Türkiye’de bir Hıristiyanofobi var mı?

  • Bu konu 3 izleyen ve 2 yanıt içeriyor.
3 yazı görüntüleniyor - 1 ile 3 arası (toplam 3)
  • Yazar
    Yazılar
  • #25095
    Anonim
    Pasif

    Türkiye’de bir Hıristiyanofobi var mı?

    Reel sosyalizmin çöküşünü izleyen dönem, çatışmacı bir dünyanın yerini daha barışçıl bir dünyanın alacağı yönündeki fikirleri de beraberinde getirmişti.

    Ama bu uzun sürmedi. ABD’nin başını çektiği hegemonik bir dünya düzeninin bir tehdit algılaması olmadan yaşayamayacağı, bu nedenle yeni tehdit unsurlarına ihtiyaç duyulacağı yönündeki kaygılı değerlendirmeler de aynı anda gündemimize girdi.

    Fukuyama’nın Batı’nın eşsizliği ve Huntington’ın medeniyetlerin çatışacağı beklentileri ile düşünsel temelleri atılan fikirler 11 Eylül ile egemen bir söylem haline geldi. Kurtarıcılar yine aynıydı, ama yeni tehdit artık İslam ya da radikal İslam’dı. 11 Eylül sonrasındaki güncel olaylar artık yeni tehdit algısını her geçen gün daha da destekler nitelikte. 11 Eylül ‘den sonra Papa’nın Almanya’daki konuşması, Danimarka’daki karikatür krizi, Hollanda’daki olaylarla Batı’nın yeni gündemi İslamophobia (İslam karşıtlığı ya da İslam korkusu). İslamophobia, bir taraftan Müslüman toplumların Batı’nın dininden, kültüründen, yaşamından nefret ettiğine dair algıyı güçlendirirken, diğer taraftan bu korku Batılı ülkelerin İslam ülkelerine yönelik saldırgan politikalarının da meşrulaştırılmasına hizmet ediyordu.
    Son yıllarda Batı’da yapılan bazı araştırmalarda, Müslüman toplumlarda yaygın bir Batı karşıtlığının mevcut olduğu “bulgusuna” ulaşılmaktadır. Ancak bu araştırmalarda sözü edilen “Batı” yeterince somutlaştırılmamakta, onun kültürel, dinî, siyasi ve diğer boyutları birbirinden ayrılmamaktadır. Oysa Türkiye’de topluma ilişkin yüzeysel bir gözlem bile, bütünsel ve homojen bir “Batı”nın zihinlerde mevcut olmadığını ortaya koymaktadır. Acaba İslam dünyasında gerçekten bir Batı düşmanlığı var mı? Kendisine tepki duyulan “Batı” neyi ifade etmektedir? Avrupa ve Kuzey Amerika’daki İslam karşıtlığına benzer bir biçimde Türkiye’de de bir Hıristiyanlık karşıtlığından bahsedilebilir mi? Sokaktaki vatandaş Hıristiyanlık ve Hıristiyanlar hakkında ne düşünmektedir? Batı’daki kamuoyu araştırmalarında, “en istenmeyen komşular” olarak Müslümanlar, eşcinseller ve ateistler sıralanırken Türkiye’de Hıristiyan bir komşu nasıl algılanmaktadır? Batı, Hıristiyan bir medeniyet midir?

    Bekir Berat Özipek ve İbrahim Kalın ile birlikte gerçekleştirdiğimiz, “Türkiye’de Toplumun Batı Algısı” (Seta Yayınları: 2008) adlı çalışmada bu sorulara cevap aradık. Türkiye’nin 10 değişik ilinde yapılan ve sıradan insanlardan oluşan 90’ı aşan katılımcı ile derinliğine mülakatlar yöntemi ile gerçekleştirilen çalışmada, son zamanlarda Batı’da belirginleşen yargıları Türkiye’den hareketle sorgulamaya çalıştık.
    Batı’nın genel, kültürel, dinsel ve siyasal olarak nasıl algılandığını araştıran raporun ikinci bölümü, Türkiye’de toplumun Hıristiyanlık algısını konu almaktadır. Türkiye’de Hıristiyanlığa veya Hıristiyanlara karşı bazı çevrelerin ileri sürdüğünün aksine bir nefret olmadığını göstermesi bakımından bu bölümdeki bulguları okuyucuyla paylaşmak önemli olabilir.

