Hayatımdan Nefret Ediyorum Dediğiniz Oldu mu?

  • Bu konu 2 izleyen ve 1 yanıt içeriyor.
2 yazı görüntüleniyor - 1 ile 2 arası (toplam 2)
  • Yazar
    Yazılar
  • #26311
    Anonim
    Pasif

    Kendi kendinize, “hayatımdan nefret ediyorum” dediğiniz oldu mu?..Olmak istediğiniz kişi olabilmeniz için bu yazıyı okuyun….

    Mutlu olmayı istiyordum. Tüm dünyanın en mutlu insanı olmayı istedim. Aynı zamanda yaşamın anlamını öğrenmeyi de arzuladım. Ben şu sorularıma cevap arıyordum:

    * “Ben kimim?”
    * “Niçin bu dünyadayım?”
    * “Nereye gidiyorum?”

    Daha da ötesi özgür olmayı istiyordum. Tüm dünyadaki en özgür insan olmayı istedim. Benim için özgürlük basit anlamıyla canımın istediği her şeyi yapmak demek değildi, bunu herkes yapabiliyordu. Benim için özgürlük, yapman gerekeni yapabilme kudretine sahip olmaktı. Bir çok insanlar neyi yapması gerektiğini bilir, ancak bunu yapacak güce sahip değildir. Böylece yukarıdaki sorularıma cevap aramaya başladım. Neredeyse herkes aynı dine sahip gözüktüğü için bende kiliseye gittim. Ancak yanlış bir kiliseye gitmiştim çünkü ayin bittiğinde kendimi daha kötü hissediyordum. Aynı kiliseye sabah akşam gitsem de bir farklılık yaşamadım. Ben pratik bir insanım ve eğer bir şeyin işe yaramadığını görürsem hiç tereddütsüz listemden çıkartırım. Bundan dolayı dini bıraktım.

    Prestijin cevap olup olmadığını merak etmeye başladım. Bir lider olmak, bir amaca kendinizi adamak ve popüler olmak; belki de aradığım cevap buydu. Gittiğim üniversitede öğrenci lideri olma kararı aldım ve bu konuda bir kampanya başlattım ve seçim zamanı geldiğinde ipi göğüsleyen ben oldum. Herkes beni tanıyordu, kararlar alıyordum ve istediğim konuşmacıları, üniversitenin parasıyla okula getiriyordum. Çok zevkli bir dönem olmasına rağmen daha önce denediğim bir çok şey gibi bu başkanlık da eskidi ve büyüsünü kaybetti. Pazartesi sabahı uyandığımda genellikle baş ağrısı çekmekteydim, nedeni belliydi. Hafta sonu yaşanan çılgın geceler ve 5 günlük okul haftasının yarattığı sıkıcı ortam.

    İçimden bir ses bana, başka öğrencilerin yaşamın anlamını ve amacını bulma konusunda benden daha samimi olduklarını söylüyordu ve ben de süphelenmeye başladım.

    Bu esnada okuldaki küçük bir grup ilgimi çekti. Bu grup iki öğretim görevlisi ve sekiz öğrenciden oluşmaktaydı. Bu kişilerin yaşamlarında farklı bir şey vardı. Bu kişiler neye inandıklarının bilincindeydiler, aynı zamanda nereye gittiklerini biliyor gibi görünüyorlardı.

    Benim fark etmeye başladığım bu grup sadece sevgi hakkında konuşmuyorlar, bunu yaşıyorlardı. Onlar üniversite koşulları karşısında eğilmeyen sanki dim dik yürüyen bir portre çiziyorlardı. Herkes panik yaşarken, herkes koşullar altında zorlanırken, bu kişiler her zaman rahat ve kendilerinden emindiler. Sanki onların içinde bitmeyen ve tükenmeyen bir sevinç kaynağı vardı; tiksindirici bir şekilde mutluydular. Onlarda benim sahip olmadığım bir şey vardı.

