isterse, tek geçerli yol, mevcut el yazma metinleriyle, bugünkü metinler arasındaki benzeyiş ve farklılıkları analiz etmesidir. Yan yana göstermelidir. Kanatsız kuş uçmaz. “Bilmezlerin yoluna uymayın.” (Yunus 10:89)

    I.

    “argumentum non sequitur”

    Akla dayalı bir bağlantı ortaya koyma iddiasında olmakla birlikte, böyle bir bağlantıdan uzak olan kavram ya da ifadeler; geçerli bir çıkarım görüntüsünden bile yoksun olup, sonuç öncüllerinden mantıksal kurallara göre çıkmayan çıkarım için kullanılan Latince terim.36

    Kur’ân-ı Kerîme göre Kitab-ı Mukaddes hiç kuşkusuz Tanrı’nın sözüdür.37 Aynı zamanda, Kur’ân’ı Kerim’e göre hiç kimse tarafından Tanrı’nın sözü değiştirilemez.38 Ama bazı Müslümanlar

    ____________________

    35. Gilchrist, Evet, Kitabı Mukaddes Tanrı Sözü’dür!, s. 18.

    36. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 385.

    37. Bkz. Al-i İmrân 3:3-4.

    38. Bkz. Ahzâb 33:62

    ne diyorlar? “Tevrât, Zebûr ve İncîl Tanrı’nın sözü idi, ama bozulmuştur, değiştirilmiştir.” Ama bu ne biçim bir mantık?

    “Allâh’ın kanununu değiştirme(ğe imkân) bulamazsın.”

    (Ahzâb 33:62)

    Eğer bir kimse, “Kitab-ı Mukaddes Tanrı’nın sözü idi ama değiştirilmiştir” derse, ama aynı zamanda, “Tanrı’nın sözü değiştirilemez” diye diyorsa, bu hataya “argumentum non sequitur” denilir. Yani bunun gibi dolambaçlı sözler ilgisiz bir sonuç, mantığa sığmayan bir sonuç ortaya çıkartıyor. Bu temel bir mantıksal hatadır.39

    Müslüman bir yazar Saim Kılavuz Anahatlarıyla İslâm Akaidi Kelâm’a Giriş adlı kitabında şöyle yazar:

    “Kitaplara iman, Allâh Teâlâ tarafından, bazı peygamberlere

    bir takım kitaplar indirildiğini ve bu kitaplarda bulunan

    şeylerin hepsinin doğru ve hak olduğunu kabul etmek, inanmak

    demektir.”

    “Biz bozulmuş ve değiştirilmiş (tahrif ve tebdîl edilmiş)

    olan kitapların şu andaki şekillerine değil, Allah’tan gelen

    ve bozulmamış olan ilk şekillerine inanıyoruz.”40

    Ama hemen aşağıdaki cümlesinde şöyle yazıyor:

    “İlâh’i ve mukaddes kitaplar da, Allâh kelâmı olmaları

    bakımından hiçbir fark yokur.”41

    Burada bir “non sequitor” hatası vardır. Bu demektir ki Tevrât ve İncîl Tanrı’nın sözüdür. Eğer Tanrı’nın sözü iseler neden Tanrı Kur’ânı koruyup Tevrât ve İncîl’i korumasın? Onlar kendi sözü değil midir? Yazar ilâhî kitaplar arasında hiçbir fark yoktur derken, Kur’ân’ı Kerim ve Kitab -ı Mukaddes’in aynı kaynaktan geldiğini belirtmektedir. Eğer ilâhî kitaplar arasında herhangi bir fark yoksa, o zaman, bu mantığa göre, yüce Tanrı’nın Kur’ân-ı Kerîm’i koruduğu gibi Kitab-ı Mukaddes’i de aynı şekilde koruması lâzımdır. Burada ciddi bir mantık hatası vardır. Çünkü

    ____________________

    39. Copi, Introduction to Logic, ss. 106-107 & 123.

    40. Kılavuz, Anahatlarıyla İslâm Akaidi Kelâm’a Giriş,

    ss. 158-159.

    41. İbid, s. 159.

    başka bir cümlede, Tanrı’nın Kitab-ı Mukaddes’inin bozulduğunu iddia ediyor.

    Bu aynı mantıksızlık birçok yazarda görülmektedir. Örneğin, İslâmcı yazarlardan biri, bir kitapta şöyle yazıyor:

    “…Geçmiş dinlerin ilâhî olmakla birlikte zaman içinde

    asıllarını kaybettiklerini, bozulduklarını biliyoruz.

    Bu son din olan İslâm insanlık için de son mesajdir.

