Re: KUR’AN İLE KUTSAL KİTAP – Karşılaştırmalı Bir Çalışma

#31194
Armagan
Anahtar yönetici

2- KUR’AN VE KUTSAL KİTAP’TAKİ DEĞİŞİKLİK GÖSTEREN AYETLER

Müslümanların Kutsal Kitap’a yaptıkları en sık itirazlardan bir tanesi, Kutsal Kitap’ın çeşitli dillere yapılan tercümelerinde birbirlerinden farklı gözüken ayetlerin bulunmasıdır. Buna karşın bugünkü Kur’an’ın İslam peygamberi ve yanındakilere ilk verildiği zamanki Kur’an ile tamamen aynı Kur’an olduğu söylenmektedir. Kuşkusuz böyle bir görüş, Kur’an’ın Tanrı Sözü olması gerektiği kanısına destekleyici bir kanıt bulunabilmesi amacıyla ileriye atılmıştır. Geniş İslam çevrelerince takınılan bu yaygın tutum, bizim görüşümüze göre Tanrı Sözünü belirlemede tamamen kusurlu ve yanlış bir tutumdur. Kutsal Kitap’ın içerisinde birbirinden farklılık gösteren birçok ayet bulunduğu, ama Kur’an’da bu gibi şeylerin hiç bulunmadığı iddiası gerçekte doğru bile olsa, bu, Kur’an’ın Tanrı’nın gerçek Sözü olduğunu hiçbir şekilde kanıtlamaz! Bir kitap başlangıçta Tanrı Sözü değilse, yayılması ve günümüze kadar değişmeden aynı şekilde kalması istediği kadar güvenilir olsun, bu onu Tanrı Kelamı yapamaz! Ama bir kitap ilk ortaya çıktığında gerçekten de Tanrı Kelamı ise, birkaç önemsiz farklılık ve el ile yazılarak çoğaltılırken yapılmış olabilecek önemsiz birkaç hata, kitabın içerisinde bulunan ayet ve öğretişlerin ilahi yetkisini sonuçta hiçbir suretle iptal edemez! (Özellikle bu hataların neler olduğu teşhis edilebiliyor, hatta hakikileriyle karşılaştırılabiliyorsa ve sözkonusu bu önemsiz hatalar Kitabın genel mesaj ve etkisini bir bütün olarak hiçbir anlamda değiştirmiyorsa.)
Bugün elimizde bulunan Kutsal Kitap tercümelerinde bazı ayetlerin birbirlerinden farklı olduklarını (ve bunların Kutsal Kitap’ın bazı tercümelerinde dipnot olarak sıralandığını) kabul ediyoruz. Ama şimdiye kadar hiçbir Müslüman arkadaş bunların Kutsal Kitap’ın duyurduğu haberi bir bütün olarak ne ölçüde etkilediğini gösterememiştir.
İslam dini Muhammed’den önceki İsa Mesih de dahil olmak üzere bütün peygamberlerin inanış, düşünce ve duyurdukları haberde Müslüman olduklarını öğrettiğinden, Müslümanlar, sadece temel Hıristiyan öğretişleriyle uyuşmayan, ama aynı zamanda tüm bu öğretişlerin aşikar kaynağı olan Kutsal Kitap’ın bir İslam kitabı olmayıp bütünüyle bir Hıristiyan kitabı olduğunu keşfedince, Kutsal Kitap’ın değiştirilmiş olması gerektiğini ileri sürmeye kendilerini zorunlu hissetmişlerdir. Gerçekten bize göre Kutsal Kitap’ın dininin İslam değil de Hıristiyanlık oluşu, Müslümanların, “Tevrat ve İncil bozulmuştur, değiştirilmiştir, batıldır, hükümsüzdür.” şeklindeki çeşitli söylentiler çıkarma ihtiyacını hissetmelerine neden olmuştur. Ama böyle bir iddianın doğruluğunun kanıtlanabilmesi için Kutsal Kitap’ın baştan sona değiştirilerek Tanrı’dan gelen ilk şeklinin yerine konulmuş sahte bir kitap olduğunu gösteren delillerin (eğer varsa!) gün ışığına çıkarılması gerekecektir. Çünkü Kutsal Kitap’ın öğretisi daima kendi içerisinden çıkıp gelişen Hıristiyanlık dini ile uyum içerisinde olmuştur ve bu nedenle ne Musevilikle ne de Hıristiyanlıkla bir ilgisi olmayan temel İslam öğretişlerinin Kutsal Kitap’ın öğretişleriyle aynı doğrultuda olduğu iddiası hiçbir şekilde ileriye sürülemez!