    Sıradan bir insan gibi ben de, benim sahip olmadığım ancak başkalarının sahip olduğu bir şeyi arzuladım. Bundan dolayı bu ilgi çeken insanlarla arkadaşlık yapmaya karar verdim. Bu karardan iki hafta sonra altı öğrenci ve iki öğretim görevlisi ile beraber bu grubun bir toplantısındaydık. Sohbet her zamanki gibi Tanrı hakkındaydı.

    Onlar benim canımı sıkıyordu, bende tek tek öğrencileri incelemeye başladım, genelde bütün Hıristiyan kızlarının çirkin olduğunu düşünürken kızların bir tanesinin güzel olduğunu fark ettim. Başkalarına çaktırmadan bu kıza fısıldadım: “Bana söyler misin, sizlerin yaşamlarını ne değiştirdi? Sizleri kampüsteki diğerlerinden farklı yapan nedir?”

    O genç kız, inancı konusunda çok güçlüydü; gözlerime dimdik baktı ve bir üniversite kampüsünde hiç duymayacağınız iki sözcüğü fısıldadı: “İsa Mesih.”

    “Tanrı aşkına, bana bu klişe lafları söyleme. Ben din olayından nefret ediyorum. Kiliseden, Kutsal Kitap’tan ve dinden bıkmış biriyim” dedim.

    “Hey,” dedi sesini biraz daha yükselterek “ben din demedim, ben İsa Mesih dedim.” Benim asla daha önce bilmediğim bir şeye dikkat çekti: “Hıristiyanlık bir din değildir. Din insanların, yaptığı iyi işler ile Tanrı’ya ulaşmaya çalıştığı bir şeydir. Hıristiyanlık ise Tanrı’nın İsa Mesih aracılığı ile insanlara ulaşması ve onlara kendisi ile bir ilişki kurmasını teklif etmesidir. Muhtemelen dünyadaki bütün üniversitelerde bir çok kişi Hıristiyanlık hakkında yanlış anlamaların kurbanıydı.

    Okuldaki bir asistan bir keresinde “kiliseye giden herkes bir Hıristiyan olur” demişti; ben de ona “garaja giden herkes araba mı olur?” diye cevap vermiştim. Gerçek bir Hıristiyan, samimi bir şekilde İsa Mesih’e inanan kişidir.

    Hıristiyanlık’ı düşünmeye başladıkça, bu yeni arkadaşlarım beni İsa Mesih’in hayatını incelemem konusunda teşvik etmeye başladılar. Kısa bir süre sonra Buda’nın, Konfüçyüs’ün ve Hz. Muhammed’in Tanrı olma iddiasında bulunmadıklarına, bu iddianın sadece İsa’ya ait olduğunu keşfettim. Arkadaşlarım beni İsa Mesih’in bu iddiasını inceleme konusunda teşvik etti. Onlar, İsa Mesih’in insan bedeni almış Tanrı olduğuna, insanlığın günahları uğruna haç üzerinde ölüp üç gün sonra dirildiğine ve bugün bile bir insanın yaşamını değiştirebileceğine ikna olmuşlardı.

    Arkadaşlarımın bu iddialarını çürütmek bana farz olmuştu. Artık Hıristiyanların salak olduğunu düşünmüyordum, bundan emindim. Her gün büyük bir hevesle sınıfta bir Hıristiyan öğrenci ya da profesörün söylediklerini çürütmek ve acı çektirmek için onların söz almalarını beklerdim. Bence Hıristiyan’ların beyninde yaşayan bir hücre varsa bile, bu tek beyin hücresi kısa bir süre sonra yalnızlıktan ölürdü.

    Ancak bu insanlar bana meydan okumaya devam etti. Sonunda, ben de onların meydan okumasını kabul ettim. Benim bunu yapma amacım hem onların inançlarını çürütmek hem de gururumu tatmin etmek ki, ne de olsa İsa’nın iddialarını destekleyen tek bir kanıt olmadığını var sayıyordum. Hatta değerlendirmeye alacak bir delilin varlığına bile şüphe ile bakıyordum.

