İzmir’deki Kiliseye Mektup

  • Bu konu 1 izleyen ve 1 yanıt içeriyor.
2 yazı görüntüleniyor - 1 ile 2 arası (toplam 2)
  • Yazar
    Yazılar
  • #25774
    Anonim
    Pasif

    :kiliseye:
    İzmir’deki Kiliseye Mektup

    ‘İzmir’deki kilisenin meleğine yaz. Ölmüş ve yaşama dönmüş, ilk ve son olan şöyle diyor:

    `Sıkıntılarını, yoksulluğunu biliyorum. Oysa zenginsin! Yahudi olduklarını söyleyen, ama Yahudi değil de Şeytan’ın havrası durumunda olanların iftiralarını biliyorum.

    Çekmek üzere olduğun sıkıntılardan korkma! Bak, denenesiniz diye İblis içinizden bazılarını yakında zindana atacak. On gün sıkıntı çekeceksiniz. Ölüm pahasına da olsa sadık kal, sana yaşam tacını vereceğim.

    Kulağı olan, Ruh`un kiliselere ne dediğini işitsin. Galip gelen, ikinci ölümden hiçbir zarar görmeyecek’ (Esinleme 2:8-11)

    Tarihi ve Coğrafi Konumu

    Yuhanna’nın dirilmiş Mesih’in buyruğuna uyarak yazdığı ikinci yazı, İzmir adresini taşıyor. Efes’in yaklaşık 60 km kuzeyinde bulunan, o günlerin zengin kenti adını taşıyan önemli bir limana sahipti.

    Ayna Ayna Benden Güzeli Var mı?

    Henüz geçen yüzyılın başında Smyrna, İzmir adını almıştır. Kalıntı halindeki Efes’in karşısında, yaklaşık üç milyonun üzerindeki nüfusuyla bugünlerde bile parlayan bir büyük şehir durumundadır. Hızla gelişen kalabalık şehirlerin demirbaş sorunu olan çevre kirliliğine karşın İzmir yine de güzel bir yer sayılır. Yerel halkın sözlerine güvenecek olursak, İzmir ülkenin en güzel kentidir. Eski dönemlerde bu söz kuşkusuz doğruydu. William Barclay bu konuda şöyle demektedir:

    ‘O dönemde bile Asya’nın tacı, süsü veya mücevheri olarak tanımlanırdı. Ozanlar İzmir’in güzelliğini dile getirirken seçkin sözcüklerle dinleyenleri büyülerdi. Ege denizinin upuzun bir kolu merkeze kadar uzanır, şehre güvenilir ve güzel bir liman sağlardı. Tepenin üzerinde dikilen binalar şehrin tacı sayılırdı. Smyrna’nın güzelliğini şarkılarında dile getiren Aristidis, kenti, ayakları denizin içinde duran görkemli bir heykele benzetmişti. Ona göre ova ve hemen arkasında yükselen Pagos dağı heykelin bedenle göğüs kısmını oluştururken üstündeki konutlar da taçlı başını sembolize ettiler.

    Planlı Şehir

    Antik çağların İzmir’i güzelliğini esrarengiz ve hoş bir doğanın yanı sıra estetik bir plana göre inşa edilmiş olmasına da borçluydu. Böyle bir şehirleşme İ.Ö.3. yy’da pek görülmemiştir. Büyük İskender’in generallerinden Lysimakhos ve Antigonos şehrin konumunu dikkatlice inceleyip yapıştırarak büyük kumandanın buyruğunu yerine getirmişlerdi. Çünkü Makedonya kralı İskender düşünde gördüğü şehrin görünümüne uygun olarak Pagos yamacında büyük bir yerleşim merkezi kurmak istemişti. Bunun yakınında İ.Ö. 1000 yıllarında Aiolialılar olarak bilinen Helen (Yunan) kökenli yerleşimciler de bir koloni kurmuşlardı. Ama o da İ.Ö. 600 sularında Lidyalılar’ın çekişmelerine kurban gitti.

    Politik Hesaplar

    Akıllı ve ileri görüşlü bir politika güden İzmirliler, Romalılar’la, henüz onlar daha dünyanın hakimi olmadan önce, dostça bir iletişim kurmuşlardı. Savaşla zorlanan Romalılar’a sadık bir şekilde giyim, kuşam ve erzak gönderen İzmirliler bu sayede daha sonraki dönemlerin egemeninin gözüne girebildiler. Smyrnalılar İ.Ö. 195’de Büyük Roma görkemine İ.S. 26’da ise ulu Sezar Tiberius’un heybetine birer tapınak yapıp armağan etmişlerdi. Bu da onlara büyük bir ayrıcalık kazandırmıştı.

