Türkiye, AB Katılım Müzakereleri Başladığından Beri Din Özgürlüğü Konusunda İlerleme Kaydetmedi

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #23958
    klaus
    Anahtar yönetici

    BERLİN, 07/08(BYE)

    Tirajı günde 370 bin 800 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung’un

    7 Ağustos 2006 tarihli sayısında, Majid Sattar imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Ankara çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

    –Türkiye, AB Katılım Müzakereleri Başladığından Beri Din Özgürlüğü Konusunda İlerleme Kaydetmedi —

    Mehmet Elkatmış, Türkiye’nin AB’ye ehil olduğunu göstermek istediğinde, tarihin derinlerine uzanıyor. CDU Genel Sekreteri Pofalla başkanlığındaki Alman heyetini kabul eden Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, elindeki kağıdı öfkeyle kaldırarak, II. Sultan Mehmet’in yüzyıllar öncesinden bir hoşgörü fermanı çıkardığını ve bu fermanın içeriğini elindeki belgenin yansıttığını söylüyor. İki milimetrelik beyaz sakalı ve gümüş yüzüğüyle muhafazakar bir Müslüman olduğu anlaşılan, ancak Ankara’da İslamcı diye tanımlanan Hükümet Partisi AKP’nin temsilcisi, “Din özgürlüğü bizim genlerimizde var” diye konuşuyor. Elkatmış, ister muhafazakar Müslüman, isterse Kemalist eğilimli olsun, Türklerin çoğunun paylaştığı ülkedeki tabloyu çiziyor: Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası olan hoşgörünün, Avrupa yolunda bu ülkeye gerçekten öğretilmesi gerekmiyor.

    En başta 71 milyon vatandaşın yüzde 1.4’ünü oluşturan Hristiyan azınlık olmak üzere, farklı görüşte olanların sayısı çok az. Ermeni Havari Kilisesi’nin 65 bin üyesi var. Yunan- Ortodoks inancına sahip iki bin kişi olduğu söyleniyor. 13 bin Süryani-Ortodoks, Ermeni ve Süryani Katoliğin yanı sıra, öncelikle Amerikan Evangelist misyonerler tarafından din değiştirmeleri sağlanan belirsiz sayıda Protestan bulunuyor. Onlara göre Türkiye, AB ile katılım müzakereleri başladığından beri birçok alanda büyük ilerleme kaydetti. Ancak din özgürlüğü bunlar arasında bulunmuyor.

    Alman heyeti, İstanbul’un Rum-Ortodoks Kilisesinde Patrik Bartholomeos tarafından kabul ediliyor. Minyon tipli, uzun beyaz sakallı adam, Türkiye’deki Rum- Ortodoks Hristiyanların ruhani lideri. Bartholomeos ayrıca, Ortodoks dünyasının diğer patrikleri nezdinde önceliğini öne çıkaran “Ekümen Patrik” onur sıfatını taşıyor. Bu sıfat bile Ankara ile sürekli kavgaya neden oluyor.

    Hükümet, 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile tıpkı Halifelik gibi, “Ekümen Patriklik”e benzer bütün dini makamları kaldırdı. Bunun arkasında hala Ortodoksluğun eski Konstantinopolis’de bir “ikinci Vatikan” kurmak isteyebileceği korkusu yatıyor, ki bu Bartholomeos’un saçma bulduğu bir düşünce. “Bu sıfat hiç siyasi değil, onlar ekümenliği emperyalizmle karıştırıyorlar” diyor.

    Bu tür sembolik ihtilafların yanında Patrik, pratik sorunlardan da yakınıyor. Kendi kilisesinin de tıpkı diğer kilise cemaatleri gibi yasal dayanağı yok. Patrikhane ile hükümet arasında bir diyalog, hep yasal dayanağın olmadığı bir zeminde, bir lütuf gibi görünüyor. Bartholomeos, herhangi bir başvuruda bulunamıyor ve dava açamıyor. Oysa bunu yapmak için pekala haklı nedenleri var: Sürekli olarak gayrimenkulleri elinden alınıyor, son olarak yetimhane kamulaştırıldı. Hatta Ruhban Okulu daha 1971 yılında kapatıldı. Patriğin halefi bir Türk vatandaşı olmak zorunda olduğu için, bu kurumun varlığı tehlikede.

