Nora'dan Hrant Dedesine Mektup

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #24492
    Anonim
    Pasif

    nyilmaz@yenisafak.com.tr

    Hatırlayın; o korkunç saldırının ardından ilk mektubu, eşi Rakel kaleme almıştı.

    Satırları “Ah Sevgilim” diye başlıyordu.

    On binlerin önünde, acıdan titreyen sesiyle okumuştu 'Sevgiliye' mektubunu.

    Sonra Arat yazdı babasına.

    Babasız geçirdiği ilk babalar gününde, kızı babalar gününün kutlarken hissettiklerini kağıda döktü.

    “Bugün babalar günü ve ilk defa bir insan yavrusu, dilinin döndüğünce senin babalar gününü kutluyor ve ilk defa sen babasız bir babalar günü sabahı kahvaltı eden oğulsun. Gözyaşı merceği tuhaf çalışır, küçük Nora büyür, baba ufaldıkça ufalır. Islak bir ekmeği yemek tatsızdır ama düğümlenmiş bir boğazdan da böylesi daha rahat geçer. Nora'ya tek bir şey demek geldi içimden: Benim babam senin babanı döver.”

    Artık eminim.

    Dink ailesi duygularını, en iyi mektuplarla dillendiriyor.

    Yalın, duygusal, meram anlatıcı, yaraya parmak basan, sorunun 'aslına' işaret eden mektuplarla…

    Dün bir yıl oldu.

    Agos'un önünde öldürülmesinin üzerinden koca bir yıl geçti.

    Hrant Dink'e ölüm yıldönümünde, yeni bir mektup daha yollandı.

    Dink ailesi adına söz bu kez, iki buçuk yaşındaki torun Nora'ya verildi.

    Belki kaleme o almadı, alamadı.

    Ama olsun…

    Henüz iki buçuk yaşında olmasa veya parmakları kalemi kavrayabilse çok daha uzununu pekâlâ o da yazardı.

    Cevaben…

    Çünkü bir keresinde dedesi de ona yazmıştı.

    “Öylesine ayrıcalıklı ki bugüne değin bir tek eşim bana 'Çutak' (keman) diye takma ismimle seslenirdi, şimdi o da başladı.

    Eşimle aramızdaki özel ilişkimize balıklama girdi.

    E vallahi hoş geldi.

    Gerçi tam 'Çutak' diyemiyor 'Tutak' diyor ama…” diye başlayıp, “Hanenizden torunlar eksik olmasın dostlar” cümlesiyle biten coşkulu bir mektup.

    Ve bugün…

    Ölümünün birinci yıldönümünde, Hrant Dink'in anısına, köşeyi torunu Nora'nın duygusal mektubuna bırakıyorum.

    ***

    Çutak Dedeme,

    Bugün yayama bir kez daha sordum seni. Nerede olduğunu, kimlerin evinde kaldığını, orada benim gibi çocuklar olup olmadığını…

    Yayam önce başını çevirdi. Hep aynı şeyi yapıyor. Ben ne zaman sana ait bir şey söylesem başını çeviriyor; sanki birilerini arıyor. Sonra tekrar yüzüme baktığında gözleri hep ıslak oluyor. Bana sıkıca sarılıp, ya gözlerinden yağmur damlaları akıtıyor ya da bana göstereceği bir şeyler arıyoruz birlikte.

    Yani anlayacağın yayam hâlâ bebekmişim gibi davranıyor. Benim bir yaş daha büyüdüğümün, üstelik bir kardeşim olduğunun ve bazı sorumluluklar taşıdığımın sanıyorum hâlâ farkında değil.

    Merak ediyorum, ama kimse beni anlamıyor. Sen gideli çok oldu. Ben küçükken de giderdin ama bu kadar kalmazdın. Döndüğünde uykuda da olsam beni uyandırır, bana gittiğin yerleri anlatırdın. Kocaman kollarınla beni havalara kaldırırdın. O kadar uzundun ki bulutlara değerdi ellerim.

    Bazen de türküler söylerdin avaz avaz. Biliyor musun, sen konuşurken de türkü söylüyormuşsun gibi gelirdi bana. Seninle sırlarımı paylaşırken yanımıza birileri geldiğinde, hemen bir şarkı tuttururdun. Nasıl da tam o andaki konumuzla ilgili olurdu bu şarkılar, şaşar kalırdım. Birbirimizin gözlerine bakar gülerdik sonra.

    Gittiğin gün, senin ayakkabılarının altındaki deliğe parmak sokmaca oynamıştım. Bu oyunumu anlatıp, kızdın mı diye soracaktım ama bir daha gelmedin. Çok korkuyorum, bunun için bana kızıp da eve gelmiyorsun diye. Ama sen çocukları çok seversin. Hemen affedersin herkesi.

    Bu da bir sır biliyor musun?.. Kimseye söylemedim. Gittiğin zamanlarda yayamın evine çok insan geldi. Arada birileri ayakkabından söz etti. Hemen odama kaçtım. Bazen bu sırrı taşımanın bana ağır geldiğini hissediyorum.

    Mektubun başında da söylediğim gibi bugün yine yayama seni sordum. Bana senin güvercin olup uçtuğunu söyledi. Sabahları bizim pencerenin kenarına konup sonra da gökyüzüne uçuyormuşsun. Dedim ya, bunlar beni hâlâ bebek sanıyor.

    Haydi inandım diyelim. Güvercinler türkü de söylesin bari. O kocaman kollarını açıp, kanat da yapsınlar. O kanatlarıyla bütün insanlara değsinler, onları, sarsınlar, avutsunlar. Yusyuvarlak gözlerinden tıpkı senin gibi gözyaşı akıtsınlar. Bembeyaz tüylerini yıkasın gözyaşları. Sonra daha gözleri ıpıslakken kahkaha atsınlar. Bari benim sırlarımı da dinlesin o kocaman güvercinler. Sabahları pencereye geliyormuşsun! Sen sanki tek başına dolaşırmışsın gibi.

    Diyelim hepsi doğru, sen kocaman bir güvercin oldun, beni ziyarete geleceksin. Biliyor musun, beni görmek için artık çok daha güçlü ve büyük kanatların olması lazım. Artık babam, annem, kardeşim ve ben çok uzaklardayız. Babamın dediğine göre yaşadığımız yerde güvercinler için gökyüzü daha parlakmış, onun için de yollarını daha kolay buluyorlarmış. Bizim evi de hemen bulurmuşsun.

    Sence tüm bunlar doğru olabilir mi? Belki doğrudur diye odamdaki camın önüne ekmek kırıntıları koydum, camı da biraz açık bırakıyorum. Doğruysa hemen pencereye gel n'olur? Burada çok yalnızım. Annem, babam ve kardeşim de…

    Nora'n

    20.01.2008

    YENİ ŞAFAK

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.