    Din ve Sanat

    Kybele’ye, Zeus’a, Nemesis’e veya Afrodit’e yapılan nice tapınaklar da henüz genç şehrin ortasında bulunurdu. Yılda bir düzenlenen Smyrna oyunları da o dönemde ün kazanmıştı. Büyük bir kütüphane, bir müzikholü ve Asya ilinin en muhteşem tiyatrolarından biri de şehrin önem kazanmasına neden oldu. Homeros’un İzmir’de (Smyrna’da) doğduğu ve ayrıca portresinin kentin madeni paralarının bir yüzünü oluşturduğu gibi kesin olmayan söylentiler de günümüze kadar ulaşmıştır.

    Yahudi Diasporası

    Yahudi nüfusunun önemli bir kitle oluşturması, İzmir’e ilişkin dikkat çekici son ayrıcalıktır. William Barclay’a göre şehrin güzelleşmesi için büyük katkıda bulunan Yahudiler bundan dolayı da önemli bir etkiye sahiplermiş.

    Hüzünlü Bir Şehir Adı

    Smyrna, mür (ağacı) anlamına gelir. Hoş kokulu mür yağı elde etmek için çalımsı ağacın gövdesi bir keskiyle çizilir, akan reçine toplanırdı. Yağ, ağaçta oluşan doğal yarıklardan sağlanırsa mürün kalitesinin daha iyi olduğu söylenir. Bu benzetme İzmir kilisesi için çok uygundur. Çünkü burada RAB’be ait olan imanlılar Topluluğu, çok fazlasıyla yaralara maruz kaldı. İzmir, çok acı çeken bir topluluktu. Kutsal Kitap’ta mür yağı tapınak hizmetlerinde veya ölüler için baharatlarla kefen hazırlanmasında kullanılırdı (Mısır’dan Çıkış 30:23; Mezmurlar 45:9; Ezgilerin Ezgisi 3:6). İzmir kilisesindeki imanlılar, zulmün acı kasesini içmek zorunda kalırlarken, inançlı tanıklıkları Tanrı’nın onuruna sunulan hoş bir koku olmuştur.

    İsa Mesih’in Kimliği
    Her Şeye Kadir

    İsa Mesih’in kısa mektubunun başında kendisini topluluğuna tanıtırken kullandığı bu sözler ne büyük bir teselli içermektedir! İlk ve Son O’dur (bkz. Yeşeya 46:6 ; 48 :12). Kendisi aktif bir eylemle ölmüştü, ve yaşama döndü. Bu sözler büyük bir yetki ve gücün ifadeleridir. İsa Mesih, İzmir İnanlılar Topluluğu’nun Kralı ve Tanrı’sı olarak her özelliğe de sahipti !

    Her Şeyi Bilen

    Rab ayrıca onlara ‘bildiğini’ yazıyor. O, onların sıkıntı ve zulümlerini yakından bilendir. Yoksullarınkini de bildiğini ifade ederken hemen ardından ‘oysa zenginsin’ diyerek bazen unutulan ama önemli bir gerçeği hatırlatıyor. Tanrı’nın bildiğini bilmek bile insana sıkıntıda bir destek oluşturuyor. İncil’de aynı şekilde ; göklerdeki babamız biliyor’ sözleriyle bu gerçeğe dikkat çekilir (Matta 6 :32).
    Rab İsa Mesih her bir kişinin duygularını biliyor ve anlıyor. Zaten bizleri yaratan O’dur ; bununla birlikte bizim gibi insan yapısını aldığından duygularımızı gerçek anlamda biliyor (İbraniler 2 :18 ; 4 :15). Eski Antlaşma’da buna benzer şekilde, Tanrı’nın kendi halkıyla yakından ilgilendiği ve duygularına ortak olduğu açıklanıyor (Yeşeya 63 :9).