Bazı Müslümanlar Kutsal Kitap’ın değiştirilmiş olduğu faraziyesine ağırlık kazandırmak amacıyla Kutsal Kitap’ın çeşitli tercümelerinde bulunan farklılık gösteren ayetleri ele almaktalar. Ama bu ayetlerin hiçbiri Kutsal Kitap’ın Hıristiyan kökenini bütünüyle değiştirmemektedir ve bu nedenle de bunlar Kutsal Kitap’ın, içeriği başlangıçta İslam olan bir kitaptan sonraları tamamen bir Hıristiyan kitabına sokulduğunun ispatlanabilmesinde delil diye kullanılamazlar ! Böyle bir düşüncenin desteklenebilmesi için sağlam ve güvenilir deliller gösterilerek, öylesine bilinçli bir şekilde değiştirilen ve ilk şeklinden tanınmayacak bir duruma getirilen diğer kitap ve ayetlerin bir zamanlar var olduğu ve Hıristiyanların bugün elinde bulunan Kutsal Kitap’ın büyük çapta o zaman var olan kitapların yerine sokulduğu ispat edilmelidir!
Müslümanların hesabına üzülerek söylememiz gerekir ki, Kutsal Kitap’ın günümüze geliş tarihinde böyle bir olay kesinlikle bulunmamaktadır ve nitekim İslam alimleri de bu noktayı ispat edemeyeceklerini açıkça itiraf dahi etmişlerdir. Bizce önemli olan da zaten budur.
İslam dünyası konuyla uzaktan yakından bir ilgisi olmayan Kutsal Kitap’taki değişiklik gösteren ayetler konusuna bel bağlamakla, Kutsal Kitap’ın değiştirilmiş bir kitap olduğunu ispatlayamadığını göstermiştir. Kutsal Kitap’taki her Hıristiyan öğretisinin, ilk şekliyle önceleri birer İslam öğretisi olduğu iddiasının kanıtlar gösterilerek ispatlanması lazımdır. Bu işe kalkışacak herhangi bir Müslüman, kendisini akıntıya karşı kürek çekmekte bulacaktır. Gerçekten Kutsal Kitap’ın önceleri bir İslam kitabıyken sonraları bir Hıristiyan kitabına dönüştürüldüğü iddiasını destekleyen tek bir delil bile bulunmamaktadır. Açıkça söyleyelim: Eğer bir Müslüman ortaya attığı bu noktayı ispatlayamıyorsa, hiçbir şey ispatlayamıyor demektir.
Kur’an ve Kutsal Kitap’ın çeşitli dillere yapılan tercümelerinin metinsel doğruluklarının ispatlanmasında ayetlerin birbirleriyle karşılaştırılması yönteminin Tanrı’nın Sözünü belirlemede tamamen sakıncalı ve kesinlikle güvenilmez bir yöntem olduğunu belirtmiştik. Şimdi de, Kur’an’ın bu tür hatalar ve değişiklik gösteren ayetler konusunda tamamen arı ve temiz olduğu faraziyesine körükörüne inanılmasının da aynı ölçüde sakıncalı olduğunu belirtmek isteriz.
İlkin, bugün yeryüzünde bulunan en eski Kur’an nüshası, İslam peygamberinin ölümünden en az yüz elli yıl sonrasından kalmadır. Bu nedenle Kur’an’ın, Muhammed’in izleyicilerine bıraktığı Kur’an ile tamamen aynı Kur’an olduğunu göstermek kesinlikle mümkün değildir. Böyle bir iddia kesinlikle ispatlanamaz!
İkinci olarak, “Sahih‑i Müslim” ve “El Buhari” gibi güvenilir İslam Hadislerinde Kur’an’ın ilk günlerinde bile değişiklik gösteren sayısız ayetlerinin bulunduğu ifade edilmektedir. Buna göre, söz konusu o ayetler bugünkü mevcut Kur’an’da bulunmuyorsa, o zaman akıllıca dışarıya çıkartılmışlardır ve kuşkusuz bu Tanrı yönlendirmesiyle yapılmayıp bütünüyle insani yetki ve anlayışla gerçekleştirilmiştir.
Bu konuyu incelemeden önce, ilkin İslam Hadislerdeki Kur’an’ın derlenişiyle ilgili bazı delillere bakmak yerinde olacaktır.