    Sizin için Hıristiyanlığın anlamı nedir?

    Araştırmanın bu bölümünde katılımcılara sorulan ilk soru “Hıristiyanlığın sizin için anlamı nedir?” sorusu idi. Bu soruya verilen yanıtlar üç kategoride toplanabilir.

    Hıristiyanlık: ‘Semavi dinlerden birisi’, ‘Hz. İsa’nın dini’

    Katılımcılar arasında en yaygın yaklaşım, Hıristiyanlığın “semavi dinlerden birisi”, “Hz. İsa’nın dini”, “dört büyük kitaplı dinlerden birisi”, “İncil’e inananların dini”, “hak dinlerden birisi”, “üç önemli, büyük, en çok inananı olan dinden biri” olduğu gibi pozitif ifadelerle dile getirilen ve bu ifadelerden de anlaşılabileceği gibi, belirli ölçülerde kutsallık ve saygınlık içeren bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım sahipleri, katılımcılar arasındaki en yaygın grubu oluşturmaktadır. Diyarbakır’da yaşayan 26 yaşındaki bir bayan öğretmen için Hıristiyanlık, “Diğer dinler gibi bir dindir. Hz. İsa’ya ve İncil’e inanan, Hz. İsa’yı diğer peygamberlerden üstün görüp inanan kişilerin takip ettiği inançtır”. İzmir’de yaşayan ve özel sektörde çalışan 35 yaşındaki Fikriye Hanım için ise “Hıristiyanlık, Hz. İsa’ya ve İncil’e inananların oluşturdukları bir toplumdur. Hak dinlerinden birisi olarak sayılmaktadır”. Ankara’da taksicilik yapan ve Alevi olduğunu belirten Hüseyin Bey ise aynı soruya doğruya giden yolların farklı olabileceğini belirterek yanıt veriyor.

    Hıristiyanlık: ‘Farklı bir din’

    Hıristiyanlığın katılımcılara ifade ettiği anlamlar açısından dile getirilen ikinci yaklaşımda ise Hıristiyanlık, “farklı bir din”, “yabancıların dini”, “Batı ülkelerinin sahip olduğu din”, “hiçbir şey” gibi ifadelerle daha çok nesnel, tarafsız, nötr ifadelerle belirginleşmektedir. Bu algı biçiminde katılımcılar, genellikle yargı belirten ifadeler kullanmamaktadırlar. Örneğin Diyarbakırlı 28 yaşındaki işsiz Ahmet Bey, Hıristiyanlığın “kendi dininden farklı bir din” olduğunu belirtmekle yetinirken, Bursa’dan lise mezunu işçi Ender Bey aynı soruya “Bir din, yabancıların dini, bizim her gün onların ise sadece pazar günü ibadet ettiği bir din, İsa-Baba ve kutsal haç etrafında dönen bir din” şeklinde yanıt vermektedir.

    Hıristiyanlık: ‘Tahrif edilmiş bir din’

    Dile getirilen üçüncü yaklaşım, Hıristiyanlığın “tahrif edilmiş bir din” olduğudur. Bu yaklaşımda genellikle Hıristiyanlığın doğuşu itibarıyla hak bir din olduğu, ama zamanla bozulduğu, değiştirildiği vurgulanmaktadır. İstanbul’dan müzik market çalışanı, üniversite mezunu 29 yaşındaki Köksal Bey ve 26 yaşındaki ortaokul mezunu inşaat işçisi Selahaddin Bey, Hıristiyanlığın “İslamiyet’ten önce geldiğine”, “Kur’an-ı Kerim’de belirtildiğine”, “ama geçirdiği değişimler sonucunda özünü kaybettiğine” işaret ediyorlar.

