İman mı, "Öte dünya beklentisi" mi ?

  • Bu konu 3 izleyen ve 4 yanıt içeriyor.
5 yazı görüntüleniyor - 1 ile 5 arası (toplam 5)
  • Yazar
    Yazılar
  • #27804
    Anonim
    Pasif

    Her insan, kendisine ait bir bilincin oluşmasına müsâit yapıda dünyaya gelir. Var olan bilincimiz bedenimizle berâberdir. Beden, önceden bulunmadığı için; biz de, kendimizden öncekileri bilemeyiz. Ancak aklımızı kullanarak aktarılanları öğrenmek sûretiyle bir fikir sâhibi oluruz. Dünyadaki zaman mafhumu içerisinde belli bir noktada doğduğumuz için, mevcut ortama pararlel olarak zihnimizde “önce/sonra” kavramları oluşmuştur. Her ne kadar insan olarak ortalama 70-80 yıl yaşasak da, gerçekte biz bu süreyi değil, hep içinde bulunduğumu “an”ı yaşarız. Çünki; önce, bizim için artık geçip gitmiş ve yok olmuştur. Gelecek ise, henüz yaşanmamıştır.

    Üç semâvi dine göre ilk insan olan Âdem, Tanrı tarafından yaratılmış; önceden bir nesne/obje ya da varlık olarak bulunmamıştır. Kendi kendini var etmesi de mümkün değildir. İmanlılara göre Âdem’in yaratılışı Yardan’nın bir lütfu. Aden bahçesinde her şey onun rahatça yaşamasına uygun olarak var edilmiş. Çalışma, para kazanma, hastalıklarla uğraşma gibi bir derdi yok. Görünürde herhangi bir düşmanı da yok. Fakat, ilk başlarda pek akla gelmeyen ama aslında çok mühim bir husus var.

    Biz, bir arkadaşımıza misâfir gitsek; o arkadaş ne kadar merhametli/ cömert ve iyiliksever olursa olsun, evinde bulunmamız hasebiyle, kurallara uymak durumunda kalırız. Ev sâhibinin bize karşı olan müşfik tavrı, her aklımıza eseni yapmamaza bir ‘gerekçe’ oluşturmadığı gibi; aksine, gördüğümüz iyiliğe, en az aynı seviyede bir iyilikle mukâbele etmek mecbûriyetindeyizdir.

    Şunu anlatmaya çalışıyorum.

    Âdem, çalışmadan, terlemeden kendisini muazzam bir nimetin içinde buldu. Yapması gereken tek şey, o nimeti bahşedenin prensiplerine uygun davranması idi. Çünki, akıl bahşedilmiş ve özgür olarak yaratılmıştı. Buradaki “akıl”dan kasdım, sıradan bir seçme işi değil. Köpek bile önüne ot ve et konduğunda, kendi beslenme yapısına uygun olanı seçer. İnsan dışında diğer canlıların Tanrı gibi bir algıları olmadığı için, günah işlemeleri de söz konusu değildir. Âdem, Tanrısal prensiplerin varlığını idrak edebilecek bir özellikte yaratılmıştı. Kendisinden istenen tek şey, Aden bahçesinde yaşadığı müddetçe, bu prensiplerden herhangi birisine karşı gelmemesi idi.

    “Tanrı, ‘İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım’ dedi…” Yaratılış: 1/26

    Tanrısal prensiplerin algı ve içselleştirilmesi, akıl/irade ve özgürlük ile de eylemin sorumluluğunun üstlenilmesi noktasında bu “benzerlik” şarttı.
    Zâten başka türlü de, söz konusu prensiplerin “algı ve içselleştirilmesi” mümkün olamazdı.

    İlginçtir; Tevrat’ta Âdem’in günâhı “İyi ve kötüyü bilme ağacı” nın mevyvesinden yemesi şeklinde betimlenmiştir. İşin aslı, âyette geçtiği gibi lafız mıdır, yoksa burada “ağaç” mecaz mıdır; teoloji bilgim bu soruya net cevap verebilmem için yeterli değil.

    Sonuç olarak Âdem, Tanrısal prensiplerden birisini çiğnemiş ve ilk yaratılışındaki özelliğinden ve Tanrıya karşı konumundan uzak düşmüştür. Şimdi burada görünen iki sonuç vardır.

    1 – Âdem, işlediği suçun karşılığını alacak ve ölüp yok olacaktır.
    2 – Âdem ve soyunun kurutluşu için, bir “af/bağışlama” müessesesi oluşturulacaktır.