Bilindiği gibi Kur’an’ın ilk derlenişini Hz. Ebu Bekir’in kısa süren halifeliği döneminde Zeyd İbn Sabit adında bir Müslüman gerçekleştirmiştir. Buhari, hadis kitabında Zeyd’in şu sözlerine yer veriyor:
“Tevbe Suresinin son ayetini buluncaya dek hurma ağaçlarından, beyaz taşlardan ve derilerden toplayarak Kur’an için aradım” (El‑Hadis, Cilt 3, sayfa 707).
Kur’an’ın ilk derlenişinin nasıl bir gevşeklikle yapılmış olduğu sırf bu hadisten bile kolayca anlaşılmaktadır. Kur’an’ın bugün İslam dünyasınca kabul edilen metni, tek ve tam bir nüsha haline sadece Zeyd İbn Sabit tarafından getirilmiştir. Bu sadece tek bir kişinin çalışması ve anlayışıyla olmuştur. Son ayetlerin sadece tek bir kaynaktan derlenişi ve bunlardan başka bir kimsenin haberinin olmayışı, Zeyd’in meydana getirdiği Kur’an’ın son metinsel şeklinin Kur’an’ın ilk ortaya çıktığı günlerde herkes tarafından bilinen şekliyle tamamen aynı olmadığını açıkça göstermektedir.
Buna ek olarak, Hz. Ebu Bekir’in Kur’an’ın derlenmesini emrettiği vakit Zeyd’in nasıl bir tepkide bulunduğunu da göz önünde bulundurmamız gerekiyor:
“Allah için, bana Kur’an’ı derlememi emredeceğine şu dağı yerinden kaldırmamı emretseydin benim için çok daha kolay olurdu.” (El‑Hadis, cilt 3, sayfa 707).
Kur’an’ı ezbere bilen ve en küçük bir noktasında bile birbirinden ayrılmayan birçok hafız var olmuş olsaydı, o zaman Zeyd’in işi gerçekten de kolay olacaktı. Hafızlardan birkaçı tüm Kur’an’ı ona kısa bir zamanda yazdırtabilirdi. Ama Zeyd’in bu görev için başlangıçtaki isteksizliğinin nedenini gayet tabii ki anlayabiliriz. Çünkü Zeyd’in tam bir Kur’an nüshası elde edebilmesi için kitabı oluşturacak çeşitli metinleri arayıp bulması, derlemesi ve bu iş için de sayısız kişi ve kaynaklara başvurması gerekmekteydi. Yukarıdaki hadisten de görüleceği gibi “…Kur’an için aradım…” diyen Zeyd’in kendisidir ve Zeyd bunun için sadece çeşitli sureleri ezbere bilen hafızları aramamış, aynı zamanda üzerlerine sureler yazılmış deri ve taş gibi dökümanlar da toplamıştır. Ayetlerden birini yanındaki sadece bir adam (Ensar’dan Huzeyme) ile bulmuş olması, tüm Kur’an’ı ezbere bilen tek bir hafızın bile bulunmadığını göstermektedir.
İslam kaynaklarındaki en yetkili eserlerden biri olan El‑Buhari’deki güvenilir tek delil, Hz. Ebu Bekir dönemindeki tamamlanmış tek Kur’an nüshasının sadece bir kişinin (Zeyd‑ibn‑Sabit) çalışmasıyla meydana getirildiğini söyler. (Ayrıca bkz: Umdetü’l‑Kari: Cilt 9, S. 303). Bu adamın sağlam ve güvenilir bir nüsha oluşturabilme yönünde sarfettiği gayret ve gösterdiği samimiyeti elbette yabana atmıyoruz. Ama bu durumda Kur’an’ın tam ve mükemmel bir kitap olmadığı gerçeği açıkça göze çarpmaktadır. Konumuz ilerledikçe bu ilk nüshada en azından iki ayetin yer almadığını göreceğiz. (Bunlardan bir tanesi bugüne kadar hâlâ Kur’an’da yer almamaktadır.) Bu nedenle bugün hiçkimse yetkili bir şekilde Kur’an’ın her