    Özetlemek gerekirse, Hıristiyanlığa ilişkin ortaya konan yaklaşımların ilkinde, Hıristiyanlık için, İslam için olduğu gibi belirli ölçüde kutsallık içeren ve saygılı bir dil kullanılmaktadır. İkinci yaklaşımda ise nötr sayılabilecek bir dille “farklı bir din” tanımı yapılmaktadır. Önceki ikisine göre daha az dile getirilen üçüncü yaklaşımda ise Hıristiyanlığın “değiştirildiğine”, “birden fazla İncil bulunduğuna” vurgu yapılmaktadır. Her üç yaklaşımda da Hıristiyanlığa ilişkin negatif ya da kötüleyici bir dilin kullanılmaması dikkat çekicidir.

    Hıristiyan bir komşunuz olsa…

    Genel Hıristiyanlık algısından sonra, katılımcılara kendilerini, ailelerini ve çevrelerini daha yakından ilgilendiren somut sorular soruldu.

    Hıristiyan bir komşularının olmasını nasıl karşıladıkları, çevrelerinde bir kilise bulunmasından ve Hıristiyan komşularının ibadetleri için bu kiliseye gitmelerinden rahatsız olup olmadıkları araştırıldı. Daha somut düzeydeki bu sorulardan elde edilen bulgular, Hıristiyanlık algısına ilişkin bulgularla örtüşmektedir. Katılımcıların büyük çoğunluğu değişik nedenlerle Hıristiyan bir komşularının olmasından, mahallelerinde bir kilise bulunmasından ve Hıristiyanların bu kiliseye devam etmelerinden rahatsızlık duymamaktadırlar. Bu soru bağlamında öncelikle dile getirilmesi gereken, 90’ı aşkın katılımcı içerisinde, Hıristiyan bir komşudan ve kiliseden rahatsızlık duyacağını açıklıkla belirtenlerin sayısının sadece beş katılımcı ile sınırlı kalmasıdır. Bu katılımcılar, kendileri için değil, ama “çocuklarına kötü örnek olacağı” gerekçesi ile Hıristiyan komşu tercih etmediklerini belirtmişlerdir. Batı’daki kamuoyu araştırmalarında Müslümanlar en istenmeyen komşular arasında görülürken, bu çalışmada Hıristiyan bir komşuya kategorik olarak karşı çıkanların son derece sınırlı kalması oldukça önemli ve dikkat çekici bir bulgudur.

    DOÇ. DR. KUDRET BÜLBÜL

    21.05.2008

    Zaman Gazetesi

    #31191
    Anonim
    Pasif



    Güzel bir araştırma ancak Türkiye’de imanlı olarak Mesih’te yaşamını devam ettiren kardeşlerin hiç yabancı olmadıkları konular bunlar yine de İsa Mesih’e iman etmeyen hıristiyanlık hakkında birşey bilmeyen kişiler için iyi bir çalışma olmuş. Türkiye’de hıristiyan olarak yaşam sürdürmenin zor olduğunu zaten bu sitedeki yazıları takip eden ya da benim gibi Mesih’e iman eden kardeşler bilirler. Peki nedir bu zorluklar? Acaba neden toplumun büyük bir kısmı hıristiyan olan kişileri daha doğrusu İslam dini kendisine empoze edilmiş kişilerin Mesih’i seçmesini yanlış ve sapkınlık olarak nitelerler?

    Ben İsa’ya iman etmeden önce dini bir okuldan mezun olmama rağmen hıristiyanlık hakkında tek bildiğim kulaktan dolma olan şeylerdi okullarda bu konularda teolojik olarak detaylı bilgiler verilmediğini de hepimiz biliyoruz, İncil okumaya başladığımda ise konunun hiç de benim bildiğim gibi olmadığını ve Tanrı’nın planını anlamaya başladım ancak (hamdolsun) iman ettikten sonra başta ailem olmak üzere yakın çevrem tarafından yargılanmaya başlandım, islami bir okul bitiren kişinin böyle bir hataya nasıl düştüğünü sorgulayıp daha doğrusu yargılayıp durdu herkes.

