Ölümlülük zikri…

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #26812
    Anonim
    Pasif

    Hristiyanlık’ta çok eski tarihlerinden beri var olan bir uygulama da ölümlülük zikridir. İnsana her zaman ölümlülüğünü hatırında bulundurması nasihat verilir. Bu şurdaki hayatın faniliğinin farkındalığı herşeyi başka bir gözle değerlendirmeye başlıca fırsatlardan birini teşkil eder. Burdaki hayata yatırım yapmaya gelmez. İnsanı hayal kırıklığına uğratır hep bu tür bir yatırım.

    Hayat bu şurdaki kıpkısacık biyolojik yaşam sürecinden ibaret değildir. Hayat çok engin bir şeydir. Maddi, zaman mekan düzlemindeki hayat, engin, gepgeniş, ebedi hayatın sadece bir safhasıdır. Onu yegane değermiş gibi görüp tüm yatırımları ona yüklemek insanı ümitsizliğe ve neticede paniğe sürükler. Ve bu paniğin hasır altı edilebilmesi için zihin hemen binbir tür savunma mekanizması yaratır. Acelecilik, tüketicilik, kuralcılık, iş düşkünlüğü gibi meşgaleler bu tür bir varlıksal anlamsızlığı örtmeye yönelik gaflet üretimi meşgaleleridir hep.

    Ölümlülük zikri, parasal olsun, duygusal olsun her tür cimriliğe can yerinden yaralayıcı bir darbedir. Ölümlülüğün farkındalığı insanda İllahi bir kaygısızlık yaratır. Aceleye son verir. Ölümün ne zaman insanın kapısını çalacağının bilinmez olması da herşeyi topyekün olarak Tanrı’ya havale ettirir. Tam teslimiyet doğurur. İnsanı etrafındakileriyle de barıştırır… tüm askıda kalmış, hallolunmamış işlerini de hallettirir. Münakaşaların, kinlerin boşluğunun idrakına erdirir. İnsanların ırk, milliyet ve parasal sınıf ayrılıklarının ötesindeki ortak kaderlerini de hatırda tutar hep. Dolayısıyla insanı mevki peşindeliğinden de sıyrıltır, babacanlık, anacanlık zuhur ettirir. Büyük bir devadır kısacası ölümlülük zikri. Hele bir de sözünü ettiğimiz ölüm vaktinin belirsizliğinin bilinci de eklendi mi ölümlülük zikrine, işte o zaman devanın dozajı da tam olur.

    Ölümlülük zikri hayatı nefsi bir filtreden süzülmüş olarak algılayanlara karamsarlık doğurucu bir şeymiş gibi gelir. Halbuki tam tersidir. Bu zikir derin mi derin rahatlık doğuran bir durumdur. Patırdısız, sakin ama çok derin coşkusu olan bir huzur vardır bu zikrin kaygısızlığında. Ebediyet’ten bir curadır hatta bu huzur. Sonsuzluğun vecdinin şimdiden, bu fani hayattan tadının alınmasıdır nitekim.

    Denildiği gibi, dünyevi akılda çelişkili gibi görünür ama değildir… Bu şurdaki maddi hayatın da asıl tadına varan Tanrı’ya teslimiyette yaşayandır ancak. Öyle bir insanda erteleme diye bir şey yoktur, var olan, kendisiyle uğraşılması gereken bu andır. Tabağındaki yemeği değerini bile bile, tadına vara vara yiyerek sade sözle değil de eylemle de şükreder. Efendimiz der ya, ‘insan ruhunu kaybettikten sonra bütün dünyayı kazansa bile neye yarayacak ki’ (Matta 16:26, Markus 8:36)… Gerçekten de, insanın kazanmış olduğu dünyanın tadını çıkarabilmesi için ruhlu olması gerekir… ruhu olmadan nasıl tadacak ki dünyayı… Eğer zevki hissedecek ruhumuzu zevki elde etmek için satmışsak… o zaman zevki neyle hissedeceğiz ki… Geceli gündüzlü didinen, dünyeviliğin şartlarıyla uzlaşma durumunda bulunsunlar diye her anlarını büyük bir gerginlik içersinde geçiren, ona buna hoş görünsünler diye giyilmesi mecburi gülümseyiş maskeleri ardında boğulan nice kariyer sahipleri vardır. Paraları çoktur ama hayatları hapistir. Çok daha azıyla yaşamayı göze alsalardı hayatın zevkini de çıkarırlardı… üstelik ‘işenmiş’ önlüklerin önünde diz çökmelerine de gerek kalmazdı…

    Efendimizin konuyla ilgili o meseli hatıra geliyor bu konuda düşündükçe… Hani hasılatı bol olmuş, maddi durumu çok iyi gitmiş zenginin ‘şimdi hayatımı yaşamanın zamanıdır, nefsim ye, iç, hayatı tad’ dediğinde Tanrı kendisine ‘takdiri kör, ussuz insan, bu gece hayatın isteniyor… neye yarayacak şimdi tüm bu hazırladıkların’ demiş ya… (Luka12:16-21) Bunca sene didinip, hayatını heba edip geleceğe yatırım yapacağına çok daha azıyla yetinip gününü yaşasaydı hayatı da boşa gitmiş olmazdı her halde. Tok giderdi bu hayattan. Ama zengin olup da aç gitmek salt dünyevilik açısından da akılsızlığın dik alası… Hem bu hayatı hem de ötekini kaybetmek sefaletin en büyüğü… Ve… gerçekten de, aslına bakılacak olsa… Semalar Saltanatı’nın kaybı bu şurdaki kıpkısacık beşeri hayatın zevkinin da kaybıdır.

    – – –

    Bugünler hem burdaki forumda, hem de günlük hayatta epey hastalık ve ölüm haberi almışım… Tabi, tüm hasta kardeşlerin ve, genelde, insanların şifa bulmasını dilemek düşüyor en önce, can-ı gönülden… ama bu gibi haberler insanın ne kadar hassas, kolay kırılır bir yaratık olduğunu da hatırlatıyor hemen. İnsanın ne kadar aciz olduğunu, hayatın aslında zerre kadar kendi hakimiyetinde olmadığına uyandıran bir çan sesi adeta bu haberler. İşte tüm bu gerçeklerin aklı ziyaretinin neminden biten bir yazı yukarıdaki de…

    Rab’bın hiç birimizden ölümlülük zikrini eksik etmemesi dileğiyle…

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.