Yas Anında Mutluluk (3)

  • Bu konu 1 izleyen ve 2 yanıt içeriyor.
3 yazı görüntüleniyor - 1 ile 3 arası (toplam 3)
  • Yazar
    Yazılar
  • #25908
    Anonim
    Pasif

    YAS ANINDA MUTLULUK
    (Dr. Billy Graham)

    ‘Ne mutlu yaslı olanlara, çünkü onlar avutulacaklar’ (Matta 5:4).

    Yaşamlarımızda öyle zamanlar olur ki, ‘Haydi neşelen dostum!’ şeklinde, iyi niyetle söylenen teşvik sözleri, can sıkıntımızı dağıtarak toparlanmamızı sağlayamazlar. Gereksinimlerimiz psikolojik olmanın ötesine geçtikleri için böyle öneriler çaresizlik duygularımızı daha da kesinleştirirler. Gerçek, akıllılığımız, başarılarımız ve modern aygıtlarımızın varlığına karşın Tanrı olmadan, ruhsal yoksullar olduğumuzdur.

    Mesih’in çağrısı, belli bir gruba yöneltilmişti – ‘yoksul’ olanlara, ruhta yoksul olanlara. Mesih: ‘Rab’bin Ruhu üzerimdedir, çünkü beni yoksullara Sevindirici Haber’i yaymam için meshetti’ (Luka 4:18)der. Bu, Mesih’in çağrısının yalnızca ekonomik, sosyal ya da zihinsel yoksullara yapıldığı anlamına gelmiyordu. Ruhsal yoksulluğunun farkında olanları belirtmekteydi. Bu, mutluluğa ilişkin ilk sözdü.Gerçeğin, göksel sevinç şarkısının üzerine bestelendiği ilk sol notasıydı. Pavlus, Makedonyalı Mesih inanlılarına ilişkin , ‘Denenmelerin yol açtığı acıların ortasında sevinçlerinin bolluğu ve yoksulluklarının ağırlığı, bu insanların engin yürekli eli açıklığında doldu taştı’ diye yazmıştı(2.Korintliler 8:2).

    Eğer gerçek mutluluğu bulacaksak, İsa’nın başladığı yerden başlamalıyız. Eğer anlamlı yaşamlara sahip olacaksak, İsa’nın mutlulukla ilgili sözleri aracılığıyla yaşamalıyız.

    ‘Ne mutlu yaslı olanlara’ sözcüğü, ilk anda mantığa aykırı görünüyor. Ağlamakla sevinmek bir araya gelebilirler mi? Yas sancıları içindeyken nasıl mutlu olabiliriz? Üzüntünün acılığından nasıl sevinç parfümü çıkartılabilir? Yine de bu sözlerde derin ve gizli bir anlam bulunduğundan emin olun, çünkü eğer anımsayacak olursanız, İsa her çağda ve her inançtaki tüm insanlara mutluluğun sırrını açıklamaktaydı.

    Yaşamlarımızın Sığlığı
    Bulunduğumuz çağ, kesinlikle bir yas çağı değil; aksine, insanlar yaşamlarını ciddi olan herşeye ilgilerini dağıtacak şeylerle doldurmaya kararlılar ve üzerinde düşünüp tartarak hoş olmayan her şeyden uzaklaşıyorlar. Zihinlerindeki anlık eğlence ve ilgilerle gerçeğin yerini sığ ve boş şeylerle dolduruyorlar. Milyonlarca insan, sonsuzluğu düşünmek yerine, televizyonda hangi programı izleyeceklerini ya da hafta sonu için hangi video kaseti kiralayacaklarını düşünüyor.

    Bu yüzyıl tarihe, bir gelişim yüzyılından çok, rahatlıkla ‘yüzeysellik yüzyılı’ olarak geçebilir. Dillerden düşmeyen ‘N’olacak yani?’ ünlemi, pek çok kişinin yaşama karşı tutumunun yerinde bir tanımıdır. Bineceğimiz parlak otomobillerimiz oldukça, televizyon ve filmler bizi eğlendirdikçe ve internet ve sayısız elektronik aygıt hizmetimizdeyken, canlarımıza olup bitenlerin ne önemi var? Ne fark eder! Gülersek dünya da bizimle güler, ama ağlarsak, tek başımıza ağlarız. Şenik elçileri, yüzlerine bu nedenle maske takar, televizyonlarının sesini açar ya da spor arabalarının gaz pedalına basar ve yüzeysel yaşamlarına dalarlar.

