Kızıderili misyoneri: David brainerd

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #27840
    Anonim
    Pasif

    AMERİKA’NIN KIZILDERİLİLERİNE GİDEN MİSYONER: DAVİD BRAİNERD

    David Brainerd’ın hayatını, onun günlüğünü, onun hergün haykırışlarla, gözyaşları ile Tanrı’ya yakarışını, acımasız katiller olan ve ruhlara, cinlere tapan Amerika’nın yerli kızılderililerin kurtulmaları, iman etmeleri için kendisini harcamasını okuyup da etkilenmemek, hatta kendimizi suçlu hissetmemek mümkün değildir.

    David Brainerd 1718’de Amerika’da doğdu. Çok zayıf bir bünyesi ve ona kan kusturan tüberkülöz hastalığı vardı. 1747’de, 29 yaşında iken dünya yolculuğu sona erdi ve Rab’bin huzuruna kavuştu.

    Herkesin kabusu olan ve yüreklerine korku salan acımasız Amerikan Kızılderililerine Müjde’yi götürmek, belki onlara da İsa’nın sunduğu kurtuluşu anlatabilmek ümidiyle, 1743 yılında yola çıktı. Yolların, sokakların olmadığı vahşi doğada, günlerce seyahat etti. Nehirler, bataklıklar, sarp kayalar, ıslak orman zemini, tehlikeli ve zehirli hayvanlar, onun zayıf olan bedenini epey yormuştu. Kızılderililere yaklaşmış olduğunu düşünerek, “Belki yarın onlara ulaşırım” düşüncesiyle, geceyi geçirmek için çadırını kurdu. Sonra da mum yakıp, dizlerinin üstüne çöküp, kızılderilileri kurtarması için, Rab’be bir kez daha yalvardı.

    Ertesi gün kızılderili kampına varınca, çok iyi karşılanması, ona sürpriz oldu. Bir anlam veremedi. Tabi sonradan öğrendi ki, meğer kızılderililer onu günlerdir takip ediyormuş ve kampa gelmeden önceki gece, onu öldürmeye karar vermişlerdi. Çadıra yaklaşınca, onun dua ettiğini görmüşler ve hemen yanında da, saldırıya kalkmış, dilini neredeyse Brainerd’ın yüzüne değdirmek üzere olan bir çıngıraklı yılan görmüşler. Yılan öylesine durmuş, durmuş, sonra da süzülüp gitmiş. Bunu gören kızılderililer çok korkmuş ve ona ‘Tanrı’nın Peygamberi’ diye hitap etmeye başlamışlar.

    David’in yaşadığı yer, tüm yaşam yerlerinden çok uzak, balta girmemiş ormanların içindeydi. Yiyecek tedarik etmek için şehire ulaşmak haftalar alıyordu. Bir o kadar da dönüş. Ekmekler, peynirler, daha çadırına varmadan küflenirdi. Bu yüzden günlerini açlık ve oruç içinde geçirirdi. Zaten zayıf olan bünyesi, daha da zayıflamış, çeşit türlü hastalıklarla ve bilhassa, ona kan kusturan tüberkülöz ile boğuşmasına sebep oluyordu. Kelam’ı okuyor, “Ya Rab, beni Oğlun İsa gibi kutsal yap” diye yalvarıyor, günlerce ormanda tek başına, kızılderililer için oruç tutup dua ederek geçiriyordu. “Bana canlar ver Tanrım” diye yalvarırdı.

    Bedeninin bu kadar zayıf düşmesi, dost ve arkadaşlarının onu şehre davet etmesine neden oldu. Kiliselerde ona görev teklif edilmesi ve çok sevdiği kız ile biraz zaman geçirebilme olanağı, onu bir kez daha dizlerinin üzerine çöktürmüştü. Ne yapması gerektiği konusunda Rab’be yakardı. Sonra günlüğüne şunları yazdı: “Elveda arkadaşlar, elveda dünya. Elveda çok sevdiğim. Ben ömrümü ormanlarda, mağaralarda, inlerde, gözlerden, dünya konforundan uzak, Rab için, bu kızılderililerden birkaçını kurtarmak umuduyla, sonsuza dek O’nun yüceliği için harcayacağım.”

    Bazı inananlar olmuştu ama kızılderililer ile beyazlar (soluk yüzlüler) arasındaki gerginlik artarak devam etti. Her iki taraftan da saldırılar vardı ve kızılderililer, düşmanlarının kafa-derilerini yüzerek, yüreklere korku salıyorlardı. Yaptığı bütün işler, bir anda sıfırla çarpılmış, dostluk yerine, düşmanlık kazanmıştı. Bir de yetmezmiş gibi, David’in tanımadığı birçok kavim, yakında bir araya gelecek ve büyük bir dinsel tören yapılacak, ilahlarını yüceltecek ve “Beyaz adamlara ölüm” çağrıları yapılacaktı.

    Hasta bedeni yere yıkıldı. Bütün gün ve bütün gece oruç tuttu, dua etti. Havanın soğuk olmasına rağmen, vücudu kan-ter içerisinde kalmış, elbiseleri sırıl-sıklam olmuştu. Ertesi sabah, kafa derisini de rizke atarak, ölüme gidercesine, dini festivallerin ve ateşli ruh dansların ve da öfkeli naraların arasında, birçok yabancı kızılderililerin de hep bir arada toplanmış olduğu kampa gitti. Ve “Durun” diye haykırdı. O anda inanılmaz birşey oldu. Herkes birden durdu.

    Brainerd gözlerine, kulaklarına inanamadı ama konuşmasına devam etti. Rab’bi ve Müjde’yi anlattı. Birden bire, sağdan soldan ağlamalar, haykırışlar, diz çöküp af dileyenler, “Ben günahkar biriyim” diyenler, “Ben bir katilim, affet” diye yalvaranlar, bağrışanlar, çağrışanlar… Derken Kutsal Ruh orda, kızılderililerin arasında öyle bir uyanış gerçekleştirdi ki, Brainerd, yorgun ve çökmüş bedenine rağmen, yüreğindeki daha da büyük bir coşkuyla, bütün gün vaaz verdi.

    David Brainerd, herşeyini Rab’be verdi. “Kendim için hiçbirşey istemiyorum Rab, hiçbir şeye de layık değilim, sadece senin yüceliğini istiyorum” diye yazmıştı günlüğüne ve sonuna kadar da öyle yaptı. Daha 29 yaşında iken, 1747 yılında, dünyadan ayrıldı. Onu çok seven bayan, Jerusha Edwards (Jonathan Edwards’ın kızı) acısına dayanamayarak, sadece 4 ay sonra, onun arkasından gitti.

    Onun hayatından alacağımız o kadar çok ders var ki. Rab yardımcımız olsun.

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.