Re: Hayatımdan Nefret Ediyorum Dediğiniz Oldu mu?
Alıntı /Arkadaşlarımın bu iddialarını çürütmek bana farz olmuştu. Artık Hıristiyanların salak olduğunu düşünmüyordum, bundan emindim. Her gün büyük bir hevesle sınıfta bir Hıristiyan öğrenci ya da profesörün söylediklerini çürütmek ve acı çektirmek için onların söz almalarını beklerdim. Bence Hıristiyan’ların beyninde yaşayan bir hücre varsa bile, bu tek beyin hücresi kısa bir süre sonra yalnızlıktan ölürdü.
Ancak bu insanlar bana meydan okumaya devam etti. Sonunda, ben de onların meydan okumasını kabul ettim. Benim bunu yapma amacım hem onların inançlarını çürütmek hem de gururumu tatmin etmek ki, ne de olsa İsa’nın iddialarını destekleyen tek bir kanıt olmadığını var sayıyordum. Hatta değerlendirmeye alacak bir delilin varlığına bile şüphe ile bakıyordum.
Uzun bir zaman dilimini kapsayan çalışmaların sonucunda İsa Mesih’in iddialarının gerçek olduğunu kabul etmek zorunda kaldım. Ancak ortada bir sorun vardı. Benim aklım bütün bunların gerçek olduğu söylerken arzum tam aksi istikametteydi.
Hıristiyan olmak demek egonuzun kırılması demektir. İsa Mesih, benliğime kendisine güvenmem konusunda açık bir davette bulunuyordu. Vahiy 3:20: “İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Eğer biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim, ben onunla ve o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz.” Beni etkileyen İsa Mesih’in su üzerinde yürümesi ya da suyu şarabı dönüştürmesi değildi. Bütün neşem kaçmıştı. Aklım ve mantığım Hıristiyanlık’ın gerçek olduğunu haykırırken benliğim, arzum kaçma taraftarıydı
Yukarıdaki yazılar nice soru soranların hakikî durumunu yansıtmaktadır. Sadece bu forumda değil, hayatın her köşesinde, her alanında ayni şeylerle karşılaşıyoruz. Sorular bilmek için sorulmuyor. Ama susturmak için. Küçük düşürmek, alay etmek için soruluyor. Bazı sorular ‘tokat’ gibidir. Soru sorulduğunu değil, yüzüne bir tokat atıldığını hissedersin.
“Benim aklım bütün bunların gerçek olduğunu söylerken, arzum tam aksi istikamette idi” diyor yazar. Yani bu soruları soran kişi. Doğruları bilmek istemiyordu aslında. Kendini ve yaptıklarını haklı çıkarmaktı esas gayesi. Doğruları görünce de kaçmaya başladı. “Aklım ve mantığım Hristiyanlığın gerçek olduğunu haykırırken; benliğim, arzum kaçma taraftarıydı” diye itiraf ediyor. Ne güzel.
Ama itiraf etmeyenler de var. Koyu Müslüman olan yakın bir arkadaşımla sık sık yürüyüşe çıkardık tepelerde. Hep Rab’den bahsederdik. İslâm hakkında sorduğum sorulara hiç cevap veremezdi. Başkalarına sorar gelir, ama o cevaplar da, ne Kuran’a göre ne de Hadislere göre idi. Zamanla sessizleşti. Bu konulardan kaçındı. Soru sormuyor, cevap vermiyordu. İçinden ikna olduğunu biliyordum ama o inkâr ediyordu. Nihayet, o can alıcı soruyu sordum: “İkna olmuş olsan veya Rab’bin kendisi gelip de sana ‘Doğru Yol budur’ deyip de sana Mesih’i gösterse; o yolu takip edermiydin?”
Bir türlü cevap veremedi. “Toplum bunu kabul etmez. Ailemiz çok dindardır. Eşim beni boşar” gibisinden bazı lâflar etti. Sonunda, “Bak, ısrar etme. Üzgünum ama kabul edemem” dedi. Ne acı. Kaç milyon insan: “Allah’ım, bizi doğru yoldan ayırma. bize doğru yolu göster” diye dua ederler de, karşılarına Tanrı çıksa ve “Doğru Yol budur” dese, o yolu takip etmezler. Çünkü geleneklerine olan bağlarına, yakınlarının haklarındaki düşüncelerine; Rab’bin düşüncelerinden daha fazla önem veriyorlar.
Ama Rab:”Arayan bulacaktır” diyor. “Soru soran” demiyor. Çünkü birçok soru, öğrenmek için sorulmuyor. Saldırmak için soruluyor.
“Gözlerimizi aç ki görelim Rab. Kulaklarımızı aç ki duyalım. Sana gelelim. Senin olalım. Bir tek Sana boyun eğelim. İnsanlara değil, adet ve geleneklere değil, baskı ve korkulara değil. Bir tek Sana hizmet edelim. Ümidimiz Sensin Rab. Kurtarıcımız Sensin. Amin”