ayrıntısında mükemmel olduğunu söylemesin. Böyle bir görüşü destekleyecek hiçbir delil bulunmamaktadır ve eldeki deliller böylesine kafadan uydurulan iddiaların tamamen karşısındadır. Sözkonusu bu nüsha Hz. Ebu Bekir’den Hz. Ömer’e, onun ölümünden sonra da kızı Hafsa’ya geçmiştir. Üçüncü halife olan Hz. Osman’ın yönetimi dönemine gelindiğinde büyük bir sorun ortaya çıktı. Buhari’nin kaydettiğine göre Huzeyfe adındaki bir Müslüman komutan Hz. Osman’a gelmiş ve Suriye ve ırak yörelerini ele geçirdikleri dönemde Müslümanların arasında ortaya çıkardığı Kur’an okunuşlarındaki farklılıklar nedeniyle derin endişesini dile getirmiştir. Bunun üzerine Hz. Osman derhal Hafsa’nın nüshasının getirilmesini söylemiş ve Müslüman yönetimi altına giren memleketlerdeki çeşitli önderlere dağıtılmak maksadıyla bunun kopyelerinin yapılarak çoğaltılmasını emretmiş, bu iş için de Zeyd ile yanındaki üç kişiyi görevlendirmiştir. O zaman bile bu dördünün birbirinden farklılık gösterebileceğinden kuşkulanan Hz. Osman, Buhari’nin kayıtlarına göre yanındakilere şöyle demiştir:
“Zeyd ibn‑i Sabit ile siz Kur’an üzerinde herhangi bir noktada ayrılığa düşerseniz, o zaman bunu Kureyş lehçesindekine göre yazın. Çünkü o onların lehçesinde vahyolunmuştur.” (El‑Hadis, Cilt 3, S. 708).
Kur’an’ın birbirinden farklı ayetlerinin mevcut olduğu bu ifadeden açıkça anlaşılıyor. Ama bu kopyeler tamamlandığı halde Hz. Osman, Hafsa’nın nüshasının geçerli tek Kur’an nüshası olmasını sabit kılmak amacıyla çok ciddi bir müdahalede bulunarak, ayrılık ve çelişki götüren diğer bütün Kur’an nüshalarının yakılarak imha edilmesini emretti. Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki, halk arasında dolaşan diğer bütün Kur’an’lar, Hafsa’nınkinden farklıydı. Bu farklılıkların daha çok dallanıp budaklanmaması için hepsi Hz. Osman’ın emriyle yakılarak imha edildiler. Buhari, Hz. Osman’ın emriyle ilgili şu gözlemde bulunuyor:
“Her bir ülkeye onların çoğalttıklarıdan birer kopye gönderdi ve bunun dışında kalan diğer bütün Kur’an nüshalarının yakılması için buyruk verdi.” (El‑Hadis, Cilt 3, Sayfa 708).
Bu deliller zincirinden tek bir sonuç çıkartılabilir: Bu imha işinin gerçekleştirildiği anda birbiriyle % 100 aynı olan iki Kur’an nüshası kesinlikle bulunmuyordu. Çünkü Hafsa’nınkinin dışında kalan diğer bütün nüshaların yakılışı, bunların aralarındaki farklılık gösteren tüm delilleri ortadan kaldırmıştır. Bu nedenle sözkonusu farklılıkların ne ölçüde ciddi olduklarını söyleyemiyoruz. Ama bu değişik nüshaların var olduğu kesinlikle şüphe götürmüyor. Bizce bu nüshaların böyle bir müdaheleye maruz kalarak yakılmaları, bu farklılıkların çok ciddi ve aşırı olduklarına ışık tutmaktadır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Kur’an’da gerçekten birbirinden farklılık gösteren çok sayıda ayet bulunuyordu. Zaten Huzeyefe’nin bu konuyu ilk etapta gündeme getirmesinin sebebi de buydu.
