Sonunda müslümanlar da itiraf ettiler: Bunlar hep söylenti ve yalanmiş…

  • Bu konu 2 izleyen ve 1 yanıt içeriyor.
2 yazı görüntüleniyor - 1 ile 2 arası (toplam 2)
  • Yazar
    Yazılar
  • #26998
    Armagan
    Anahtar yönetici

    SONUNDA MÜSLÜMANLAR DA İTİRAF ETTİLER: ‘BUNLAR HEP SÖYLENTİ VE YALANMIŞ…’

    MÜSLÜMAN OLDUĞU SANILAN ÜNLÜLER YANILGISI

    Neil Armstrong, Anthony Quinn, Kaptan Cousteau, Prens Charles, Goethe vb… Bir nesil onların Müslüman olduğunu zannederek büyüdü. Fakat bilgi ve belgeler onların din değiştirdiğini doğrulamıyor. Müslüman oldularmı, olmadılar mı? İşte yanıtı!

    İhtida (hidayet bulmak) efsanelerine iyi niyetle yaklaşanların yanı sıra Müslümanların Batıya karşı duyduğu aşağılık duygusunun tezahürü diyenler de var.

    Ay’a ilk ayak basan insan olan Neil Armstrong, Çağrı ve Çöl Arslanı Ömer Muhtar filmleri ile kalpleri fetheden Anthony Quinn, tek kanallı televizyon döneminde Denizlerde Hayat belgeselinden tanıdığımız Kaptan Cousteau (Kusto) ve İngiltere kraliyet ailesinden Prens Charles…

    Bu dört ünlü ismin ortak noktası senelerden beri haklarında çıkan İslamiyet’e ihtida ettiklerine dönük destansı anlatılar.

    Bu isimlere Napolyon, Geothe ve Prens Bismark gibi Batılı isimleri eklemek mümkün.

    1970 ve 1980’li yıllarda büyüyen genç nesiller sonradan İslamiyet’e giren batının ünlü isimlerinin hikayeleri ile büyüdü: Neil Armstrong Ay’a ayak bastığında ezan sesi duyar ama daha önce hiç dinlemediği için bir anlam veremez. Ancak 1982 yılında Mısır’a gittiğinde camilerden aynı sesi duyunca ‘Ben bu sesi daha önce duymuştum’ diyerek araştırır ve arkasından kelime-i şahadet getirerek Müslüman olur.

    Anthony Quinn, Çağrı filmini çevirdiğinde oynadığı rolün oturduğu sosyal zemini ve Hz. Muhammed’in (SAV) hayatını inceden inceye tetkik eder. O kadar çok etkilenir ki “Bir İslam kahramanının filmini daha çevirirsem Müslüman olabilirim” der. Arkasından Ömer Muhtar filmini çevirdikten sonra ünlü aktör Müslüman olur…

    Kaptan Cousteau, Cebel-i Tarık Boğazı’nda yaptığı bir çalışma sırasında bir yandan Atlas Okyanusu’ndan, diğer yandan Akdeniz’den gelen sıcak ve soğuk suların birbirine karışmadan, yan yana seyrettiklerini görür. Tuzluluk dereceleri birbirinden farklı olan bu suların karışmaması, fizik kurallarına aykırı bir olaydır. Dini bütün bir Hıristiyan olan Cousteau böyle bir durumun İncil’de bildirilip bildirilmediğini soruşturur; fakat böyle bir bilginin olmadığı ortaya çıkar. Bir gün Paris Tıp Fakültesi Cerrahi Kliniği Direktörü Prof. Maurice Bucaille’ya durumu bildirir. Bucaille sonradan Müslüman olmuş ünlü bir cerrah, Kur’an hakkında malumatı olan bir isimdir. Cousteau’ya Rahman Suresi’nin 19. ve 22. ayetlerini göstererek konunun Kuran-ı Kerim’de geçtiğini ifade eder: “Birbirine kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. Bu ikisi arasında birbirine karışmasına engel olan bir perde vardır.” Büyük araştırmacı bu gerçek karşısında Müslüman olur.