    Uzun bir zaman dilimini kapsayan çalışmaların sonucunda İsa Mesih’in iddialarının gerçek olduğunu kabul etmek zorunda kaldım. Ancak ortada bir sorun vardı. Benim aklım bütün bunların gerçek olduğu söylerken arzum tam aksi istikametteydi.

    Hıristiyan olmak demek egonuzun kırılması demektir. İsa Mesih, benliğime kendisine güvenmem konusunda açık bir davette bulunuyordu. Vahiy 3:20: “İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Eğer biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim, ben onunla ve o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz.” Beni etkileyen İsa Mesih’in su üzerinde yürümesi ya da suyu şarabı dönüştürmesi değildi. Bütün neşem kaçmıştı. Aklım ve mantığım Hıristiyanlık’ın gerçek olduğunu haykırırken benliğim, arzum kaçma taraftarıydı.

    Ne zaman etrafımda o şevkli Hıristiyanlar olsa çatışma başlardı. Eğer bir gün mutsuz olduğunuz bir an etrafınızda mutlu insanlar olursa, beni daha iyi anlarsınız; bu durum gayet can sıkıcıdır. Belki de o gruptan ayrılmam onları mutlu bile edebilir diye düşünüyor, geceleri yatağıma saat 22:00’da da yatsam sabaha kadar gözümü kırpamıyordum. Aklımı yitirmeden önce bu sorunu çözmem gerekiyordu! Sonunda yüreğim ile aklımı birleştirebildim: 19 Aralık 1959’da saat 20:30’da Hıristiyan oldum. Üniversitenin ikinci yılındaydım.

    O gece, İsa Mesih ile ilişki kurmam için dört konuda dua ettim; bu duadan sonra yaşamım değişmeye başladı. İlk olarak, “Tanrım İsa Mesih, çarmıhta benim için canını verdiğin için teşekkür ederim” dedim. İkinci olarak, “yaşamımda senin hoşuna gitmeyen şeyler olduğunu biliyorum ve beni hem bağışlamanı hem de temizlemeni rica ediyorum” dedim. Üçüncü olarak, “tam şu anda bildiğim tek yolla, yüreğimin ve yaşamımın kapılarını sana açıyor, yaşamım üzerinde Rabbim olarak sana güveniyorum. Hayatımı Sen kontrol et ve beni içten dışa değiştir. Beni, yarattığın ve olmamı istediğin insan olmam için değiştir.” Son olarak ise “yaşamıma, imanla geldiğin için teşekkür ederim.” Bu iman, kör bir iman, cahillikten doğan bir iman değil, tarihsel delillere ve Tanrı’nın Söz’üne dayanan bir imandı.

    Bir çok dindar insandan gök gürültüsü ve şimşekler içeren bir değişimi duymuşsunuzdur. Ancak ben dua ettikten sonra, hiçbir şey olmadı. Hiçbir şey. Hala daha odamda oturuyordum, gökyüzüne yükselmemiştim, kanatlarım çıkmamıştı. Hatta dua ettikten sonra daha da kötü hissettim. Kusacağımı hissettim. “Oh, hayır!” diye düşündüm, “acaba kendimi neye bulaştırdım böyle?” Kendimi yolun sonunda hissettim.

    Ancak bir sene sonra baktığımda yolun sonunda olmadığımı anladım. Hayatım değişmeye başlamıştı. Bir keresinde bir üniversite dekanı ile tartışırken hayatımın değiştiğini dile getirdim. Bana baktı ve şöyle söyledi: “McDowell, sen bizlere 20.yy’ın ortasında İsa Mesih’in senin hayatını değiştirdiğini mi söylemek istiyorsun? Hangi alanlarda?” 45 dakika boyunca değişimleri anlatmaya başlayınca bana baktı ve “Tamam, yeterlidir” dedi. O gün kendisine ve bizi dinleyenlere söylediklerimden bazılarını sizlere de aktarmak istiyorum.