    Tanrısal yasa çiğnenince, Tanrı bu eylemi rahatça “sine”ye çekip görmezden gelir ve “Âdem’i affettim” diyebilir mi ?
    Bence hayır.
    Çünki böyle yaparsa, kendi kendi kendini inkâr etmiş olur.
    Cezâyı kesince de, Âdem yok olacak
    Geriye tek kurutluş yolu kalıyor; kefâret!…
    Bu gün MESİH imanlılarının kabul ettiği ve çarmıhta Yashua MESİH tarafından ödendiğine inanılan kefâret…

    Ölümden sonra, insanların farklı bir boyuta geçerek hayatlarını sürdürebileceklerine inananlar için bu son derece “câzip” bir ön kabül. Fakat, ne kadar da tuhaftır ki; var olan dinlerin tamamına yakını – Budist felsefe hâriç – bir taraftan erdemli insan yetiştirmeyi amaçladıklarını iddia ederken, diğer taraftan”Cennet” ve “Cehennem” kavramlarıyla insanların zaaf ve korkuları üzerinden kitleleri zapt-u rapt altına almaya çalışmaktadırlar.

    Bu, gerçekte çok büyük bir çelişkidir.

    Bir taraftan “Komşusu aç yatarken tok gezen bizden değildir” hadisi dillendirilir ama; bırakın aç yatmayı, komşu ömrünü açlık içinde tüketirken, birileri Kâbe’nin etrafında yedi defa dönüp kara taş’a yüz sürerek günahları sıfırlamayı amaçlamaktadır. Bunu yapanlar, eylemi kandi kafalarından uydurmuyor, “inancının gereği” olarak yaptıklarına inanıyorlar.

    Tabii Suud Kralının servetine servet katarak.

    Ebedi hayat, Cennet ve Cehennem üzerine kurulu bir inanç, samimi değildir; bencildir. Budizm’deki “Nirvana” yaklaşımı, daha mantıklı görünüyor. Çünki, insan nirvanaya ulaşabilmek için gereken olgunluğu düşünsel ve eylemsel anlamda dünyada yakalamalı.

    Eğer, varlığına ve gidileceğine inanılan Cennet’te hiç günah işleme imkânı yoksa, orda insanlar ebedi olarak ve mutlu bir şekilde yaşayacaksa; bu dünyada kendisini belli bir olgunluk ve erdem düzeyine getirmeyi başaramamış insanlar, oraya hangi “bilet” ile alınacaklar ?

    Kanalhayat tv’de bir pastör, “MESİH ikinci defa dünyaya geldiğinde kendisine iman edenleri seçip götürecek” derken, imanlılara yeni bedenler verileceğinden söz ediyordu. “Yeni beden” fikri pek anlaşılmaz durmuyor. Burada sahip olduğumuz bünye giderek yaşlanıp kendi kendini yok ediyor. Üstelik, yeni yaşama başka bir âlemde gerçekleşecekse, o âlemin şartlarına uyan bir “beden”e sâhip olmak gerekecek. Fakat iman samimiyeti yeterli değilse, Tanrıya/MESİH’e iman menfaatler üzerinden şekillenmişse, bu “iman” ile kusursuz âlemde yaşamaya nasıl lâyık olacağız ? Yoksa, iman algımızda mı değiş(tirile)cek ? Bu algıyı Tanrı düzene koyacaksa, dünyadaki varlığımızın, çektiğimiz eziyetlerin, ya da belli bir azınlığın sürdüğü “safâ”nın anlamı ne ?

    Luka; bölüm, 6

    24 – Ama vay halinize, ey zenginler, Çünkü tesellinizi almış bulunuyorsunuz!
    25 – Vay halinize, şimdi karnı tok olan sizler, Çünkü açlık çekeceksiniz! Vay halinize, ey şimdi gülenler, Çünkü yas tutup ağlayacaksınız!

    MESİH’in çarmıh üzerinde gerçekleştirdiği iş, Orta Çağ engizisyon papazlarının, Cennet’i Kilise için rant kapsı yapmasına yarayacak “sığlıkta/basitlikte” midir ? Çünki, Endüljans ilk ortaya çıktığında “ücreti mukâbilinde” verilen bir “âzad belgesi” idi. Şimdilerde ise, Protestanlarca “promosyon” olarak dağıtılıyor. Söz konusu Cehennem’den âzâd olma, “inandım” demekle gerçekleşiyor ise; bizzat MESİH’in ağzından çıkan muhteşem/eşsiz öğreti ve benzetmelerin Kutsal Kitaptaki varlığının ne anlamı olabilir ki ?