    Ancak yüzeysel bir yaşam biçimi, yaşamın baskı ve sorunlarının karşısında ayakta kalmamız için asla yardımcı olmayacaktır. İsa, dağdaki vaazının ardından iki adamın öyküsüne geçer.

    Adamlardan biri, evini kum üstüne inşa etmeye karar verir. Bunu yapmak kolaydır. Diğeri ise, daha çok çalışmayı gerektirmesine karşın evini kaya üzerine inşa eder. Dışarıdan bakıldığında her iki evin görünüşü aynıdır. Ancak, fırtınalar ve seller geldiğinde kum üzerine inşa edilmiş olan ev yıkılır. Kaya üzerine inşa edilmiş olanı ise selin baskılarına dayanarak ayakta kalır. ‘Bu nedenle sözlerimi işitip uygulayan herkes evini kaya üzerine kuran akıllı adama benzer’ (Matta 7:24).

    Yaşamlarınız, yalnız Tanrı Sözü’nün sonsuz gerçeği üzerine inşa edildiklerinde yaşam fırtınalarına dayanabileceklerdir. Tanrı’yı ihmal edenyüzeysel bir yaşam, bize, gerçek mutluluk için asla sağlam bir temel olamaz.

    London Times’in bir sayısında şu yorum yer almıştı: Sonuna kadar dayanma lütfu, geçirilen anın baskısıyla daima eşit olan bir sabır kalitesidir, çünkü bu lütfun kökü, geçirilen anın gücünün yetmediği sonsuzlukta bulunur.’

    Şimdi bir yapımcı olan, eski opera yıldızı Beverly Sills, karşılaştığı zorluklardan pek çok şey öğrendi. İlk çocuğu hemen hemen tamamen sağır olarak doğmuştu. Küçük kız, annesinin güzel sesiyle söylenen bir şarkıyı asla duyamayacaktı. İkinci çocuğu olan oğlu ise, zihin geriliğiyle dünyaya geldi. Byn. Sills’in yaşamındaki üzüntü öylesine büyüktü ki, kızı ve oğlu ile ilgilenmek için, kendisinden çok şey bekleyen mesleğine bir yıl ara verdi ve zor koşullarıyla ulaşmayı denedi. Daha sonra, bu durumla nasıl başa çıktığı sorulduğunda, ‘Sorduğunuz ilk soru, ‘Neden ben?’ Sonra ‘Neden onlar?’ a dönüşüyor ve tutumunuz bütünüyle farklılaşıyor’ diye yanıtlamıştı. Tutumu yüzeyselliğin karşıtıydı.

    Özellikle televizyon bağımlılarını ya da film düşkünlerini hedef almıyorum, ama yaşamın ‘deriden öteye gidememiş’ olmadığı konusunda kesinlikle ısrarlıyım. Ünlü komedyenlerinize bir bakın! Taklit edilen yapmacık gülüşlerinin ardında ciddiyet ve ağırbaşlılık kırışıklıkları ve çizgileri yok mu? İşleri sizleri güldürmek olmasına karşın yaşamın ciddi bir iş olduğunun çok iyi farkındalar.

    Geçenlerde çok sevdiğimiz bir arkadaşımıza kanse olduğu söylendi. Bize, ‘Bir gün herşey yolunda giderken ertesi gün, doktorun ağzından çıkan küçük bir ‘kanser’ sözcüğünün herşey kökünden değiştirmesi şaşırtıcı. O zaman, daha önce hiç bilmediğiniz bir biçimde yaşamın ciddi olduğunu ve sonsuzluğun bir kalp atışı kadar yakınınızda olduğunu anlıyorsunuz. Bir gün önce sizin için çok önemli görünen şeyler artık çok önemli olmuyor’ demişti.

    İsa, ‘Ne mutlu somurtkanlara, sefillere ya da huysuzlara’ dememişti. Ferisiler, olduklarından farklı davranmış, inançlı görünmek için yüzlerine kül sürmüşlerdi, ama böyle yaptıkları için İsa tarafından azarlandılar.