Mesih inanlıları olarak Kutsal Kitab’ı mükemmel bir şekilde koruma isteğimizden dolayı, mevcut bütün nüshaları dikkatli bir şekilde muhafaza etmekteyiz. Böyle yapmakla, konu üzerinde bilimsel bir çalışma yapılması mümkün olmaktadır. Bu nedenle hemen hemen her durumda değişiklik gösteren ayetlerin neler olduğunu kolaylıkla ayırt edebilmekteyiz. Ama bugün elimizde mevcut olan Kur’an’da böyle değişiklik gösteren ayetler yer almıyorsa, bu, Kutsal Kitap’ın Kur’an karşısında olumsuzca eleştirilmesi için haklı bir sebep oluşturmaz. Hz. Osman o dönemdeki Kur’an nüshalarında değişiklik gösteren ayetleri imha etmekle kendi çapında belki başarılı olmuştur; ama sözkonusu ayetlerin bir zamanlar gerçekten de mevcut olduklarını gösteren delilleri yok etmede başarılı olamamıştır. Bu noktada Kur’an ile Kutsal Kitap arasındaki fark, birinin sağlam ve gerçek, diğerinin ise bozuk ve sahte oluşu değildir. Bu açıkça şu demektir: Hıristiyanlık dünyası Kutsal Kitap’ın doğru metninin dikkatlice korunmasının sağlanması için eldeki çeşitli nüshaları da korurken, Hz. Osman dönemi Müslümanları Kur’an’ın tek bir nüshasımın oluşturulabilmesi için diğer bütün nüshaların yakılarak imha edilişini çok faydalı bir şey sandılar. Böyle bir teşebbüs belki sonuçta tüm dünyada tek bir Kur’an nüshasının kalmasında başarılı olmuştur; ama her ayrıntısında mükemmel olduğu iddia edilebilecek bir Kur’an’ın ortaya çıkmasında kesinlikle başarılı olmamıştır. Gerçekten de Kur’an’ın doğruluk ve sağlamlığıyla ilgili daha bilimsel ve daha güvenilir çalışmalara imkan verebilecek deliller, Hz. Osman’ın bu teşebbüsü nedeniyle maalesef tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Ne, var ki konu burada sonuçlanmıyor. Hafsa’nın nüshasının kopyeleri çoğaltılıp çeşitli yerlere dağıtıldıktan sonra, bu metni ilk yazan ve sonra bundan yapılan kopyeler üzerinde çalışan aynı Zeyd İbn‑i Sabit, bu son metinlere aktarılması unutulmuş bir sure hatırlar:
“Zeyd İbn‑i Sabit radiya’llahu anh’den gelen rivayete göre şöyle demiştir: Kur’an’ın kopyelerini yaparken Ahzab Suresinden bir ayeti kaybetmiştim. Allah’ın Resulü onu her okuduğunda işitirdim. Aradık ve sonunda Huzeyme’nin yanında bulduk: “İnananlardan Allah’a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır” diye okunuyordu. Böylece bunu Musaf’taki suresine koyduk.” (Sahih‑i Buhari, cilt 8, Sayfa 273).
Diğer bütün elyazısı metinler yakılıp ortadan kaldırıldıktan sonra Hafsa’nın nüshası tüm dünyaya Kur’an’ın doğru, mükemmel ve sağlam tek metni olarak dağıtıldı. Ama şimdi aradan epey bir zaman geçtikten sonra Zeyd, bu Kur’an’a kaydedilmemiş bir sure hatırlıyor. Bu da doğal olarak bizi Hafsa’nın nüshasının her ayrıntısında tam ve sağlam bir Kur’an olmadığı sonucuna götürüyor. Ayrıca, metnin yazılış sürecinde her şeyiyle tamamen aynı olan iki Kur’an nüshası bulunmuyordu. Kur’an’ın bugün kabul edilen Arapça metni bile, Hz. Osman’ın, Zeyd’i bütün İslam dünyasında okunacak gerçek bir Kur’an metni hazırlamakla görevlendirdiği zaman mevcut olan, Hafsa’nınki de dahil olmak üzere bütün Kur’an nüshalarından farklıdır. Evet, görüldüğü gibi Hz. Osman bu işi gerçekleştirebilmek için bir tanesi hariç, diğer bütün Kur’an nüshalarını yakmak zorunda kaldı; ve bu tek kopyenin bile “hakiki” olabilmesi için birtakım değişikliklerden geçmesi gerekti.
Hükümlerinde samimi, vardığı sonuçlarda makul ve düşüncelerinde adil olan herhangi bir insan, eldeki delillerin ışığında varılabilecek sadece iki sonuç bulunduğunu kabul edecektir: İlkin, Kur’an’ın bugünkü metninin her ayrıntısında gerçek, güvenilir ve tam olduğuna inanılıyorsa, o zaman Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in yönetimleri döneminde tam bir Kur’an’ın mevcut olmadığı da kabul edilmelidir. Ya da ilk iki halife dönemlerinde Kur’an’ın gerçek, güvenilir ve tam bir nüshası mevcut idiyse, o zaman Kur’an’ın bugünkü metnine ilaveler yapılmış olmalıdır. Çünkü Sure 33:23, birbirleriyle çelişkili Kur’anların yakılmasından sonra, Hz. Osman’ın yönetimi döneminde epey bir zaman Hafsa’nın nüshasında kesinlikle yer almıyordu.