    Dolayısıyla birinci derecede kaynağı olan Kitab’ın da

    muhafazası beşerin tedbir alışlarına bırakılamaz. Allah

    kendi kitabını dinini bizzat kendisi korumaktadır…”42

    Sayın Ali Bulaç’ın içine düştüğü büyük çelişkiye bakın: Hem geçmiş “dinlerin” ve “kitapların” ilâhî, yani Tanrı tarafından gönderildiğini ancak asıllarını kaybedip bozulduklarını ileri sürer, hem de, “Tanrı’nın kendi kitabını ve dinini bizzat kendisinin koruduğunu ileri sürer! Bunların ikisinin doğru olması mümkün değildir; yani, bir “argumentum non sequitur” sayılır. Eğer bu kitaplar bozulduysa, Tanrı’nın kendi kitabını ve dinini bizzat koruduğuna nasıl inanabiliriz?43

    Başka bir “non sequitor” da Kitab-ı Mukaddes’in tahrif edildiğini söyleyenlerin iddiaları onlarr Kur’ân’ın tek bir harfi bile değişmezken Kitab-ı Mukaddes’in değişmiş olduğunu iddia etmektirler. Yani, bu noktada, tahrifi iddia eden Müslümanlar bir çifte standart yaptıklarının farkındalar mı? Müslümanlar nasıl Kur’ân’a inanıyorlarsa, Kitab-ı Mukaddes’e de öyle inanmakla yükümlüdürler. O zaman Kitab-ı Mukaddes değişmiş veya tahrif edilmiş olamaz.

    “Yoksa siz Kitâbın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr

    mı ediyorsunuz?” (Bakara 2:85)

    Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. Ama dikkat! Eğer bir kişi Hz. İsâ’nın bir “peygamber” olduğuna tanıklık eder, aynı zamanda O’nun kendi hakkındaki sözlerini kabul etmezse, bu ne kadar mantıklı ve inandırıcı bir davranış olur? Ne yazık ki, çoğu Müslümanlar bunun gibi mantık hatalarına devamlı düşmektedirler.

    ____________________

    42. Bulaç, Çağdaş Kavramlar ve Düzenler, s. 177.

    43. Karataş, Gerçekleri Saptıranlar, ss. 67-68.

    J.

    Doğru Akılyürütme

    Halk arasında; “Her şeyi bilen Tanrı’nın emri olmadan daldan yaprak kopmaz.” denilir. O halde her şeyi bilen Tanrı’nın emri olmadan Kitab-ı Mukaddes tahrif olamaz. Bunu daha iyi anlayabilmek için temel ve basit bir mantık tasarım yapalım:

    A. Eğer Tanrı, kutsal sözünü insanların değiştirmelerini

    istemiyorsa, (ki istemiyor; Bkz. Yeremya 36:23-28)

    B. ve eğer Tanrı kutsal sözünü koruyabilecek güçteyse,

    (ki güçtedir; Bkz. Yeremya 32:17)

    C. o zaman, Tanrı kendi sözünün insanlar tarafından

    değiştirilmesine müsaade etmez. (kitap değiştirilemez;

    Bkz. Matta 5:18)

    A.

    Tanrı, kutsal sözünü

    insanların değiştirmelerini istemiyor:

    “Size emretmekte olduğum söze bir şey katmıyacaksınız

    ve ondan eksiltmiyeceksiniz, ta ki, Allahınız RABBİN,

    size emretmekte olduğum emirlerini tutasınız.”

    (Tesniye 4:2)

    “Sana emretmekte olduğum her şeyi yapmak için tutacaksın,

    üzerine bir şey katmıyacaksın, ve ondan eksiltmiyeceksin.”

    (Tesniye 12:32)

    “Ve vaki oldu ki, Yahudi üç dört yaprak okudukça kıral

    kalemtıraşla onu kesti ve mangaldaki ateşe attı, o vakte

    kadar ki, bütün tomar mangaldaki ateşte bitti. Ve bütün bu

    sözleri dinliyen kral ile bütün kulları yılmadılar, ve

    esvaplarını yırtmadılar. Ve Elnatan, ve Dalaya, ve Gemarya,

    tomarı yakmasın diye kırala yalvardılar ise de, onları

    dinlemedi. Ve kâtip Baruku ve peygamber Yeremyayı tutsunlar

    diye, kıralın oğlu Yerahmeele, ve Azrielin oğlu Serayaya, ve

    Abdeelin oğlu Şelemyaya, kral emretti; fakat RAB onları

    gizledi. Ve Yeremyanın ağzından Barukun yazmış olduğu

    sözlerle tomarı kıral yaktıktan sonra, Yeremyaya RABBİN şu

    sözü geldi: Yine kendine başka bir tomar al, ve Yahuda

    kıralı Yehoyakimin yakmış olduğu birinci tomarda olan evelki

    bütün sözleri ona yaz.” (Yeremya 36:23-28)

    Burada görüyoruz ki Rab’bin Yeremya’ya verdiği sözlerin yazıldığı tomarı kral yakmaktadır. Ancak Tanrı kendi sözlerinin kaybolmasını istemediği için Yeremya’nın ağızıle Baruka tekrar yazdırıyor. Bu da bize şunu anlatıyor: kendi sözlerini yeryüzünden kimse yok edemez, çünkü, Rab kendi sözünü korur. Yani Tanrı kendi kutsal sözlerinin bir insan tarafından yok edilmesine, değiştirilmesine veya tahrif edilmesine asla izin vermez. Kitab-ı Mukaddes bu konuda çok ciddi uyarılarla doludur.