    ‘İki yüzlüler gibi suratlarınızı asmayın’ (Matta 6:16).

    ‘Bazı insanların inancı başı ağrıyan bir adama benzer – başından vazgeçemez, ama başına sahip olduğu sürece de canı yanar’ sözü acaba kime aitti?

    Yasın Anlamı
    İsa, ‘Ne mutlu yaslı olanlara’ sözleriyle ne demek istemişti? Elbette,‘sulugözlü’ lere ya da duygusal düzeni altüst olmuşlara özel bir bereket vaat edildiğini belirmiyordu. Bu ayet, yaşama çarpık bir zihin ve hastalıklı bir görüşle bakan normal dışı psitkopatik vakalara bir avuntu olsun diye tasarlanmamıştı. Daha mutlu, daha dolu ve daha zengin bir yaşamı nasıl elde edeceklerini göstermek amacıyla normal, sıradan insanlar için yazılmıştı.

    Yas tutmak sözcüğünün kendisiyle başlayalım.Sözcük ‘Derin üzüntü duymak, tasalanmak, kederli olmak’ anlamına gelir. Eğer yüksek düzeyde bir yaşam süreceksek o zaman duyarlı, sempatik, yumuşak yürekli ve başkalarının ve dünyanın gereksinimlerine karşı uyanık olmamız gerektiğini belirtir.

    Sözcüğün ne demek istediğini, karşıt anlamlı bir sözcüğü düşünerek belki daha ne anlayabilirler; bu belli bir dereceye kadar doğrudur da. Ancak sözcüğün karşıt anlamı daha çok duyarsızlık, ilgi eksikliği, kaygısızlık, aldırış etmeyiş ile ifade edilir. Yas tutmanın nedeni, diğer insanların, ya da benim kendi acılarım ve yürek sızılarım yüzünden yüreğimin etkilenmesidir. İlgilenmez ve kayıtsız kalırsam yas tutmuyorum demektir. Yas tutan kişi, yumuşak ve duyarlı bir yüreği olan kişidir.

    #32099
    Anonim
    Pasif

    Yas Çeşitleri

    Rabbimiz’in bu en önemli sözlerinde belirtildiğine inandığım, altı yas tutma biçimini listeleyelim. İsa’nın burada kullandığı sözcük, beş anlam derecesiyle belirtilen geniş bir davranış dizisini kapsar. Dua ederek, her biri üzerinde düşünmeliyiz.

    Birincisi, yetersizlik yasıdır. Kendisi için değil, ama kaybolmuş bir dünya için ağlayan Yeremya Peygamber, ‘Ya Rab, bilirim ki, insanın yolu kendi elinde değildir’ demişti (Yeremya 10:23).

    Güçlenmeden önce, güçsüz olduğumun farkına varmam gerekir. Bilge olmadan önce akılsız olduğumu anlamam gerekir. Güce kavuşmadan önce, güçsüz olduğumu itiraf etmeliyim. Bir Kurtarıcı ile sevinebilmek için önce, günahlarımdan dolayı kederlenmeliyim. Tanrı’nın düzeninde yas tutmak daima sevinmekten önce gelir. Ne mutlu hak etmedikleri için, çaresiz ve yetersiz oldukları için yas tutanlara!

    Tanrı’nın güçlü peygamberi İşaya, bir insanın sesini coşkuyla yükseltmesinden önce yas tutarak diz çökmesi gerektiğini yaşıyarak öğrenmişti. Tanrı kutsallığının parlak ışığında içindeki çirkin ve zehirli günahı gördüğünde şöyle haykırmıştı:

    ‘Vay başıma! Çünkü ben mahvoldum; dudakları kirli bir adamım; ve gözlerim, Kralı, Orduların Rabbi’ni gördü’ (İşaya 6:5).

    Tanrı’nın kutsallığını gördükten sonra insan iyiliğimizle yetinemeyiz. Ancak, günahlılığımız ile ilgili yasımız kısa sürmeli, çünkü Tanrı, ‘Kendi uğrumda senin günahlarını silen benim ve senin suçlarını anmayacağım’ der (İşaya 43:25).

    İşaya, bağışlanma sevincinden önce, yetersizlik yasını yaşamalıydı. Eğer günahım için üzüntü duymuyorsam tövbe gereksinimini nereden bilebilirim?