    Gerçi bu gün Hristiyan dünyasında “kurtuluş” iki şekilde anlaşılıyor. Bir görüşe göre, MESİH’e iman eden kurtulmuştur. Ne yaparsa yapsın, hangi günahı işlerse işlesin, bu kurtuluş değişmez. İkinci görüş ise – Ben de bu kanâattteyim – İnsanlar MESİH’e iman ederek ebedi yok oluştan kurtulma fırsatı yakalarlar. MESİH kurtuluşun kapsıdır.

    “Kapı ben’im…” Yuhanna: 10/9

    Yâni “iman” kavramının içi doldurulmalıdır. MESİH’e iman ettiği iddiasında olan kişi hayatını MESİH’in öğretilerine göre düzenleme çabası içinde olan/düzenleyen kişidir. Zâten bu yolda sarfedilen çaba, imandaki samimiyeti gösterir.

    Babasından harçlık aldığı için onu seven çocukla, Cennet’e gideceğini düşündüğü için Tanrıya/Mesih’e iman eden kimse arasında mentâl olarak hiç bir fark yoktur. Çünki; her iki davranışta gözlemlenen “sevgi”(!) nin temelinde samimiyet değil, menfaat bulunmaktadır. Kendisini bu seviyede “imanlı” görenler yarın Cennet’i dolduracaksa; Cennet ile yaşadığımız dünya arasındaki ilkesel fark nedir ?

    Ben bu gün Yahudi ve Müslümanların hattâ Hristiyan mezheplerinden Ortodoks ve Katoliklerin inandığı gibi, sevapların alt alta yazılıp toplanması karşılığında “Cennet” anlayışını kabul edilebilir bulmuyorum. Gerçi bunu başarabilen kim var; o da ayrı bir muammâ ama; başarıldığını var saydığımızda, Tanrı ‘mecbur’ bırakılmış olur. Öte yandan,Tanrı her önüne geleni de affedemez. Böyle yaparsa, bu defâ kendi kendini inkâr etmiş olur. Ya da, Tanrısal adâlet mefhumu tartışılır hâle gelir.

    Tanrı, MESİH ile cezânın kefâretini bizzat kendisi ödemiştir.

    İnsanların bu kefaretin anlam ve karşılığını imandaki samimiyetleri ile göstermeleri şarttır.
    Sonuç olarak imkânsızı imkân dâhiline getiren Tanrı’dır.
    Affedecek olan da Tanrıdır.
    Bizler de; Cennet hayâli, ya da Cehennem korkusuyla değil, Tanrısal prensiplere olan bağlılığımızı göstererek, Tanrıya olan sevgi va bağlılığımızı somutlaştırmalı, iman samimiyetmizi ıspat etmeliyiz. Aslolan, “iyi”nin ne olduğunun farkında olmak ve iyi olana bağlanmaktır. Bizim için ‘iyi’ salt ebedi hayat ve Cennet hayâli ise; o zaman menfaatlerimize doğrudan, tüm bunları bize sağlayacağına inandığımız Tanrı’ya da dolaylı olarak iman etmişiz demektir.

    Yâni önce “Cennet” değil.
    Önce “Nirvana”

    #37330
    Anonim
    Pasif

    Çok güzel bir paylasım olmuş,Paylaşımınız için teşekkür ederim.Ben de hristiyanlıgı her yönüyle araştıran birisi olarak bu soruda takılıyorum.Örneğin bir patron düşünün çalışanına her türlü kötülüğü yapacak,dövecek,hakkını yiyecek ama Mesih i de tanıyacak.Yanında çalışan kişi ise hristiyan olmamış olsun bu örnekte.Şimdi patron cennete mi gidecek? ya da hayatı boyunca acı çekmiş olan çalışan cehenneme mi gidecek? Yargı ne şekilde olacak.Yardımcı olursanız çok sevinirim.Şimdiden teşekkürler..Esenlikle kalın.

    #37331
    Anonim
    Pasif

    @sefikinan 23727 wrote:

    Çok güzel bir paylasım olmuş,Paylaşımınız için teşekkür ederim.Ben de hristiyanlıgı her yönüyle araştıran birisi olarak bu soruda takılıyorum.Örneğin bir patron düşünün çalışanına her türlü kötülüğü yapacak,dövecek,hakkını yiyecek ama Mesih i de tanıyacak.Yanında çalışan kişi ise hristiyan olmamış olsun bu örnekte.Şimdi patron cennete mi gidecek? ya da hayatı boyunca acı çekmiş olan çalışan cehenneme mi gidecek? Yargı ne şekilde olacak.Yardımcı olursanız çok sevinirim.Şimdiden teşekkürler..Esenlikle kalın.

    Sn. sefikinan;

    Matta 5. bölüm, gerçek Mutluluk başlığındaki âyetler, ilkesel anlamda sorunuzun cevabı olacaktır.

