Sevgi Tanrısına ulaşmayı bilmek

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #26424
    klaus
    Anahtar yönetici

    En Başından Başlayalım ( 1 )
    Başlangıçlar, önemlidir. Okula başladığınız günü, yeni bir işe başladığınız ya da bir bay ( veya bayan ) ile olan ilk beraber olduğunuz günü anımsıyorsunuz, değil mi ? Daha sonrası farklı olmayabilir. Ama bu günlerin her biri, yaşamımızın belirleyicisi oluyor. Başlangıç – bugün sahip olduğumuz kişiliğin oluşumunda – önemli bir role sahiptir. Psikologlar, anaokulundaki bir çocuğun, öğrenme sürecindeki tutumunun genellikle birkaç haftada belirlendiğini ifade ediyor. Gençler, öğretmenleriyle, sınıflarıyla, keşfetmekle ilgiliyseler; eğitim serüveninde her zaman zevk veren bir şans olacak.

    Düğünleri öncesi bir çifte öğüt verdiğim zaman, iyi bir başlangıcın ne kadar önemli olduğunu vurguluyorum. Çünkü evliliklerin temel kalıpları ilk yıl içinde oluşur. Karı veya koca, sevgi dolu, düşünceli, anlayışlı olursa; olasılıkları iyi olacak bir ilişkiye sahip olurlar.

    Başlangıçlar, inancımızın serüveninde, çok büyük önem taşımaktadır.En belirleyici bazı sözcükler, Kutsal Kitap’ın ilk altı sözcüğüdür: ” Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.” ( Yar. 1:1 ) Bu sözler, Tanrı ve üzerinde yaşadığımız dünya hakkında önemli bir şey ifade ediyor. Ayrıca kendimiz hakkında da bir şeyleri keşfetmek için heyecan verici bir sahneyi ortaya koyuyor.

    Kutsal Kitap, en iyisini yeniden oluşturabileceğimiz bir belge olarak başlamıyor – konuşan söz olarak başlıyor. Yaratılış olarak bildiğimiz kitap, çölde gezinen, çadırda yaşayan ilkel halkın, kuşaktan kuşağa miras bırakılmış, çocuğa babası tarafından aktarılmış öyküler dizisidir. İsa’dan önceki binyılda, insanlar dünyanın nasıl oluştuğuyla ilgili açıklamaları yazmaya başladı. Bildiğiniz gibi başlangıçtaki yazılar, Yaratılış’ın ilk birkaç bölümünde, kökeni oluşturdu. Epik yaratışı okuduğuuzda – yüksek sesle – şiirselliğin tınlamasına sahip olursunuz. İngiliz edebiyat sınıflarında öğrendiğiniz boş dörtllük – kafiyesi olmayan ve nerdeyse hafızaya yönelmesi olanaksız olan bir şiir – anımsıyor musunuz ?

    Eğer Yaratılış birinci bölümünü boş manzum olarak düzenlerseniz, şöyle bir şey olabilir:

    Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. ( Yar. 1:1-2 )

    Yaratılış, çok hoş ve çok güzel bir öyküdür. Ama daha ziyade dünya ve kendimiz hakkında bilgiye sahip oluyoruz. Anlaşılması güç olan şey, Kutsal Kitap’a göre oluşumun kendi yaşam bağlantımızla ilişkisidir. Bu sorunu çözmek için bazı insanlar, Kutsal Kitap’ı bilim kitabına çevirmeye çalışıyorlar.

    ( 1 ) Bu, yeni Türkçeleştirdiğim bir kitabın başlangıcı. Kitap, John E. FELLERS’e aittir. Okurken ve de çevirirken; bereket aldım. Okuyanların da gereken bereketi almasını Rab’de dilerim.