    Bütün bu ihtida hikayelerinin gerçeği yansıtmadığı bizzat muhatapları tarafından dile getirildi. Armstrong, Türkiye’ye geldiğinde Ay’da ezan sesi duyma ve arkasından Müslüman olma gibi hadisenin yaşanmadığını anlattı. Kaptan Cousteau, dedikodulardan çok sıkılmış olacak ki sekreteri vasıtası ile gazete ve dergilere geçtiği faksta İslam dinine geçmediğini, Hıristiyanlığı benimsediğini ve Hıristiyan mezarlığına gömülmek istediğini açıkladı. Kendisi ile görüşenlere “Kur’an’ın sıradan bir kitap olmadığını anladım” dediği ifade ediliyor. Bunun ötesinde bir ikrarı söz konusu değil.

    Kültürel farklılık olabilir

    Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Köse, Batı-Hıristiyan kültüründe yetişen birisi ile İslam kültüründe yetişen birisinin ilahi kitap algılamasının, mahiyet itibarı ile farklı olacağını işaret ederek, “İslam kültüründe yetişen birisinin Kur’an algılayışı küllidir. Oysa Cousteau gibi bir Hıristiyan için ilahi kitabın külli bir şekilde kabulü söz konusu olamaz. Onun içindir ki, bir Hıristiyan ‘İncil’in falanca ayetini kabul etmiyorum’ deyip kendisini Hıristiyan görebilir. Bu gerçek Cousteau için de böyledir” diyor.

    Anthony Quin ile alakalı ise dedikodu seviyesinde bir söylenti var. Herhangi bir yayın organında bu yönde bir açıklaması olmadığı gibi kime söylediği de belirsiz. Yani sözlü bir aktarma da yok. Ama Çağrı ve Ömer Muhtar filmini onlarca kez izlemiş insanların nazarında müteveffa Quin hâlâ Müslüman.

    Prens Charles ise, hakkında çıkan gizli Müslüman söylentilerini bilmesine rağmen yalanlama yoluna gitmedi. ‘Neden İslamı Seçiyorlar?’ ismi ile sonradan kitap halinde yayımlanan bir doktora çalışması da olan Doç. Dr. Ali Köse, bazı politik şahsiyetlerin gizli Müslüman bilinmekten rahatsız olmadığını; hatta bu yöndeki dedikoduların yayılmasını isteyebileklerini söylüyor: “Birinci Körfez Savaşı (1991) sırasında, Prens Charles’in İslam ve Batı başlıklı bir konferansına katılmıştım. İslamiyet hakkında kulağa hoş gelen çok önemli sözler sarf etti. Hemen ardından Arap basınında Prens Charles’in gizli Müslümanlığı yönünde haberler yer aldı. Bir hafta sonra Charles İngiltere’nin silah satmasında arabuluculuk yapmak amacı ile Arap ülkelerine gitti. 20 milyar dolarlık silah anlaşmasını yapıp geri döndü. Arap liderleri sözlerin ve çıkan haberlerin tesiri ile onu Müslüman gibi karşıladı. Aynı yaklaşım İngiliz casus Lawrence’a da yapıldı ve Araplar bu kişiyi imam yapıp arkalarında namaz kıldı” diyor.

    Prof. Dr. Suat Yıldırım bu konuya farklı yaklaşıyor. Prens Charles’in Müslümanlığı yönündeki haberlerde yanlışlık olabileceğini kabul etmekle birlikte katıldığı bir konferansta İslam ve peygamberimiz hakkında çok övücü sözler söylediğini, kadın hakları konusunda Batının bugün ancak geldiği seviyeyi Hz. Muhammed’in (SAV) 14 asır evvel getirdiğini ifade ettiğini, bu sözleri insanlara duyurmanın zarardan ziyade fayda sağlayacağını düşünüyor. Komplocu yaklaşımlara gitmeye gerek olmadığını savunan Yıldırım, “Devlet adamları bazı politik hesaplarla Müslümanların gözüne hoş görünmek maksadı ile bu tür övücü beyanatlar verebilir. Bu yaklaşımın doğruluk payı da var; ama yine de açıktan dillendirmemek gerekir” diyor.

    Batı’da devlet adamı, sanatçı, ilim ve fikir adamlarının İslamiyet’e girmesine ya da İslam hakkında olumlu ifadelerine büyük önem vermenin tarihçesi aslında bu yüzyılın başına kadar gidiyor. Eşref Edip’in Sebilürreşad dergisinde yayımladığı, sonra kitap haline gelen Gayr-i Müslimler’in İslam Hakkında Övücü Sözleri isimli eseri bu alanda ilkler arasında. Eşref Edip bu derlemesinde sözlerin kaynağını belirtmiyor. Doğruluğu ve yanlışlığı ispatlanamayan bu sözler, önemli İslam alimleri tarafından da değerlendirmeye alındı ve eserlerinde yer aldı. Fakat, uydurma ihtida haberlerinin ayyuka çıktığı yıllar 1970-1980’li yıllar oldu. Müslüman kesimin sosyal hayatta yer bulmaya ve düzenli neşriyatları okumaya başladıkları bu yıllarda dergi ve gazetelerde kaynağı açıklanmayan ve sonradan yalanlanacak birçok bilgi yer aldı.

    Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, ihtida efsanelerini İbn-i Haldun’un “Mağluplar galipleri taklit eder” sözü ile izah etmeyi tercih ediyor. Gürdoğan’a göre Osmanlı Batı’ya yenik düştüğü için son dönem Osmanlı aydını ve Türkiye Cumhuriyeti kendisini yükseltecek her şeyi Batı’da aradı. İstisnalar hariç bunu kendi kültürünü tamamen reddederek yapmaya çalıştı. Bu psikolojinin bir etkisi ile olsa gerek Müslümanlar da İslam’ın doğrulanmasını Batıda aradı. Bu tür doğru yanlış ihtida söylentilerinin çöküş psikolojisinden kaynaklandığını düşünen Gürdoğan, 1980’li yıllarla birlikte Müslümanların artık bu tür psikolojiyi terk etmesini gerektirecek kazanımlar olduğu kanaatinde…

    Kaptan Cousteau Somalili olsaydı?

    Ali Köse, bu tip haberlerde art niyet aramadığını, Batının Türk halkı nezdinde “karşı kaldırımdaki kadın” kabul edildiğini, dolayısıyla Doğu değerlerine oradan gelen tasdiklerin toplumu rahatlattığını söylüyor. Köse’ye göre, bu tür ihtida haberlerinin kökeninde Doğu toplumunun aşağılık kompleksi yatıyor. Bu tespit Türk aydını tarafından yeterince değerlendirilemediği için toplumun hastalığını giderici müdahaleler gecikti. Kenya, Filipinler ve herhangi bir Afrika ülkesinde bir kişinin Müslüman olmasının hiçbir gazetede haber değeri bulunmadığına; ancak Batı ülkelerinde bir kişinin Müslüman olmasının haber yapıldığına dikkat çeken Köse, “Burada aslında o kişinin Müslüman olmasından çok Batılı olması önemli. Yusuf İslam 1986 yılında Türkiye’ye geldiğinde büyük ilgi gördü. Aynı ilgiyi 2000’li yıllarda görmedi. Çünkü 1986’da onun sanatçı geçmişi, Cat Stevens çok sıcaktı. Sonra o bu tercihinde samimiyetini yıllar içinde ispatladı. Bu sebatından dolayı belki şimdi daha çok ilgi gösterilmesi gerekiyordu. Fakat toplum için onun Müslümanlığı değil Müslümanlıktan önceki hali daha önemliydi” diyor. Köse, “Cousteau bir Fransız değil de, Somalili olsaydı ona aynı ehemmiyeti gösterir, onun Müslümanlığı ile ilgilenir miydik? Önemli olan, modern bir bulgudan Kur’an’a gelmekse, İslam kültüründen yetişen ve modern ilim tahsil eden Nobel Fizik Ödülü sahibi Prof. Abdüsselam gibi değerlerimizle niçin ilgilenmiyoruz?” sorusunu ortaya atıyor.

    Belgeli araştırmalar var

    İhtida bilgilerini inceden inceye tetkik ederek belgeli bir şekilde çalışanlar da yok değil. Bunlardan biri Abdülmecid Zendani isimli Yemenli bir araştırmacı. Bizzat kendi ağızlarından videoya aldığı ihtida hikayelerini daha sonra kitaplaştırdı Zendani… Kitapta sahasında belli bir yere gelmiş birçok ilim ve fikir adamının niçin İslamiyet’i tercih ettiği ele alınıyor. Müslüman toplum üzerinde büyük etkisi olan gerçek hidayet hikayeleri meselenin bir başka boyutu… Örneğin 1970’lerin efsane pop şarkıcısı Cat Stevens (Yusuf İslam), Roger Garaudy, Muhammed Esed. Hatta Fransız sosyolog Vincent Monteil. Siyah Afrika isimli kitabı meşhur. 1980’li yılarda 80 yaşına geldiği sırada ismine Mansur ekleyerek Müslümanlığını açıktan ilan etti. Bazıları var ki Müslümanlığını açıktan ilan etmiyor; ama öyle övücü sözler söylüyor ki Müslüman olmuş gibi anlaşılabiliyor. Özellikle son yıllarda bu tür beyanatlara daha sık rastlanıyor. Prof. Dr. Suat Yıldırım’ın uydurma olanlar içinde en tehlikeli bulduğu kısım ise Eşref Edip kadar bile delil olmadan şayiaya dayanan haberler. Örneğin Anthony Quinn bu duruma bir örnek. Herhangi bir gazete ya da dergide bir demeci yok. Bir ravi söz konusu değil; ama öyle zannediliyor.