Birinci neticeyle ilgili şunu da ekleyebiliriz ki, İslam peygamberinin ani ölümüyle kopan Kur’an’ın tamamlanma zinciri, ancak yıllar sonra Hz. Osman döneminde tamir edilebilmiştir. Ama öyle de olsa zincirdeki bu kopukluk, hiçbir Müslümanın Kutsal Kitab’ı Kur’an ile taraflı ve önyargılı bir şekilde eleştireme hakkına sahip olamayacağını gösterir. Bu gerçek gelecek bölümde incelenecek olan hem değişik tercümeler hem de değişik ayetler konusunda da geçerli olacaktır.
Kur’an’ın çeşitli tercümelerden daima muaf kalıp buna sürekli olarak Kutsal Kitap’ın maruz kaldığı iddiasının eldeki delillere dayanılarak yapılmadığını tarih açıkça göstermektedir. Bu nedenle, çeşitli zamanlarda yapılan çeşitli tercümelerde görülen tercüme farklılıkları nedeniyle Kutsal Kitap’ın Tanrı Kelamı olamayacağı söylenemez! Böyle bir iddia normal çalışan bir beyinin ürünü değildir. Mesela İncil’in çağdaş Türkçe’ye yapılan son tercümesinde kullanılan dil, bin dokuz yüz kırklı yıllarda yapılan eski tercümesindeki dilden farklı olduğu için, Müslüman arkadaşlar bunun İncil’in değiştirilmiş olduğunu gösteren bir delil olduğunu söylüyorlar. İncil’in Türkçedeki tercümelerinden şöyle bir örnek verebiliriz:
“Onlara dedi: İşaya siz ikiyüzlülerden ötürü iyi peygamberlik etmiştir, nasıl ki yazılmıştır: ‘Bu kavm dudakları ile beni sayarlar, fakat onların yüreği benden uzaktır. Ve talimat olarak insan emirlerini öğretip, boş yere bana taparlar. Siz Allah’ın emrini bırakıp insanların ananesini tutuyorsunuz.'” (Kitabı Mukaddes, Markos 7:6‑8; Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1941)
“İsa onları şöyle yanıtladı: ‘Yeşaya siz ikiyüzlülere ilişkin tam yerinde peygamberlik etmiştir. Yazılı olduğu gibi: ‘Bu halk beni dudaklarıyla sayar, ama yürekleri benden ıraktadır. Bana boşyere tapınıyorlar, öğreti olarak insansal öğretiler öğretiyorlar.’ Siz Tanrı buyruğunu bırakıp insansal törelere bağlanıyorsunuz.” (İncil Sevinç Getirici Haber, Markos 7:6‑8; Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1989).
Bilindiği gibi Kutsal Kitap’ın Türkçe’ye yapılan bütün tercümeleri, doğrudan doğruya Kutsal Kitap’ın orijinal İbranice ve eski Yunanca metinlerinden yapılmıştır. Bu tercümeler orijinal metinlerin yorumlanmasında birbirlerinden orada ya da burada farklılık gösterse de standart orijinal metinler sabittirler ve hiçbir suretle değiştirilemezler.
Nitekim Kur’an’ın Türkçe’ye yapılan tercümeleri (ya da mealleri) de dil açısından birbirlerinden farklılık gösterirler. Misal olarak şu iki ayete bakabiliriz:
“Sana indirdiğimizden şüphede isen senden önce indirdiğimiz kitapları okuyanlara sor.” (Sure 10:94 Kur’an‑ı Kerim ve Türkçe Anlamı; Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1986).
“Ey Resulüm, eğer sana indirdiğimiz kıssa ve haberlerden bilfarz şüphe edecek olursan, senden evvel kitap okuyanlara sor.” (Sure 10:94 Kur’an‑ı Kerim ve Meal‑i Alisi; A. Fikri Yavuz, Sönmez Yayınları, İstanbul 1982).
Bu cümlelerin her ikisi de Sure 10:94’ün Arapça orijinal metninden yapılan Türkçe tercümeleridir. Peki şimdi ne diyelim? Bu iki tercüme kelimesi kelimesine birbirinin aynısı değil diye Kur’an’ın değiştirilmiş olduğunu iddia mı edeceğiz? Hayır, çünkü biraz önce de değindiğimiz gibi bunlar orijinal dildeki sabit metinlerin sadece birer tercümeleridir ve sabit metinler değişmezler.