    Tanrı’nın değiştirdiği bir alan benim huzursuzluğumdu. Her zaman zihnim işgal altındaydı. Kampüste dolaşırken beynimin içinde çelişkiler bir bu duvara, bir şu duvara çarparlardı. Ben oturup ders çalışmayı denesem de bunu gerçekleştiremiyordum. O dua ettiğim geceden birkaç ay sonra zihinsel bir huzur yaşamaya başladım. Beni yanlış anlamayın. Çatışmaların yokluğundan bahsetmiyorum. İsa Mesih ile olan ilişkimde çatışmalardan kurtulmayı değil, onlarla mücadele etmeyi keşfettim. Bunu dünyadaki hiçbir şeye değişmem.

    Değiştirilme yaşadığım bir başka alan ise benim asabiliğimdi. Eğer birisi bana yan gözle bakarsa tepem anında atardı. Okulun ilk senesi kavga ettiğim ve neredeyse öldürdüğüm bir kişinin yüzümde bıraktığı iz hala daha durmaktadır. Asabiyet hayatımın o kadar büyük bir parçası olmuştu ki, onu bilinçli bir şekilde değiştirmeyi denemiyordum bile. Ancak dua ettiğim zamandan sonra 14 yıl boyunca bir kez bile olsun kendimi kaybetmedim ve kaybettiğim o anın karşılığını ödeyebilmek için altı sene uğraştım!

    Hayatımda değişen bir başka alan ise, benim çok gurur duymadığım bir alandır. Bu alanda bir çok kişinin değişmeye ihtiyacı vardır ve bu değişimin tek bir kaynağı vardır: İsa Mesih’le olan bir ilişki. O alan nefrettir. Benim içinde birçok nefrete yer vardı. Ben bunu dıştan çok açıkça göstermesem de içimde bir çok kişiye, konuya v.s.. karşı nefret kök salmıştı.

    Ancak dünyada herkesten daha fazla nefret ettiğim bir adam vardı: Benim babam. Ben onun her şeyinden nefret ediyordum. O kasabanın alkoliğiydi. Herkes benim babamın bir sarhoş olduğunu bilirdi ve arkadaşlarım onun hakkında etrafta devamlı şakalar yaparlardı. Bu şakaların benim canımı sıktığını hiç düşünmediler. Ben de başkaları gibi dıştan gülsem de içimden ağlıyordum. Bazen ahıra gittiğimde annemi o kadar kötü dayak yemiş bir şekilde bulurdum ki, gübre yığınının üzerinde yatar ve bir gün boyunca yerinden oynayamazdı. Arkadaşlarım evimize geleceği zamanlar, sızmış olan babamı alır, ahırdaki bir kütüğe bağlardım. Arabasını da evin arkasına saklar insanlara babamın bir yere gitmek zorunda olduğunu söylerdim. Bir insanın bir başkasından, benim babamdan nefret ettiğim kadar nefret edebileceğine inanmıyordum.

    İsa Mesih yaşamıma sevgisiyle o kadar güçlü girdi ki, içimdeki nefreti baş aşağı etti. Babamın gözlerine bakıp, “Baba, seni seviyorum” diyebilmeye başladım. Bunu gerçekten de kast ediyordum. Ona yaptıklarımdan sonra, bu onu şok etti.

    Üniversitemi değiştirdiğim sene çok ciddi bir araba kazası geçirdim. Boynum alçı içerisinde eve taşındım. Babamın benim odama gelip şu sözleri söylediği anı asla unutmayacağım: “Oğlum, benim gibi bir babayı nasıl sevebilirsin?” Ben şöyle cevap verdim: “Baba, altı ay önce ben senden tiksiniyordum, ancak sana tam olarak açıklayamasam da, İsa Mesih’in yaşamıma girmesine izin verdim. Bu yeni yaşamın bana verdiği sevgi sayesinde sadece sen değil, herkesi oldukları gibi sevmeyi ve kabul etmeyi başarma kapasitesini buldum.”