    Tanrı’nın düzeninde, ruhsal yüceliğin yüksekliklerine çıkmadan önce, üzüntü vadisine inmek gerekir. Mesih’in paydaşlığı aranıp bulunmadan önce, Mesihsiz yaşamaktan yorulup bezgin düşülmelidir. Gerçekten yaşayabilmek için önce, ‘kendimizin’ sonuna gelmeliyiz. Yetersizlik yası, Tanrı’nın dikkatini çeken bir ağlayıştır. Kutsal Kitap, ‘Rab, yüreği kırık olanlara yakındır ve ruhu ezilmiş olanları kurtarır’ der (Mezmur 34:18).

    Kendi güçleriyle alışkanlıklarından, günahlarından, kötü huy ve eğilimlerinden dönmeye çalışan, umutsuzca ‘kendilerini tutmaya’ gayret eden kişilerin çabaları boşunaydı. Sonunda umutsuzluk içinde Mesihİ’e geldiler ve O’nda galiplerden de üstün olmak için güç buldular.

    Deneyimlerimiz, yetersizliğimizi açıklar. Tarih, yetersizliğimizi kanıtlar. Kutsal Kitap, insan soyu yetersiz olduğu için dünyaya gelmiştir. Yetenek, iyilik ve ahlakımın, Tanrı’nın gözünde yetersiz olduğunu farkettiğim gün, yaşamımdaki en mutlu gündü ve herkesin önünde Mesih’e duyduğum gereksinimi açıkça kabul ettim. Yasımın sevince, inlemelerimin nağmelere dönüştüğünü söylediğimde abartmıyorum.

    Yetersizlikleri için yas tutanlara ne mutlu, çünkü onlar Tanrı’nın yeterliliği ile avutulacaklar.

    Tövbe Yası
    Tövbe yası, tutulan bir başka yas biçimidir. Yetersizliğimizin bilincine vardıktan sonra, yetersizliğimizin nedeni olan günahı fark etmeliyiz. Bireyler olarak, evrendeki günah gerçeğini biz kontrol edemeyiz, ama seçme özgürlüğü olan yaratıklar olarak, günahın yaşamlarımızdaki varlığından sorumluyuz. Çünkü, ‘Herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı’ (Romalılar 3:23). Hepimizin yaşamlarımızdaki günah gerçeği için yas tutmamız gerekir.


    Geçmişteki deneyimlerimizi şimdiki çalışmalarımızla birleştirmek, modern bir psikonaliz tekniğidir. Bazen psikiyatri hastaları geçmiş günahlarını itiraf ettiklerinde, suçluluk duygularından bir ölçüde kurtulurlar. Ancak psikiyatri bir zihin bilimi olduğundan, can için bir yardım sağlamaz. Canın tek doktoru Mesih’tir. Tanrı,

    ‘Bana bütün yüreğinizle, ağlayış ve yasla dönün’ demektedir (Yoel 2:12).

    Yas tövbesi, kendine acıyan birinin ağlayışı değildir. Maddesel kayıplar ya da ortaya çıkan günahlarımızdan pişmanlık duymakta değildir. Günahın yaşamlarımızdaki yol açtığı yıkımdan dolayı derin üzüntü duymamız, ama yine de tövbe etmememiz mümkündür. Günahları ortaya çıktığı ve başları ciddi olarak derde girdiği için bana göz yaşları içinde yüreklerini açan pek çok kişi ile karşılaştım. Ancak gerçek tövbe, günahlarımız için üzüntü duymanın ve günahın, yaşamlarımızı darmadağın etmesine izin verdiğimiz için pişman olmanın çok ötesindedir.


    Gerçek tövbe günahtan dönüştür – günahı bırakmak için verilen bilinçli, özgür bir karar – ve yaşamlarımızla ilgili isteğini izlemek için bu kesin kararı vermiş olarak Tanrı’ya bilinçli birdönüş yapmak. Yönümüzü, tutumlarımızı değiştirmek ve iradeye boyun eğmektir. Tövbe etme gücünü ise Tanrı’nın bağışlamasına karşın tövbe, kurtuluş planının bizim payımıza düşen küçük bölümüdür. Ancak bu durumda bile, tövbe eylemi bize kurtuluş sağlayan bir çaba değildir – kurtuluş için yüreklerimizi uygun bir konuma getiren tek şey, Tanrı’nın hak etmediğimiz iyiliğidir.