    İzmir Kilisesi’nin Özellikleri

    Göksel Hazine

    Ama şimdi Mesih’in bu topluluğa söylediği ‘oysa zenginsin’ itirazını nasıl değerlendirmeliyiz ? Hani, İzmir’deki İnanlılar çok çetin bir yoksulluk içinde yaşamıyorlar mıydı ? Grekçe’de fakirliği dile getirmek için iki ayrı kelime vardır. ‘Penia’ kişinin çalışarak karnını doyurabileceğini ama bunun dışında hiçbir varlığının olmadığını belirtir. Ama ‘ptocheia’ sözü kişinin aşırı yoksulluktan doğan acı içinde süründüğünü tanımlıyor. İzmir’deki inanlılara hitap eden Rab, ikinci kelimeyi kullandı. Mesih inanlılarının çoğu alt sınıftan gelmeydi, hatta birçokları köleydi. Tarih boyunca ve bugün de var olan zengin ile fakir arasındaki uçurum, özellikle antik çağlarda çok daha büyüktü. Roma kentinde fakirler bazen sokak ortasında açlıktan ölüyorlardı. Onlara dağıtılmak için buğday taşıyan gemiler olumsuz hava koşullarından dolayı gecikince ve planlanan yardımlar imdada yetişmeyince insanlar açlıktan kırılıyorlardı.

    İsa Mesih, inanlıların ne kadar yoksul olsalar da, kendisinin onlara vermiş olduğu vaadlerden dolayı aslında zengin olduklarını önemle vurguluyordu. Pavlus bu zenginliği şu sözlerle dile getirmekte :

    ‘Yoksuluz, ama birçoklarını zengin ediyoruz. Hiçbir şeyimiz olmasa da her şeye sahibiz’ (2.Korintliler 6 :10). Kutsal Kitap, bizleri zengin kılanın aslında görünen maddesel şeyleri olmadığını, ama İsa Mesih’in izinde sürdürülen yaşam olduğunu öğretiyor (bkz. Matta 6 :33 ; 2.Korintliler 4 :189.

    Elemler Topluluğu

    İzmir’de yaşayan Mesih’in öğrencileri aynı zamanda zulüm de gördüler. Zulmedenler yalnızca inanlıların yaşam tarzlarını yadırgayan putperestler değildi. Yahudiler ve Şeytan’ın ta kendisi de onlara acı çektiriyorlardı. Romalılar 2 :28-29’da Pavlus, dış yapısıyla Yahudi olandan fayda gelmediğini ve yürekte olmadıkça sünnetin de işe yaramadığını belirtiyor. Bu durumda, yine yoksulluk konusuna dönmek gerekirse : Mesih, kendisine inanan herkesi mirasçısı yaptığında, kişiyi ne kadar fakir olursa olsun, değerini kaybetmeyen en üstün varlıkların sahibi konumuna getiriyor.

    Şeytan’ın Havrası’

    İzmir’deki Yahudiler havralarında toplanarak Tanrı’nın halkı olduklarını gururla ilan ediyorlardı. Yuhanna 8 :44’te İsa Mesih buna benzer şekilde böbürlenen bir gruba konuşurken onların gerçekte kimin halkı olduklarını açıkladı. İzmir kilisesine yazılmış bu mektupta da Yahudiler’e açıkça gerçekte ne tür bir topluluk olduklarını belirtiyor : ‘Şeytan’ın havrası !’ Wuppertal-Kutsal Kitap yorumu , İsa Mesih’in bu sözleri belli bir Sinagoga (Havra) yönelik olarak söylediğine dikkat çekiyor. Bu sözlerle tüm Yahudileri genel anlamda algılamak ve yargılamak çok yanlış olurdu. Yargılarken çok dikkatli olmamız gerekir ; aksi halde maalesef tarih boyunca yapılagelen yanlışlık tekrarlanabilir. Böylece zulüm görenler zulüm edenlere dönüşebilir.

    İzmir’de ise, Yahudiler Mesih bağlılarına en kötü iftiraları atıp onlara zarar vermeye çalışıyorlardı. Kutsal Kitap’ın başka yerlerde de olduğu gibi (bkz. Elçilerin İşleri 13 :50) şehrin ileri gelenlerinin kadınlarını kullanarak halkı inanlılara karşı kışkırtmak için uğraşıyorlardı. Tanrı’ya saygı duyan putperestler, Yahudi inancını benimsememiş olsalar da tektanrı görüşlerine büyük sempati duyuyor ve onların ahlaki ilkelerine ve eşlerine sadakatlerine imreniyorlardı.

    Özellikle kadınların Museviliğe ilgileri yoğundu. Bu kadınlar genellikle şehrin yüksek mevkilerindeki memur ya da valilerinin eşleriydi. Onlar, Elçilerin İşleri 13 :50’de anlatıldığı gibi Mesih inanlılarına karşı yapılan kışkırtmalarda etkileyici birer silahtılar. Gerçekten Şeytan’ın havrası.