    Hıristiyanlık hakkında genel olan düşünceler vardır, değiştirildiği, islam ile geçersiz kılındığı vs. gibi bunları da hepimiz biliyoruz. Türkiye’de misyonerlere daha doğrusu yabancı olan misyonerlere kötü gözle bakıldığını bu insanların ülkeyi bölmeye, gençleri dinlerinden uzaklaştırmaya dahası gençleri para ve kadın yoluyla kandırmayı çalıştıklarına kadar türlü çamurlar atılıyor ülkemizde, okuma yazma oranı çok düşük olmayan ancak okuma alışkanlığı da bir o kadar az olan Türkiye’li yurttaşlarımız da kulaktan dolma olan bu bilgilerin doğruluğuna inanıyorlar. Dışarıdan bakıldığı zaman Türkiye’de aşağı yukarı 3000 imanlı olması ancak hemen hemen bu sayı kadar müjdelemeye gelmiş olan yabancı olması kiliselerin yapısını bilmeyen ve kulaktan dolma bu düşüncelere sahip olan bu insanlar açısından destekleyici bir durum gibi görünüyor.

    Dahası ortak olan tarafları hıristiyan dinine mensup olmak olan birçok ülkeyle tarihte defalarca savaşmış ve büyük kayıplar vermiş olan Türk halkının aklında bu kez haçlı seferleri ile değil de dinsel yıpratma ile bir savaş yapıldığı görüşü yer etmiş durumda. Öte yandan batıdaki toplumların büyük çoğunluğunun hıristiyan!? olmasına rağmen aile yapılarının bozuk olması ve islamiyette yasaklanmış (birçoğu İncil tarafından da yasaklanmıştır) olan bazı kötü durumların bu toplumlarda yaygın olması da Türk halkının hıristiyanlığa bakışını değiştiriyor elbette. Henüz 2 yıldır Mesih inanlısı olmama rağmen ben dahil Türkiye’de yapılan misyonerlik faaliyetlerinin baştan aşağı gözden geçirilmesi taraftarıyım çünkü bir bilim adamının da söylediği gibi “Önyargıları kırmak atomu parçalamaktan çok daha zordur”. Bu bağlamda Türk halkının kafasında yer etmiş ancak doğruluk payı olmayan bu görüşlerin çürütülmesi aslında öyle olmadığının gösterilmesi için Türkiye’de yapılan müjdeleme faaliyetleri Türkiye’ye uygun hale getirilmelidir.

    Ben özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Yahudiler’i kazanmak için Yahudiler’e Yahudi gibi davrandım. Kendim Kutsal Yasa’nın denetimi altında olmadığım halde, Yasa altında olanları kazanmak için onlara Yasa altındaymışım gibi davrandım. Tanrı’nın Yasası’na sahip olmayan biri değilim, Mesih’in Yasası altındayım. Buna karşın, Yasa’ya sahip olmayanları kazanmak için Yasa’ya sahip değilmişim gibi davrandım. Güçsüzleri kazanmak için onlarla güçsüz oldum. Ne yapıp yapıp bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum. Bunların hepsini Müjde’de payım olsun diye, Müjde uğruna yapıyorum. Koşu alanında yarışanların hepsi koştuğu halde ödülü bir kişinin kazandığını bilmiyor musunuz? Öyle koşun ki ödülü kazanasınız. Yarışa katılan herkes kendini her yönden denetler. Böyleleri bunu çürüyüp gidecek bir defne tacı kazanmak için yaparlar. Bizse hiç çürümeyecek bir taç için yapıyoruz. Bunun içindir ki, amaçsızca koşan biri gibi koşmuyorum. Yumruğumu havayı döver gibi boşa atmıyorum.” 1. Korintliler 9:19-26