    Kutsal Kitap, ‘Bu nedenle, kötülüklerinizden sıyrılın ve Tanrı’ya dönün ki, günahlarınız silinsin’ demektedir (Elçilerin İşleri 3:19). Bizim yapmamız gereken tek şey tövbe etmektir. Dönüşü, değişimi ve bağışlamayı sağlayan Tanrı’dır.


    Doğru yoldan sapmış, inatçı iradelerimizi bükmek kolay olmayacaktır. Ancak bu gerçekleştiğinde, sanki yanlış yere oturtulmuş bir belkemiği tekrar yerine konmuş gibi rahatlarız. Tanrı’yla uyumsuz bir yaşamın neden olduğu stres ve gerilimin yerini barışmanın getirdiği huzur olacaktır. Sinirlerimizin, zihin ve yüreklerimizin gevşediğini duyumsayacak ve şu mutlu haberi bedenimizin tüm liflerine göndereceklerdir: ‘Eski şeyler geçip gitti, işte herşey yenilendi’ (2. Korintliler 5:17).


    Nasıl fiziksel doğumdan önce sancı olursa, ruhsal doğumdan önce de günahın yası tutulur. Herkesin deneyiminin aynı olacağını söylemiyorum; biri yaşamındaki günah için sessizce yoğun duygulara kapılmaksızın, üzüntü duyabilir. Ancak her ikisi de yaşamlarındaki günahlar nedeniyle içten üzülecek, yardım ve kurtuluş için Tanrı’ya dönüş eğilimi göstereceklerdir. Kutsal Kitap,

    ‘Tanrı’nın özlediği ölçüde üzülmek, günahtan dönüşü sağlar’ (2.Korintliler 7.10).

    #28882
    Anonim
    Pasif


    SEVGİ YASI


    ‘Ne mutlu yaslı olanlara’ sözüne bakabileceğimiz, başka üçüncü bir açı daha var: SEVGİ YASI.

    Eski akrabaların çoğundaki benzin ölçme aletinde kırmızı bir sıvı bulunurdu. Bu kırmızı sıvının düzeyi, depodaki benzinin düzeyini gösterirdi. Eğer Tanrı’ya duyduğum sevginin ölçüsünü bilmek istiyorsam, etrafımdaki insanlara olan sevgimi gözlemlemem gerekir. Diğer insanlara olan sevgim, Tanrı’ya bağlılığımın kesin ölçüsüdür.

    Kutsal Kitap, bunu böyle açıklar: ‘Birbirimizi sevelim, çünkü sevgi Tanrı’dandır ve seven kişi Tanrı’dan doğmuştur, Tanrı’yı bilendir… Tanrı’yı seven insan kardeşini de sevsin buyruğunu O’ndan aldık’ (1.Yuhanna 4:7-21).

    Bir süre önce, bazı dostlarımla San Fransisko’daki bir müzeyi gezmiştim. Gördüklerimiz arasında, dindar insanların, diğer insanlara, kendi inançlarını kabule zorlamak için yaptıkları işkencelerde kullandıkları işkence aletlerinin bir kolleksiyonu da vardı. Tarih, insanın insana yaptığı insani yetersizliğin kaydıdır.

    İçinde yaşadığımız çağı, insanların diğer insanların gereksinimlerine içten duyarlılık gösterdiği bir çağ olarak tanımlamak güçtür. Yaldızlı bir bilmişliğin yanı sıra, ahlakı hor gören bir katılık da geliştirmiş bulunuyoruz. Sevdiğimiz müzik sürekli sevgiden söz eder, ancak boşanma hızla artmış, çocukları kötüye kullanım yaygınlaşmıştır. Dünyamız savaşlar, vahşet ve terörizm ile sarsılmaktadır. Büyük haber dergileri, ‘Ben’ kuşağının isteklerine önem vererek kapak yapmaktadırlar. Bu kuşak, bir ödül için savaşmak yerine ödüllü bir boks maçı izlemeyi yeğliyora benziyor. ‘Mahvolanları kurtar, ölenlerle ilgilen’ adlı şarkı, yalnızca şarkı kitaplarından kaybolmakla kalmadı, şarkının konusu da, fiziksel kıtlık, baskı rejimlerinin kurbanları ve büyük gelgit dalgalarının dışında yüreklerimizden silindi. Ve bütün bunlar çok önemli. Sevindirici haberi işitmeye gereksinim duyarlar yalnızca ruhsal yönden mahvolanlar.