    #31583
    Anonim
    Pasif

    :kiliseye:

    İzmir’deki Kilise’ye Mektup

    Yüreklendirme

    ‘Korkma’ sözcüğüyle İsa Mesih okurlarını gelecek sıkıntılara karşı uyarıyor : ‘İblis, sizi sınamak için aranızdan bazılarını yakında zindana atacak ve on gün süreyle sıkıntı çekeceksiniz. Ölüm pahasına olsa da sakık kal’. Şimdiye kadar söylenenler daha yetmedi mi ? Rab kendi çocuklarına daha ne kadar yük yükleyecek ? Adı geçen ‘on gün’ ifadesi teologlarla farklı şekilde yorumlanır. Ama çoğu bunun sınırlandırılmış bir zaman dilimi anlamına geldiği konusunda aynı fikirdedirler. Kutsal Kitap’ta yer alan metinlerin dışında (bkz. Yaratılış 24 :55 ; Nehemya 5 :18 ; Yeremya 42 :7 ; Daniel 1 :12 ; Elçilerin İşleri 25 :6) antik çağlarda 10 sayısı genelinde kısa bir zaman dilimi anlamında kullanılırdı.

    ‘Hapis’ kelimesi, onu yaşamamış olanlar için belki de fazla kötü bir şeyi çağrıştırmayabilir. Yeterince yemek, sıcak bir oda, yıkanma olanakları, televizyon, v.s. bazı ülkelerin cezaevlerinde en doğal haklarıdır. Türkiye’de durum tutuklunun statüsüne göre değişir. Başka ülkelerdeki hapishanelerin durumu ise çok vahim olabilir. Antik çağlarda zindana düşen bir kişi sanki ölümün ön odasına geçmiş gibi olurdu. Kendi hallerine bırakılan tutuklular çoğu zaman ancak ölmüş olarak hapisten çıkartılırdı.

    O dönemin İzmir’inde yaşayan bazı inanlılar zindana girmekten kaçamayacaklardı. Ama orada çok uzun süre de kalmayacaklardı. O günlerde Mesih’i izlemeye karar veren kişi bu tür tehlikeleri göze almak zorundaydı.

    Yasal yönden Mesih inancına izin verilmemiş olsa da zulüm her zaman bu denli değildi. Ama bir vali kitlelerin yükselen sesiyle otoritesinin tehlikeye girmesi durumunda, ya da keyfi istekleri doğrultusunda inanlılara zulmedebilir, onların huzurlarını bozabilirdi. O zaman bir fırtına kopardı. Bu belirsizlik durumu, inanlıların içinde yaşamak zorunda kaldıkları en zor dönemlerdi. Başlarının üzerinde her an sanki te bir saç teline bağlanmış bir ‘Demokles kılıcı’ asılı dururdu.

    Tanrı Seyirci mi ?

    Sadece kısa süreli bile olsa, insanların acı çekme sorunu, tarih boyunca sadık Mesih İnanlılarını hep şaşırtıp onların kafalarını meşgul etmişti. Tanrısızın acı çekmesi düşünülebilir, ama neden böyle bir durum Tanrı’ya bağlı olanın da başına gelir? John F. Walvorrd yorumlarında bu konuda dört neden gösteriyor.

    1. Tanrı inanlının acı çekmesine izin vererek onu iyi amaçlarda kullanmak için eğitir, terbiye eder (1.Korintliler 11:30-32; İbraniler 12:3-12).

    2. Pavlus’un bedenindeki dikene benzer bir şekilde bazı gururdan korunmak için olabilir (2.Korintliler 12:7).

    3. Tanrı bunu bizlere itaat etmeyi öğretmek için kullanabilir. İsa Mesih’in de ‘çektiği acılardan söz dinlemeyi öğrendiğini’ okuyoruz (İbraniler 5:8; Romalılar 5:3-5).

    4. En sonunda Tanrı, acı çekme yoluyla bizlere, Mesih uğruna daha etkin bir tanık olma yeteneğini sağlıyor (Elçilerin İşleri 9:16).

