Re: Canım çocuğum, o güzel elini asla bırakmayacagım
Sn. Saba;
Vakit ayırıp cevap verdiğiniz için teşekkür ederim. Bu yazdıklarınızıdan haberim var. MESİH’in çarmıhta iken sözylediği “Baba onları affet, ne yaptıklarını bilmiyorlar” sözü, O’nu doğru dürüst tanımayan ve öldürülmesini seyretmek için alana toplanan şuursuz kalabalıklar ile, emir altında çalışan, kendisini çarmıh’a çivileyen görevliler/askerlerle alâkalı olması gerekir. MESİH kendisine ihânet ederek Ferisiler ile işbirliği yapan Yahuda İşkaryot için “mahvolan adam” tanımını yapar. Eğer MESİH’in çarmıhta söylediği “Baba onları affet” sözü herkese şâmil olarak anlaşılırsa; Matta 23. bölüm de yer alan Fersiler le ilgili âyetler ile Yahuda İşkaryot’u betimleyen “mahvolan adam” nitelemesini açıklamak mümkün olamaz.
Önceki mesajlarımdan birisinde arz etmiştim. Bizler Tanrı’yı nesnel/somut bir görüntü/şekil olarak müşâhede edemiyoruz. Bu durumda, O’nun varlığına iman etmemiz; eşsiz kâinat’ın kendiliğinden var olamayacağı, bir “akıllı tasarım” ürünü olduğu düşüncesine dayanır. Bu düşünceyi pekiştiren de, Yaratılıştan bu güne devam eden prensiplerdir. Tanrı’yı göremediğimize göre, O’nunla olan bağlantımızı imanımızla kurarken, ilişkilerimizdeki “prosedür” ü ise bu prensiplerle tayin edebiliriz. Kurallar zaman ve şartlara göre esneyebilir ve hattâ değişebilir. Ama prensipler asla!…
“Tanrı güneş’i hem iyilerin hem de kötülerin üzerine doğdurur” bu inkâr edilemez bir gerçek. Lâkin; iyilerle birlikte kötülere de aynı muamelede bulunması, kötüleri sevdiği anlamına gelmez. Ben de çevremde yaşayan bâzı insanları sevmem. Ancak; sevmeyişim onlara düşmanlık etmemi de gerektirmiyor. Sevdiğim insanlara karşı gösterdiğim tavırların bir benzerini sevmediğim insanlara da göstermek, elimden geldiğince herkese karşı dürüst ve âdil olmak için çaba sarfetmek mecbûriyetindeyim. Çünki; sevmediklerime karşı tavırlarımı aklım değil duygularım belirlerse; Şeytan’a faydalanabileceği yeni fırsatlar sunmuş olurum. İmanlı insanın herkese aynı davranışı göstermesi “Tanrı benzeyişinde” yaratıldığının farkındalığı ile gerçekleşir. Ancak o zaman insan, “Tanrı’nın Yağmur’u hem iyiler, hem de kötüler üzerine yağdırması” gibi herkese karşı aynı ilkesel davranış standardını yakalayabilir.
“Sevgi” ve “düşmanlık” kavramlarının içi iyice doldurulmadan İncil’i anlayamayız.. Rahip/Papaz ya da Vaiz’lerin İncil yorumları İncil’in kendisi değildir. Tıpkı İngilizce bir kitap’ın Türkçe çevirisinin asla orjinalini tutmayacağı gibi. Bu din görevlileri veya kendisini “Hizmet’e adamış” kişlerin yaptıkları her yorum doğru ya da tümüyle yanlış olmaz. Bizler imanımızı bu eksende oluşturduğumuzda, incil’e değil başkalarının Kutsal Kitap algılarına iman etmiş oluruz. Ben bu kimselerin dinlenilmemesi gerektiğini söylemiyorum. Esas “Ders kitabı” ile “yardımcı kitap” arasında herkesin kolayca algılayabileceği bir fark bulunur. “Esas kitap” Kutsal Kitap’tır. “Yardımcı kitap” ise Vaiz/Rahip/Papaz vs. kişilerin algı ve anlatılarıdır.