    Yaşadığım Louisiana eyaletinde; meclis, kamu okullarındaki bilim derslerinde, Yaratılış’ın açıkladığı oluşumun öğretilmesini zorunlu kılan bir kanunu kabul etti. Bana göre bu, bir hataydı. Esasında Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi de, aynı şeyi düşündü. Çünkü bu kanunun – sonuç olarak – anayasaya aykırı olduğunu kabul etti. Kutsal Kitap’ı anlamak için, bir bilimsel kitap olarak değil; bir inanç kitabı olarak okumalısınız. Yaratılış kitabı, oluşumu açıklayıcı bir hareketle başlayan; Tanrı’nın olağanüstü eylemleri hakkında, heyecan verici bir öykü anlatır.

    Kutsal Kitap’ın iletmeye çalıştığı mesajı dinlemek, doğru başlangıcı elde etmek açısından çok önemlidir. Oluşumun Yaratılış öyküsünü dikkatle okursanız; çeşitli temalar şekillenmeye başlıyor. Bir kere iki oluşturma anlatısı var. İlk başladığında 1. bölüm, 1. ayet ve 2. bölüm 4. ayetle başlar ve 24. ayetle biter. Her iki öykünün de, ortak bir paydası vardır – aradaki konsantreden ziyade dünya varedildi, ama yaratılmasının nedeni söz konusuydu.

    Dördüncü sınıfta bir çocukken; bilimsel çalışmalara başladım. Her şeye o denli heyecan duyuyor ve öğreniyordum ki…Bir astronom olmak istediğimi ve bütün yaşamımı teleskop aracılığıyla geçirmek istediğimi arkadaşlarıma söyledim. Bilim sınıfında, öğrenim görüyordum. Ama derslerde, beni rahatsız eden bir şey vardı. Pazar okulunda; öğretmenim, dünyanın altı günde yaratıldığını ve Pazar günü başlayan yaratılmanın Cuma gecesi bittiğini ve de Cumartesi’nin dinlenme günü olduğunu ifade etmişti. Bilim öğretmenim ise, yaşadığımız dünyanın milyonlarca yılda oluştuğunu söyleyince, şaşırmıştım. Pastöre giderek; bunun doğru olup olmadığını sordum: Pazar okulundaki öykü ve bilim sınıfındaki yorum ile pastörün yanıtını asla unutmadım. ” Johnyy ” dedi, ” Bilim kitabınız, dünyanın nasıl oluştuğunu söylüyor. Kutsal Kitap ise, nedeni ni. ” Bu çocukluk deneyimimden beri, dünyanın oluşuu hakkında birçok şeyi öğrendim ve tüm yaşamımı, nedenini anlamaya adadım.

    Bazen normal yaşam koşullarında ” neden ” ile ” nasıl ” arasındaki farkı ilişkilendirmek yararlıdır. Her pazar sabahı, kiliseye arabamla gittiğimde; garaja gidiyorum, kontağı çeviriyorum, motor çalışıyor ve yaklaşık on dakikada hedeime varıyorum. Arabamın, beni oraya nasıl götürdüğü hakkında kesin fikrim yok. Benzinin bir enerji oluşturduğunu, enerjinin de güç yaratarak tekerleklere hamle uyguladığını biliyorum sadece. Aslında arabanın, nasıl çalıştığıyla ilgili belli belirsiz bir kavrama sahibim. Ama kiliseye niçin gittiğim hakkında şüpheye yer verecek bir düşüncem yok. Gidiyorum. Çünkü Tanrı’yla karşılaşmayı ve inanlı topluluğuyla dostluğu arıyorum.

    Bu destansı yaratılış ilkesi üzerinde duralım. Aradığımıza baktığımızda, dünyanın oluşumu hakkındaki tüm sorularımıza yanıt buluruz. Tanrı’nın ilk yaratış sahnesini çeken kameralar yoktu. Fakat dünyanın neden yaratıldığını imanla anlayabiliyoruz. Her zaman şu sözcükleri okuyoruz: ” Başlangıçta Tanrı …. yarattı. ” Bu sözcükler, kaza eseri iki hücreden çoğalarak dünyamızın oluştuğundan ziyade yaşamın, bir amaç için oluşturulduğu inancımızı doğruluyor.