    Kırk beş dakika sonra yaşamımın en duygulu anını yaşadım. Babam bana baktı ve şöyle dedi: “Oğlum, eğer Tanrı benim yaşamımda da, senin yaşamında yaptıklarını yapabilirse, o zaman ben O’na bu fırsatı vermeyi isterim.” Tam orada, o an babam benimle beraber dua edip İsa Mesih’in onun günahlarını bağışlayacağına iman etti.

    Genellikle değişimler, günler, haftalar, aylar, hatta yıllar alır ancak benim babamın değişimi o an gözlerimin önünde gerçekleşti. Sanki birisi aşağıya uzanmış ve onun kafasındaki bir düğmeye basmıştı. O günden önce ve o zamandan beri, ben asla bu kadar hızlı bir değişme görmedim! Benim babam o günden sonra viskiye bir kez dokundu, o da dudaklarına değdirecek kadar. Artık bir şeyden emindim, İsa Mesih ile bir ilişki yaşamları değiştirirdi.

    Hıristiyanlık’a gülebilirsiniz, hatta onu saçma bulup onunla alay edebilirsiniz. Ancak Hıristiyanlık etkindir. Yaşamları değiştirir. Eğer siz İsa Mesih’e iman ederseniz, davranışlarınızın ve eylemlerinizin değişeceğini görürsünüz, çünkü artık kontrolde İsa vardır.

    Ancak Hıristiyanlık, birisinin boğazından içeri ittirebileceğiniz bir şey değildir. Ben sadece kendi tanıklığımı ve öğrendiklerimi size aktarabilirim, geriye kalan sizin kararınızdır.

    Belki de benim duam sizlere de yardımcı olur: “Tanrı’m İsa Mesih, çarmıhta benim için canını verdiğin için teşekkür ederim. Yaşamımda senin hoşuna gitmeyen şeyler olduğunu biliyorum ve beni hem bağışlamanı hem de temizlemeni rica ediyorum. Tam şu anda bildiğim tek yolla, yüreğimin ve yaşamımın kapılarını sana açıyor, yaşamım üzerinde Rab’bim olarak sana güveniyorum. Hayatımı Sen kontrol et ve beni içten dışa değiştir. Beni, yarattığın ve olmamı istediğin insan olmam için değiştir. Yaşamıma, imanla geldiğin için teşekkür ederim. AMİN.”

    Bu okudugum yaziyi sizinle paylasmak istedim…

    #33229
    Anonim
    Pasif

    Alıntı /Arkadaşlarımın bu iddialarını çürütmek bana farz olmuştu. Artık Hıristiyanların salak olduğunu düşünmüyordum, bundan emindim. Her gün büyük bir hevesle sınıfta bir Hıristiyan öğrenci ya da profesörün söylediklerini çürütmek ve acı çektirmek için onların söz almalarını beklerdim. Bence Hıristiyan’ların beyninde yaşayan bir hücre varsa bile, bu tek beyin hücresi kısa bir süre sonra yalnızlıktan ölürdü.

    Ancak bu insanlar bana meydan okumaya devam etti. Sonunda, ben de onların meydan okumasını kabul ettim. Benim bunu yapma amacım hem onların inançlarını çürütmek hem de gururumu tatmin etmek ki, ne de olsa İsa’nın iddialarını destekleyen tek bir kanıt olmadığını var sayıyordum. Hatta değerlendirmeye alacak bir delilin varlığına bile şüphe ile bakıyordum.