    Birkaç yıl önce Hindistan’ı ziyaret ediyorduk. Biz oradayken korkunç bir gelgit dalgası sahilin yaklaşık 70 km’lik bölümüne vurarak onbinlerce kişiyi öldürdü, yüzlerce köy ve kasabayı bütünüyle mahvetti. Hint yetkilileri çok nazik davranarak bize bir helikopter sağladılar ve bizimle birlikte bölgeye uçtular. Felaketin sonuçlarını ilk izleyenler arasındaydık. Sanki bin tane atom bombası aynı anda atılmış gibiydi. Korkunç yıkımı ve ölü bedenlerin kokusunu asla unutamayacağım. Bu korkunç felakette pek çok Amerikan gazetesinin yalnızca küçük birkaç sütununda ve akşam haberlerinin yalnızca bir kaç dakikasında yer ayrıldı.

    Abraham Lincoln bir zamanlar şöyle demişti: Başka bir insanın sırtına inen kırbacı hissedemeyen adam için üzülüyorum.’ Dünyanın çoğu, insanlığın yoksulluk ve sıkıntısına karşı nasır tutmuş bir kayıtsızlık içinde. Bu, pek çok kişinin yeniden yeniden doğmamış olduğu gerçeği ile yakından ilişkili bir durum. İnsanların yürekleri Tanrı sevgisiyle dolu değil.

    Pek çok kişi, toplumsal müjdeden, sanki kurtuluş müjdesinden ayrıymış gibi söz etmekte. Gerçek, yalnızca bir müjde olduğudur. Tanrı sevgisi, yansıyan bir güneş ışını gibi, yayılmadan önce parlar. Yüreklerimiz, Kutsal Ruh tarafından Tanrı şefkatinin sıcaklığını almaya ve yansıtmaya koşullandırılmadıkça, diğer insanları gerektiği gibi sevemeyiz.

    İsa, bir arkadaşının mezarına giderken şefkat gözyaşları döküp ağlamıştı. Kudüs’ün kendisi için de gözyaşı dökmüştü, çünkü Kudüs bir kent olarak ruha ilişkin konuları takdir edememişti. O’nun büyük yüreği, başkalarının gereksinimlerine duyarlıydı. İnsanların birbirlerine olan sevgilerinin önemini vurgulamak için eski bir buyruğu tekrarladı.

    ‘Rab’bin olan Tanrı’yı tüm yüreğinle… Ve komşunu kendin gibi seveceksin’ (Luka 10:27).

    Assis’li St. Francis, duasında mutluluğun sırrını keşfetmişti:


    ‘Yüce Tanrım, bana avutulmaktan çok avutmayı, sevilmekten çok sevmeyi bağışla, çünkü verdiğimde alır, bağışladığımda bağışlanır, öldüğümde sonsuz yaşama doğarım.’

    Bu kuşak hoyrat ve çok katı. Bir gün küçük bir oğlanın, kabalığıyla övündüğünü işittim. ‘Yaşadığım sokakta ne kadar uzağa giderseniz, oturan insanlar o kadar kabalaşır ve ben en sondaki evde oturuyorum.’ Kendimiz için döktüğümüz gözyaşları, zayıflık gözyaşlarıdır. Ancak başkaları için dökülen sevgi gözyaşları, bir güç belirtisidir. ‘Hata yapmış birisi için ağlamadıkça ve düşmüşü kaldırmadıkça’ gerektiği kadar duyarlı sayılmam. Ve başkalarının üzüntü, sıkıntı ve felaketlerini sevecenlikle paylaşmanın değerini öğrenmedikçe, gerçek mutluluğu tanıyamam.