    #37333
    Anonim
    Pasif

    @sefikinan 23727 wrote:

    Çok güzel bir paylasım olmuş,Paylaşımınız için teşekkür ederim.Ben de hristiyanlıgı her yönüyle araştıran birisi olarak bu soruda takılıyorum.Örneğin bir patron düşünün çalışanına her türlü kötülüğü yapacak,dövecek,hakkını yiyecek ama Mesih i de tanıyacak.Yanında çalışan kişi ise hristiyan olmamış olsun bu örnekte.Şimdi patron cennete mi gidecek? ya da hayatı boyunca acı çekmiş olan çalışan cehenneme mi gidecek? Yargı ne şekilde olacak.Yardımcı olursanız çok sevinirim.Şimdiden teşekkürler..Esenlikle kalın.

    Sevgili Şefikinan kardeşim,

    Bu araştırmalarınızdan dolayı sizi içtenlikle kutluyorum. Zaten Kutsal Kitap’ta Tanrı, ‘Bütün yüreğinizle beni arayacaksınız ve ben kendimi size buldurtacağım’ demektedir. Her insan önce kendi inancını, sonra da diğer din ve inançları, onların din önderlerinin yaşamlarını ve öğretişlerini sorgulamalıdır, araştırmalıdır. Körü körüne bir şeye inanmak son derece tehlikeli ve yanlıştır, sonu sonsuz ölüme de gidebilir.

    İsa Mesih’e iman eden bir kişi, yaşamıyla, davranışlarıyla Mesih’i yansıtmalıdır. Mesih’i örnek almalıdır. Kendi yanında çalışan elemanına kaba davranan, onu inciten, dayak atan, hakkını yiyerek her türlü kötülüğü yapan bir Patron nasıl imanlı olduğunu söyleyebilir? İncil’de Yakup 1 :14’te şöyle okuyoruz:

    ‘Kardeşlerim, bir kimse iyi eylemleri yokken imanı olduğunu söylerse , bu neye yarar? Böylesi bir iman onu kurtarabilir mi? Bir erkek ya da kız kardeş çıplak ve günlük yiyecekten yoksunken, içinizden biri ona, ‘Esenlikle git. Isınmanı, doymanı dilerim’ der, ama bedenin gereksindiklerini vermezse, bu neye yarar? Bunun gibi tek başına eylemsiz iman ölüdür!’

    ‘Ruhsuz beden nasıl ölüyse, eylemsiz iman da öyle ölüdür!’ (Yakup 2:26).

    Sevgili Şefik kardeşim, Rab İsa Mesih diyor ki:’Ben asmayım, siz çubuklarsınız. Bende kalan ve benim kendisinde kaldığım kişi çok meyva verir. Bensiz hiçbir şey yapamazsınız. Bir kimse bende kalmazsa çubuk gibi dışarı atılır ve kurur. Böylelerini toplar, ateşe atıp yakarlar’ (Yuhanna 15:5-6).

    Açıkçası, imanlı olduğunu söyleyen bir kimse bunu eylemleriyle kanıtlamalıdır. Sevgisiyle, merhametiyle, doğruluğuyla göstermelidir. İncil’de Matta 7:16-19′da şöyle okuyoruz:

    ‘Onları meyvelarından tanıyacaksınız. Dikenli bitkilerden üzüm, devedikenlerinden incir toplanabilir mi? Bunun gibi, her iyi ağaç iyi meyve verir, kötü ağaç ise kötü meyve verir. İyi ağaç kötü meyve, kötü ağaç da iyi meyve veremez. İyi meyve vermeyen her ağaç, kesilip ateşe atılır!

    Sevgili Şefikinan, İsa Mesih kendisini asmaya, kendisine iman edenleri de çubuklara benzetmektedir. İyi meyve vermeyen her ağaç çare yok kesilecektir. Örnek verdiğiniz o acımasız patron tövbe ederek günahlarından dönmez, Mesih’e yaraşır bir yaşam sürmez ise cennete giremeyecektir. Yine örneğini vermiş olduğunuz acımasız patronun yanında çalışan işci
    Mesih’e iman etmemişse, o da Tanrı’nın cennetine giremeyecektir. O’nun, günahlı olduğunu kabul ederek tövbe etmesi ve İsa Mesih’i Kurtarıcı ve Rab olarak yaşamına alması ile sonsuz kurtuluşu elde edebillir.

    Rab’bin sevgisinde ve esenliğinde kalın

    #31676
    Anonim
    Pasif

    Cevabınız icin cok tesekkürler, gercekten özenle hazırlanmıs ve acıklayıcı bir cevap olmus.Esenlikle kalın…

5 yazı görüntüleniyor - 1 ile 5 arası (toplam 5)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.