    İbraniler, destansı yaratılışı yazdıklarında; size ve bana garip gelebilir, ama bizim bildiğimiz kadar gerçeklere yoğunlaşmamışlardı. Gerçek ile arasında, fark var. Ne de olsa gerçek, diğerinden özeldir. Birçok durumda; asıl ve gerçek, aynıdır. Bununla birlikte gerçeği gözleyebilmek için asıllarının olması olasıdır.

    Andrew Lloyd Webber tarafından yazılan 80’lerin en popüler müzikali, Kediler’dir.Eşimle beraber Londra’da izledik.İlginç karakterleri kedilerle hoş bir öyküdür: ” Eski Tesniye “, ” Kedi Tom “, ” Tiyatro Kedi ” ve diğerleri.Bütün kediler, şarkı söylüyor, dans ediyor ve kafiyeli konuşuyor. Gerçekte bir kedinin, asla dans ettiğini görmedim. Ne de T. S. Eliot’un özenle hazırlanmış tümceleriyle konuşan ya da şarkı söyleyen bir kedi duydum. Eliot’un yazdığı müzikalin ana kaynağı, orijinal öykü olan ” Old Possum’s Book of Practical Cats ” dir. Öyküdeki olgular yanlıştır. Müzikal, bir kurgudur. Buradaki gerçek de, bir düştür. Çünkü bu, kediler hakkında değil – insanlar ve ilişkileri üzerine bir öykü.

    Yaratılış’ın oluşumu da böyle düşünülebilir. Antik İbranilerin betimlediği gibi Tanrı’nın, dünyayı altı günde oluşturduğuna inanıyoruz. Nitekim Tanrı’nın, evrenimizi altı saniye ya da aitı dakikada yarattığına inanıyorum. Mezmur’un sözcüklerindeki bu, olabilir:

    Çünkü senin gözünde bin yıl,
    Geçmiş bir gün, dün gibi,
    Bir gece nöbeti gibidir
    . ( Mez. 90:4 )

    Yaratılış’da betimlenen gece ve gündüzler, gerçekte, yirmi saatlik döngülerden zamanın sonsuzluğu olabilir ya da bazı Hristiyanlar, oluşumu bu şekilde yorumluyorlar. Ama bize öğretilen, Tanrı tarafından milyonlarca yıllık bir süreç içinde var edilme ve bunun hala devam ettiği. Öyleyse Yaratılış hakkında ne söyleyeceğiz ? Oluşturma, gerçek mi yoksa kurgusal bir öykü mü ?

    Bu, bir soru değildir. Asıl konu, Yaratılış doğru mudur ? Bu sorunun yanıtı, kesin bir evet ! Yaratılış, bize yaşamın ilk kıvılcımının arkasında bir amaç olduğunu öğretiyor – kutsal olan şey, tüm varlığı süslüyor. Yaratılış, ilk ipucunu verir ki; Tanrı, değerlidir ve asla bozulmayacak bir ilişki içinde, Tanrımıza bağlıyız. Oluşturma anlatısında, nihai sorun, ” olgu ” değil – gerçektir.

    Kutsal Kitap’ta oluşturma öykülerinin anlatıldığı motifler, anlamını öğrenmeye çalıştığımızda, size ve bana bir model ortaya koyuyor. Yaşamın gerçekten ne olduğunu anlayabilmemiz için, iki temel aracı kullanmalıyız: Bilim ve inanç – bir parçası olduğumuz ve amacımızın olduğu dünyayı kavrayabilmemiz de, her birinin yardımcı olacağı önemli bir rolü vardır. Albert Eistein, şunu iddia ediyor: ” Din olmadan bilim sakattır, bilim olmadan din kördür. ” Bilim ve inanç, birbiriyle çelişmez. Bilim, somut şeyleri gösterir. Oysa inanç, ruhun işlerini ortaya koyar.