Hemen bütün insanların tam anlamıyla kavrayamadığı ve fakat “Kutsal kitap emri” olarak lanse edilip dayatılan bir “sanal sevgi” oluşturulur ise, başlangıç itibâriyle iki türlü sıkıntı doğar.
1- İnancında ‘samimi’ olduğunu düşünen ve faka gerçekte şartlanmışlığını/kültür dindarlığının üzerindeki baskısını iman zanneden dürüst insanlar; bağışlmakta zorlandıkları gerçek suçlular karşısında ezik duruma düşer, psikolojik baskı altında kalırlar. Çoğu gerçek suçlu yaptıklarının ne kadar kötü olduğunu hiç düşünmez, vicdan azâbı duymaz ve aynı ruh hâli ile yaşamaya devam ederken bağışlayamayan imanlı müthiş bir sıkıntı yaşar.
2- “Arâzi” ye uyup imanlı görünen ve fakat gerçekte iman etmemiş olan tiplerin de içindeki riyâkârlığı pompalarsınız.
Pavlus’un çok övdüğü, göklere çıkardığı ve hattâ imandan bile üstün tuttuğu sevgi, Rab Tanrı’nın razı olduğu/onayladığı şeylere lâyıktır. Hadsiz/hesapsız/ölçüsüz bir sevgi asla olamaz. Bu Tanrıda bile yoktur. Sevgiyi kötülere/kötülüklere da lâyık görenler, ya, sevgi kavramının gerçek mâhiyetini kavrayamamış olanlardır, ya da insanları inançaları ya da zaaflarını kullanarak büyük kitleleri kontrol etmeye hevesli kötü niyetli kişileridir.
Kimi insanları sevmiyor/sevemiyor olmamız, bu insanlara düşman olmamızı gerektirmiyor. Rab Tanrı’ da yasakladığı/sevmediği eylemleri yapanlara ‘düşman’ değildir. Esâsında tepki bizâtihi insanın şahsına değil, olumsuz/yanlış davranışlarınadır. Bu itibarla Rab Hezekiel: 18/23′ te şöyle buyurur.
“Ben kötü kişinin ölümünden sevinç duymam, ancak kötü kişinin kötü yollarından dönüp yaşamasından sevinç duyarım. Egemen RAB böyle diyor.”
Sevmek ve sevinç birbirinden ayrılamaz iki kavramdır. Rab Tanrı kötülük eden insanlara karşı hangi durumda sevinç duyduğunu en ‘ebleh’ kişilerin de rahatlıkla anlayabileceği şekilde net olarak açıklıyor. “İnsanın kötü olarak yaşaması ve bu şekilde ölmesine sevinmem” buyururyor. O’nu sevindiren kendi benzeyişinde yarattığı insanın bu “benzeyiş” e uygun davranması. Aksi takdirde Tanrı’nın insanı hem kendi benzeyişinde yaratıp hemde kötülük yaparak ölmesine sevinmesini hiç bir şekilde açıklamak mümkün olmazdı.
Misâl; bir anne/baba da; kötülük yapmakta ısrar eden evlatları karşsında öyle bir noktaya gelir ki, artık canından bezer. Evlâdına karşı sevgisi oldukça azalır. Hattâ bazı durumlarda hiç sevgi de kalmayabilir. Ama bütün bu olumsuzluklara rağmen, evladının kötülükler içinde yaşayıp ölmüş olmasına sevinmez.
Kavramların içini net olarak doldurmaz ve herkesin de net olarak anlayabileceği şekile getirmezseniz; insanların, Tanrı ve Kutsallık karşısındaki zaaflarından istifade ederek milyonlar, hattâ milyarlarca insanın rahatça kullanılabileceği bir inanç sistematiği ortaya çıkarmış olursunuz.
Sevgi kutsal “kitap emri” gibi gösterliip ‘ısmarlama’ oluşan bir olgu değildir. Kutsal kitapta emriler değil, prensipler bulunur. Bu prensipleri anlaşılır olmaktan uzaklaştırıp, insanlara “kutsanmış emir” olarak gösterenler, en hafif tâbiriyle kötü niyetli kimselerdir.
Prensipler, anlaşılır; anlayış iman getirir.
Emir ve kuralar ise boyun eğiş.
Aradaki farkı kavrayamamışsak, güdülüyoruz demektir.