    İsa Mesih’e iman etmekten doğan zulüm ve acı bugün birçok inanlıya garip gelebilir. Ama kısa bir süre öncesine kadar komünist ülkelerde yaşayan adanmış Mesih İnanlıları bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlar. Bugünlerde de inanlılar, islami rejimlerin hakim olduğu bazı ülkelerde veya Hindu militanların yoğun olduğu yerlerde, Mesih’in izleyicisi olmanın bedelini ödemek zorunda kalıyorlar. Bizler, bulunduğumuz ortamlarda ilkin küçük çapta ve küçük işlerde sadık olmayı öğrenebiliriz. Belki inancımızdan dolayı alay konusu oluruz, hor görülürüz veya bir takım zorluklara katlanmak durumunda kalabiliriz. Bundan sonra Kutsal Kitap’ın 1.Korintliler 12:26’da dile getirilen; ‘Eğer bir üye acı çekerse, bütün üyeler birlikte acı çeker’ diye en önemli bir ilkeyi uygulayarak evrensel kilise bedenini oluşturan farklı üyeleri dualarımızla destekleyebiliriz. İşte, bununla RAB tam olarak İbraniler mektubu 13.bölüm 3. ayette bunu vurguluyor:

    ‘Hapiste olanları, onlarla birlikte hapsedilmiş gibi hatırlayın. Sizin de bir bedeniniz olduğunu düşünerek kötü muamele görenleri anımsayın.’

    Davet, Vaat ve Ödül

    İsa Mesih, İzmir’deki izleyicilerini ölüme kadar sadık olmaya teşvik ediyor. Onlara, giriş kısmında anlatılan şehri süsleyen taca benzer yaşam tacını vermek istiyor. Gerçi zulmedenler, İnanlıların bedensel yaşamlarına son verebilirler, ama sonsuz yaşamlarını asla alamazlar.

    Polikarp

    Mektup yazılana kadar muhtemelen daha hiç kimse yaşamını inanç uğruna yitirmemişti. Ama bu tür olaylar artık olağan sayılmalıydı. William Barclay (tarihi kaynaklara dayanarak) daha sonraki bir dönemde Smyrna İnanlılar Topluluğunun önderi olarak görev yapan Polikarp’tan söz ediyor. Sevdiği kurtarıcısı Mesih’e ait olan RAB (kyrios) ünvanını, Roma imparatoru için kullanmayı ve yasanın öngördüğü şekilde ona tapınmayı reddettiği için 23 şubat 155’te bir odun yığını üstünde yakılıp şehit edildi. Kendi yasalarına karşı olmasına rağmen bu Şabat gününde özellikle şehrin Yahudileri’nin büyük gayretkeşlikle banyolardan odun ve çalı çırpı getirerek ateşi körükledikleri unutulmamıştır.

    Sadakatin Ödülü

    İncil’de vaat edilen yaşam tacı, sadık Mesih inanlısına verilecek taçlardan yalnızca bir tanesidir. (Ayrıca bkz. 1.Korintliler 9:25; 1.Selanikliler 2:19; 2.Timoteos 4:6-8; 1.Petrus 5:4; Esinleme 4:4). Yaşam tacının verilmesinden Yakup 1:12’de söz edilmektedir. Mesih inanlısı kendisine ölümden sonra verilecek tüm bereketler ve özellikle sonsuz yaşam için sadık kalmaya teşvik ediliyor.

    Övgü

    Acı çektikleri halde Kuzu’yu sadık bir şekilde izleyen İzmir topluluğu hiç azarlanmamıştır. Bu durum, özellikle diğer altı kilisenin beşine yapılan sert azarlamalar karşısında kesin bir fark yaratıyor. Smyrna’daki İnanlıların dayanılması zor ve çetin acılara katlanmaları imanlarını ve yaşamlarını arıtmak için yararlı oldu (bkz. 1.Petrus 1:6-7).

    Vaat

    İsa Mesih, sadık izleyicilerine kendisine ‘ikinci ölümden zarar gelmeyeceğinin’ sözünü veriyor (Esinleme 20:15). Rab’bin Smyrna kilisesine verdiği bu söz, tüm dünyada iman mücadelesinin getirdiği yükün altında zaman zaman acı çekerek inleyen inanlılara yönelik kesin bir vaattir. İsa Mesih İbraniler mektubunun yazarını kullanarak bunu şu şekilde ifade ediyor:

    ‘Terbiye edilmek (eğitilmek) önceleri hiç tatlı gelmez, acı gelir. Ama böyle eğitilenler için daha sonra esenlik veren doğruluğu üretir’ (İbraniler 12:11).

2 yazı görüntüleniyor - 1 ile 2 arası (toplam 2)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.