    Bilim ve inanç arasında bir denge oluşturan iki örnek kurgulayalım. New York’dan San Francisco’ya gitmek için bir uçağa bindiğimizivarsayalım. Uçak havalandıktan sonra pilot, şöyle bir açıklama anons etse; kendinizi nasıl hissedersiniz ? : ” Bayanlar ve baylar, ben, inanç adamıyım. Bir uçuş planım da yok. Uçağın bilgisayarını kullanmıyorum ve aletlerin hiçbirini de kontrol etmiyorum. Ama kabinde, bir Kutsal Kitap’ım var. Onu okuyacağım ve Tanrı’nın hedefimize götüreceğine güveniyorum. ” Nasıl hissedersiniz, bilmiyorum. Ama düşünmenin haricinde korkuya kapılırdım ! San Francisco’ya geleceklerin bildirildiğini sanmıyorum.

    Bir de olayın tersi olsun. Diyelim ki, bir sonraki Pazar kiliseye gittiniz ve pastör şunları açıkladı: ” İbadet yerine bu sabah, bir konferans sunması için seçkin bir bilim adamını davet ettim. Einstein’ın ‘ Görecelik Teorosini ‘ öğreten bir yazı okuyacak. ” Eğer bu, gerçekleşirse; beni olduğu gibi sizi de aldattığına kanaat getiririm. Doluluk ve memnuniyet veren bir ayin diliyorum. Zaman, madde ve uzay arasındaki ilişkiyi öğrenmekten ve tapınmaktan vazgeçmeyelim. İlham veren ruhlara ve seven yüreklere sahip olacağız. Bilim ve inanç arasında, derin bir fark var; her biri, temsil ettiği role sahip. Biri, diğerini tamamlayabilir. Ama diğerinin yerine geçemeyebilir. Kutsal Kitap’ın, sizi San Francisco’ya götürmediği gibi; Tanrı’ya olan açlığınızı da bir bilim yazısı tatmin etmez.

    1969 yılında, Houston’da NASA’ya yakın Clear Lake United Metodist Kilisesi’ne pastör olduğumda; bir grup astronot, Apollo XIII ile aya yolculuğa başladı. Astronot Fred Haise’in eşi Mary, kilisenin bir üyesiydi. Belki de 13’ün şansız bir misyonu olduğunu anımsıyorsunuz. Uzay aracının bazı sistemleri arızalanıyor. Mürettebat, Ay yüzeyine iniş yapamıyor. Bütün dünya nefesini tutmuş, üç adamın eve dönüp dönmeyeceğini merak ediyordu.

    Clear Lake’da kilise ailemiz, Apollo XIII’deki görevlileri Tanrı’nın koruması için dua toplantısı yaptı. Sonuçta gergin bir dönem sonrası güvenle geri geldiler. Birkaç hafta sonra, Fred ve Mary, bana Fred’in görevini her zaman anımsatacak bir hatıra verdi. Altında çapraz bir yazı vardı: ” Başarısız olmayan Apollo XIII’ün bir parçası. ” Fred ve Mary’nin benim için yazdığı bu mesaj, inanç ve bilim arasındaki ilişki konusunda nefis bir örnektir – asla yanıtlayamayacağımız yaşamın gizemleri hakkında sorular olan ve en gelişmiş teknolojinin de yapabileceğinin ötesinde bir nokta var. Bilim, bize çok şey öğretebilir. Ama insan yüreğinin en derin açlıklarını asla tatmin edemez.

    Doğru bir şekilde nasıl başlayabilirim ? Yaratıış’ın ilk bölümünü düzeltmeye çalışmadan ki, yapmak istediğim bir şey değildir bu. Jeoloji ders kitabı ya da bilimsel bir deneme şeklinde Kutsal Kitap’ın ilk bölümünü açımlamaya çalışmakla, oluşumun bilmecelerini çözmeyeceğiz. Doğrulama yaparak başlayacağız ki, ” Başlangıçta Tanrı…. yarattı. ” ve Tanrı’nın yaratıcı gücünün, yaşamımızın her anında çalıştığına inanmalıyız. ( J. E. F )

    Hristiyan.gen.tr

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.