    Pavlus’un Korintliler’e yazdığı bu mektuptan da anlaşılacağı üzere hangi toplumda müjdeleniyorsa ilk önce o toplumun düşünce yapısı iyice analiz edilmeli ve buna göre birşeyler yapılmaya başlanmalıdır elbette Türkiye’de müjdeleyen kardeşleri yargılıyor değilim ancak çalışmaların eksik ve bazılarının yanlış olduğundan bahsediyorum. Örnek olarak bizzat şahit olduğum cuma namazı çıkışında cami önünde ilahi söyleyip incil dağıtmaya çalışan yabancı bir topluluğu verebilirim bu davranış neresinden bakarsanız saçmalığın ta kendisidir ve bu duruma acilen müdahale edilmesi gereklidir. Zaten 100 yılı aşkın süredir süren müjdeleme faaliyetlerinin sonucunun aşağı yukarı 3000 imanlı ve sorunlu kilise yapıları olması da bu görüşümü destekler niteliktedir.

    Türk toplumunun müjdeleyen ve Türk insanının inandığı herşeyin boş olduğunu öğreten bir öğretişe tahammülü çok fazla olmadığı gibi yüzyıllar boyunca din adı altında binlerce insanı katleden yabancı toplumların torunlarına hiç tahammülü yoktur, Türkiye’de kiliselerde Türkiye vatandaşı olan kardeşlere gerekli olan incil eğitimi verilmeli ve Türkiye vatandaşı liderlerin yaygınlaşması sağlanmalıdır. Aslında müjdeleme faaliyetlerindeki sorunlar bununla sınırlı değildir ancak bu konu başlı başına bir problemdir.

    Türkiye halkının kafasındaki hıristiyan düşüncesi şu veya budur deyip buna hiçbir şekilde müdahale etmemek ya da yanlış müdahale etmek bu konuyu çözmez konunun özünün araştırılıp buna göre Rab’in bizlere öğrettiği biçimde davranmak gereklidir.

    Hiç kimse Türkiye’de bu kadar az imanlı olmasının nedeninin “Tanrı istemediği için” dir gibi bir gafta bulunmasın zira bu söz müjdeye ters düşmektedir.

    “1.Timoteos 2,4 O bütün insanların kurtulup gerçeğin bilincine erişmesini ister.”

    Rab’in Türkiye’de büyük ve şaşılası işlerini göreceğimizden kuşkum yok ancak biz imanlılara düşen görev ve sorumluluklar da vardır. “Tanrı yapacak”, “Rab iyidir bunları halledecek” gibi sözlerle insanları teselli etmek ya da kendi başarısızlıklarını Tanrı’nın isteğine bağlamak ancak Tanrı’nın sözünü iyi bilmeyen ya da anlamamış olan insanların söyleyebileceği sözlerden sadece bir kaçıdır.

    Mesih tüm yerde ve gökte bütün yetkinin sahibidir ve yeryüzünde yetkiyi kiliseye (inanlılar topluluğuna) vermiştir. Bu yolda mücadele etmeyip iyileştirmeye çalışmayan herkes Mesih’in yetkisini küçük görmüş olur. Bu yetki ve ruhsal armağanlar henüz bizdeyken kullanmamız gerekir.

    “1.Timoteos 4,14 Peygamberlik sözüyle, ihtiyarlar kurulunun ellerini senin üzerine koymasıyla sana verilen ve hâlâ sende olan ruhsal armağanı ihmal etme.”

    Bu İsa Mesih’e iman eden herkesin (sadece önderlerin değil herkesin) başlıca sorumluluklarındandır.

    Rab’in esenliği ve bereketi siz Tanrı çocukları ile birlikte olsun…

    Gaziantep diriliş kilisesi

    http://www.diriliskilisesi.com

    Bilal

    #31201
    Anonim
    Pasif

    Değerli kardeşim,
    Müjdelemeyle ilgili sorunlara aynen katılıyorum. Çok üzülerek söylüyorum ki, yapılan hatalardan dolayı misyoner imajından geçtim, insanların hayatlarının mahvolduğuna tanık oldum. Ki biliyorsun bu konuyu sana daha önce anlatmıştım. Bu sorunlar zaman içinde tıpkı sen gibi genç Hristiyan Türk kardeşlerimin gönüllü hizmetleriyle çözülecek.
    Esenlikler dilerim…

3 yazı görüntüleniyor - 1 ile 3 arası (toplam 3)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.