    Can Sancısının Yası

    Avunma sağlayan dördüncü yas türü, ‘can sancısı yası’ dır. Üstü örtülü bir anlam taşıyor gibi görünse de çok yararlı ve gerçek bir yas türüdür. Kutsal Kitap: ‘Sion sancı çeker çekmez, çocuklarını dünyaya getirdi’ der (İşaya 66:8). Bugün ‘ can sancısı’ ifadesini, bir kuşak önceki ruhsal babalarımızın kullandığı kadar sık kullanmıyoruz. ‘Sancı’nın anlamı, zahmetli iş, acı veren çaba, doğum ağrısıdır. ‘Can sancısı’nın anlamı, zahmetli iş, acı veren çaba, doğum ağrısı’dır. ‘Can sancısı’, başkalarının dışarıdan göreceği bir çaba olmayıp, canlarının gizli girintilerinde oluştuğu için acı veren bir ruhsal çaba anlamına gelmektedir. Ruh’tan doğmamış bir dünya için, Mesih inanlısının yüreğinden yükselen sürekli bir dua akışını belirtir. Hiçbir şekilde aldanmayalım: Bu can sancısı türü, zor ve pahalıdır, çünkü Canlarımızın Düşma nı Şeytan’a karşı ruhsal bir savaş içindeyiz. Kutsal Kitap, ‘sürekli dua etmemizi’ söyler (1.Selanikliler 5:17).


    Tanrı, mücadelemizde yıllarca mucizevi bir biçimde çalıştı. Binlerce erkek ve kadın, Mesih’i yaşamlarına aldılar. Bu insanların Mesih’e gelmeleri, bir insanın Mesih’e gelmeleri, bir insanın ya da grubun çabalarının sonucu değildi, dünyadaki pek çok kişinin sürekli dualarının ürünüydü. Tanrı: ‘Halkım… dua ederse… göklerden işiteceğim’ der (2.Sayılar 7:14).


    Pentikost gününde topluluğa üç bin kişi katılmadan önce, öğrenciler elli gün boyunca dua etmiş, oruç tutmuş ve can sancısı çekmişlerdi.


    John Knox, canını yakıp tüketen bir kaygıyla ülkesi için şöyle dua etmişti: ‘Bana İskoçya’yı ver, yoksa ölürüm’. Bu içten isteği, ülkesinde ruhsal yeniden doğuşla ödüllendirilmişti. Bu, Tanrı Ruhu’nun aşıladığı, başkalarına duyulan derin ruhsal ilginin bir görünümü olup ‘Ruh’ta dua etmek’ ifadesiyle açıklanır.

    Kutsal Kitap: ‘Çünkü nasıl dua etmemiz gerektiğini bilmeyiz. Ama Ruh, sözde anlatılamaz iniltilerle bizim için Tanrı’ya yalvarır’ (Romalılar 8:26) demektedir.


    ‘Ruh’ta edilen dua’ müjdenin iyileştiren, yardım eden gücünü kişilere taşımak için okyanusların bir ucundan diğerine uzanır, yakıcı çölleri geçer, dağları aşar ve vahşi ormanların içine girer. Yaşamlarında bu yas türünü, bu ilgi kalitesini üreten, Tanrı’nın Ruhu’nun varlığıdır. ‘Ruh’un kendisi aracılık eder’ ifadesi, bizler aracılığıyla yalvaran, dua eden ve yas tutanın aslında Tanrı olduğunu belirtir. Böylece Tanrı ile ortak çalışan kişiler haline geliriz. Tanrı, yaşamlarımızı bencilliğin alçak düzeyinden, yaratıcılığın yüksek düzeyine kaldırır. John Knox dua ederken sancılar çekti ve İskoçya Kilisesi, yeni yaşamla büyüdü. John Wesley’in dualarındaki sancılar, Metodist akımının doğumuna temel oldu. Martin Luther’in sancıları, Protestan topluluğunun kuruluşu ile sonuçlanan inanç devrimini harekete geçirdi.


    Tanrı, çocuklarının kaybolmuş bir dünya ile ilgilenmelerini ve yük taşımalarını arzular. Eğer ‘Ruh’ta dua ederek’ dünyaya bir barış dönemi gelebilir ve kötülüğün ordularını geri püskürtebilir.

    ‘Sion sancı çeker çekmez, çocuklarını dünyaya getirdi’ (İşaya 66:8).

3 yazı görüntüleniyor - 1 ile 3 arası (toplam 3)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.