    Patrik, eskiden oldukça net eleştirilerde bulunurdu. Bugün sözlerini tartıyor. Bu, bir ikilemin dışa yansıması olabilir. Kısıtlamaları ne kadar şiddetle teşhir ederse, Avrupalı devletlere, Türkiye’yi AB’ye almamaları için o kadar çok argüman sunmuş oluyor. Ancak Bartholomeos tam da AB üyeliğinden medet umuyor. Bu yüzden, Başbakan Erdoğan yönetimindeki hükümetin, Ruhban Okulu’nu yeniden açma ve gayrimenkuller sorununa açıklık getirmesi öngörülen yeni bir Vakıflar Yasası çıkarma yönündeki vaatlerine işaret ediyor. Ancak Patrik, “yasaların çıkarılması farklı bir şey, yasalara aykırılık farklı bir şey” diyerek, reformların uygulanmasının AKP üyelerinden ziyade, hala Kemalist zihniyetteki başbakanlık bürokrasisi tarafından, Bartholomeos’un tabiriyle “derin devlet”in güçleri tarafından engellendiğini söylüyor.

    Onlar, devlet ve dini birbirinden ayırmayan, aksine İslamı neredeyse devletleştiren Türk laikliğinin koruyucuları. Türk modeli kendini, din işlerinden sorumlu makam olan “Diyanet” ile yansıtıyor. Diyanet Başkanı Ali Bardakoğlu, Pofalla’ya kendi tespitini anlatıyor. Bardakoğlu çok net bir şekilde, “Türkiye’deki Hristiyanlar ayrımcılığa maruz kalıyorlar” diyor. Pofalla, Türkiye ile sadece bilgi alışverişinin yapıldığı diyalog sürecinin artık geride kaldığı, şimdi bilimsel tartışma yapılması gerektiğini söylüyor. Yurtdışından gelen Katolik ve Protestan din adamlarının aylar boyunca çalışma izni verilmesini beklediklerini söyleyen Pofalla, ayrıca kiliselerin kurumsal din özgürlüğü hakkı olduğunu söylüyor. Bardakoğlu nazik bir tepki vererek, “Bizim imamlarımızın da Almanya’da vizeye ihtiyaçları var” diyor ve Hristiyanların da Müslümanlardan farklı muamele görmediğini söylüyor. Diyanet Başkanı bununla, Türkiye’deki İslam cemaatlerinin de bağımsız tüzel kişiliğe sahip olmadıklarını kastediyor. Sadece Diyanet tarafından yönlendirilen devlet İslamı mevcut. Bu makam, cuma hutbelerinin içeriğini olduğu kadar imam yetiştirilmesini de düzenliyor.

    Açıkça ifade etmese de sözlerinden, Avrupa’nın bu modeli, hızla İslami bir akıma dönüşebilecek kontrolsüz bir İslama tercih etmesi gerektiğinin işareti alınıyor. Ancak Alman heyeti bunu kabul etmiyor ve Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nun öngördüğü şekilde bir din özgürlüğünün de, devleti Anayasa’ya karşı mücadele eden dini gruplardan koruyan sınırlandırmalar içerdiği öne sürülüyor.

    Diyanet’teki görüşme, Pofalla’nın Türkiye gezisinde, devlet temsilcileriyle yaptığı görüşmeler arasında en tutarlısıydı. Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış sadece, Yunanistan’daki Müslümanların zor durumuna ve Türkiye’nin güneyindeki tatil beldelerindeki otellerde Hrıstiyanların ibadethaneleri olduğuna atıf yapmakla sınırlı kaldı, CDU’nun eş partisi AKP merkezine yapılan ziyaret ise özellikle hayal kırıcı oldu. Pofalla bunu “vitrin siyaseti” diye niteliyor. Ve, sultan giysileri içindeki yabancı tatilcilere yönelik “küçük bir öneri”, bir jest diye tanımlıyor. Pofalla, Şansölye Merkel’e ziyareti hakkında bilgi verecek. Angela Merkel ekimde Türkiye’ye gitmek istiyor. Genel Sekreter, AB’nin bir sonraki ilerleme raporunda “çok eleştirel notlar” olmasını bekliyor.

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.