    Uzun bir zaman dilimini kapsayan çalışmaların sonucunda İsa Mesih’in iddialarının gerçek olduğunu kabul etmek zorunda kaldım. Ancak ortada bir sorun vardı. Benim aklım bütün bunların gerçek olduğu söylerken arzum tam aksi istikametteydi.

    Hıristiyan olmak demek egonuzun kırılması demektir. İsa Mesih, benliğime kendisine güvenmem konusunda açık bir davette bulunuyordu. Vahiy 3:20: “İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Eğer biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim, ben onunla ve o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz.” Beni etkileyen İsa Mesih’in su üzerinde yürümesi ya da suyu şarabı dönüştürmesi değildi. Bütün neşem kaçmıştı. Aklım ve mantığım Hıristiyanlık’ın gerçek olduğunu haykırırken benliğim, arzum kaçma taraftarıydı



    Yukarıdaki yazılar nice soru soranların hakikî durumunu yansıtmaktadır. Sadece bu forumda değil, hayatın her köşesinde, her alanında ayni şeylerle karşılaşıyoruz. Sorular bilmek için sorulmuyor. Ama susturmak için. Küçük düşürmek, alay etmek için soruluyor. Bazı sorular ‘tokat’ gibidir. Soru sorulduğunu değil, yüzüne bir tokat atıldığını hissedersin.

    “Benim aklım bütün bunların gerçek olduğunu söylerken, arzum tam aksi istikamette idi” diyor yazar. Yani bu soruları soran kişi. Doğruları bilmek istemiyordu aslında. Kendini ve yaptıklarını haklı çıkarmaktı esas gayesi. Doğruları görünce de kaçmaya başladı. “Aklım ve mantığım Hristiyanlığın gerçek olduğunu haykırırken; benliğim, arzum kaçma taraftarıydı” diye itiraf ediyor. Ne güzel.

    Ama itiraf etmeyenler de var. Koyu Müslüman olan yakın bir arkadaşımla sık sık yürüyüşe çıkardık tepelerde. Hep Rab’den bahsederdik. İslâm hakkında sorduğum sorulara hiç cevap veremezdi. Başkalarına sorar gelir, ama o cevaplar da, ne Kuran’a göre ne de Hadislere göre idi. Zamanla sessizleşti. Bu konulardan kaçındı. Soru sormuyor, cevap vermiyordu. İçinden ikna olduğunu biliyordum ama o inkâr ediyordu. Nihayet, o can alıcı soruyu sordum: “İkna olmuş olsan veya Rab’bin kendisi gelip de sana ‘Doğru Yol budur’ deyip de sana Mesih’i gösterse; o yolu takip edermiydin?”

    Bir türlü cevap veremedi. “Toplum bunu kabul etmez. Ailemiz çok dindardır. Eşim beni boşar” gibisinden bazı lâflar etti. Sonunda, “Bak, ısrar etme. Üzgünum ama kabul edemem” dedi. Ne acı. Kaç milyon insan: “Allah’ım, bizi doğru yoldan ayırma. bize doğru yolu göster” diye dua ederler de, karşılarına Tanrı çıksa ve “Doğru Yol budur” dese, o yolu takip etmezler. Çünkü geleneklerine olan bağlarına, yakınlarının haklarındaki düşüncelerine; Rab’bin düşüncelerinden daha fazla önem veriyorlar.

    Ama Rab:”Arayan bulacaktır” diyor. “Soru soran” demiyor. Çünkü birçok soru, öğrenmek için sorulmuyor. Saldırmak için soruluyor.

    “Gözlerimizi aç ki görelim Rab. Kulaklarımızı aç ki duyalım. Sana gelelim. Senin olalım. Bir tek Sana boyun eğelim. İnsanlara değil, adet ve geleneklere değil, baskı ve korkulara değil. Bir tek Sana hizmet edelim. Ümidimiz Sensin Rab. Kurtarıcımız Sensin. Amin”

2 yazı görüntüleniyor - 1 ile 2 arası (toplam 2)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.