    “Bu peygamberlik sözlerini mühürleme… Bu kitaptaki

    peygamberlik sözlerini duyan herkesi uyarıyorum! Eğer bir

    kimse bu sözlere bir şey katarsa, Tanrı da bu kitapta yazılı

    belaları ona katacaktır. Eğer bir kimse bu peygamberlik

    kitabının sözlerinden bir şey çıkarırsa, Tanrı da bu kitapta

    yazılı yaşam ağacından ve kutsal kentten ona düşen payı

    çıkaracaktır.” (Esinleme 22:10 & 18-19)

    B.

    Ayrıca, Tanrı kutsal sözünü

    koruyabilecek güçtedir:

    “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz

    kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil,

    tamamlamaya geldim. Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer

    ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan

    ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek.”

    (Matta 5:17-18)

    “Senden önce hiçbir resûl ve nebi göndermemiştik ki o, (bir

    şey) arzû ettiği zaman, şeytan onun arzûsu içerisine mutlaka

    (onun dünyâ ile meşgûl edecek bir düşünce) atmış olmasın.

    Fakat Allâh, şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra kendi

    âyetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hikmet

    sâhibidir.” (Hac 22:52)

    “Allah’a diyin: İşlerin ne korkunçtur! Kudretinin

    büyüklüğünden dolayı, düşmanların sana boyun iğecekler.

    Gelin de, Allah’ın işlerini görün. Adem oğullarına karşı

    işinde korkunçtur. (Mezmur 66:3 & 5)

    “Kulları içinden ancak bilginler Allâh’tan (gereğince)

    korkar. (Çünkü O’nun yaptıklarındaki incelikleri öğrendikçe

    onların Allâh’a karşı saygıları artar). Şüphesiz Allâh

    daima üstündür… (Fâtır 35:28)

    C.

    Dolayısıyla, Tanrı kendi sözünün

    insanlar tarafından değiştirilmesine müsaade etmez.

    “Rabbin kitabında araştırın, ve okuyun; bunlardan

    hiç bir şey noksan kalmıyacak…” (İşaya 34:16)

    Müslümanların “tahrif” iddiaları tamamen mantıksızdır. Konu ne olursa olsun, Tanrı’nın verdiğini kul geri alamaz. Doğal ve doğru olan Tanrı’nın kendi kutsal sözünü korumasıdır. O zaman, varılması gereken tek mantıklı sonuç kısaca şudur: Tanrı’nın Kutsal Kitabı değiştirilmedi, değiştirilemez, ve asla değiştirilemeyecektir.

    Kur’ân, Yahudiler ve Hıristiyanların elinde bulunan Tevrât ve İncîl’i Tanrı’nın Mûsâ’ya ve İsâ’ya indirmiş olduğu, insanlara doğru yolu gösteren, onları aydınlatan, onlara bilmediklerini öğreten özgün, ilâhî birer kitap olduklarını söylemektedir. (Bkz. Bölümler 12, 18 ve 25) Kur’ân’ın Tevrât, Zebûr ve İncîl’i doğru kitaplar olarak kabul edip onlara uyulması gerektiği söyledikten sonra Kitab-ı Mukaddes’in tahrif edilmiş olduğunu bildirmesi aklın kabul edeceği birşey değildir. Böyle bir çelişkiyi Kur’ân içermemektedir.

    Kur’ân’da mevcut Tevrât’ın tahrifi bildirilmez ve mevcut Tevrât özgün kitap olarak kabul edilir. Eğer Kur’ân Kitab-ı Mukaddes’i doğrulayıcı bir Kitap olarak verilmişse, o zaman Kur’ân’ın doğruladığı bir kitabın tahrif edilmiş olması mantıksız değil midir? Çünkü Kur’ân Kutsal Kitabı doğruladığını söylüyor. Hele hele Kur’ân’da Tevrât ve İncîl’in tahrifini bildiren ayetlerin olması mantık bakımından kesinlikle olanaksızdır. Bu çelişkiden öte, abes ve akla aykırı bir iddiadır. Kur’ân böyle bir iddiada bulunursa, tahrif edilmiş bir Tevrât’ı doğru olarak kabul eden ve öyle tanıtan Kur’ân’ın asıl kendi güvenilirliğine şüphe düşürülmüş olmaz mı? Herkesin attığı okun nereye varacağını bilmesi gerekir. Atılan ok geri dönmez.

    Şimdi ise, kendi mantığımızdan daha önemli olan Tanrı’nın Kutsal Kitab’ın tanıklığını dinleyelim.

    “RAB Allah ne söyliyecek dinliyeyim.” (Mezmur 85:8)

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.