    1970-80’li yıllarda hız kazanan, 1990’ların ortalarına kadar azalan uydurma ihtida haberlerine son yıllarda hiç rastlanmıyor denebilir. Çünkü Müslüman toplum bir zamanlar gözünde büyüttüğü Batının sanıldığı kadar kutsanmış olmadığını fark ediyor. Spordan bilime her alanda rekabet edebiliyor ve bazı alanlarda öne bile çıkma başarısını gösteriyor. Artık rahatlaması için inandığı değerleri başka birisinin tasdik etmesine ihtiyaç duymamaya başladı. Yoksa çok mu iyimseriz… Belki de Batıya karşı duyduğumuz aşağılık komplekslerimiz sinsice bir yerlerde yaşıyor mu?

    MÜTERCİM YAZAR SENAİL ÖZKAN:
    GOETHE’NİN MÜSLÜMAN OLDUĞU DOĞRU DEĞİL

    Goethe’nin İslamiyet’le alakalı çok övücü sözleri var. Ama şahadet getirip Müslüman olduğu yönündeki bilgiler, kaynağı olmayan abartılı ve gerçekçilikten uzak söylentiler. Yeni tercüme ettiğim Doğu–Batı Divanı adlı eserinde Goethe bu tür iddiaları şiddetle yalanlamak için ‘Ben bu sözleri yılanın derisini bıraktığım gibi bıraktım’ der. Goethe’nin, Muhammed Gezagt (Muhteşem Muhammed) adlı şiirinin yanı sıra Zerdüştlüğü öven şiirleri de vardır. Hatta İslamiyet’ten sonra daha ziyade eski Amerikan kültürü ve Hint felsefesine yöneldi. Büyük insanların ortak bir özelliği var. Diğer kültürlere karşı fanatik takılmazlar. Mevlana da ayağını sabit bir yere basarak bütün dinlere karşı hoşgörü ile yaklaşmıştır. Goethe de bütün kültürlere karşı açık bir insandı. Tenkit etmesine rağmen Hıristiyanlık merkezinden ayrılmadan diğer kültürleri dolaşmıştır. Biz İslamiyet hakkında övücü ifadelerde bulunmuş bu isimler hakkında Müslüman olduklarını söylediğimizde maksadı aşmış ve bu şahsiyetleri gerçekliği içinde anlama imkanından da mahrum kalmış oluyoruz. Goethe, örneğin ‘Müslümanlık eğer bir ALLAH’a inanmaksa hepimiz Müslümanız’ diyor. Bu söz de uzaktan bakıldığında bir Müslüman’ın söyleyebileceği bir söz. Ama bunu şair bir anafor olarak kullanıyor, şiir sanatı yapıyor. Kuran–ı Kerim’in ve Mevlana’nın eserlerini Almanca’ya yetkin bir şekilde kazandırmış olan Frederic Nietzche de İslamiyet’e karşı olumlu bir tavır takınıyor. Ancak bu onun din değiştirdiği anlamına da gelmiyor. Ben bu tip söylentilerin çıkmasına art niyetli olarak yaklaşmıyorum. Herkes inandığı hakikati büyük insanlara tasdik ettirmek ister. Bu bir kazançtır. Bu tür maşeri vicdan, sadece Müslümanlık için değil Hıristiyanlık ve Budizm için de geçerlidir.

    Wolfgang Goethe’ye ait Doğu–Batı Divanı’nın tercümesini yaptı Goethe uzmanı.

    #36906
    Anonim
    Pasif

    Sonradan “müslüman” olmuş insanları gördüm .Açıkçası eşi müslüman olan ve onun ailesinin isteği doğrultusunda müslüman olduklarını ilan eden yabancı bayanları ama aralarında Kuran okuyanını , namaz kılanını henüz görmedim .Sanırım onları teist olarak nitelendirmek daha doğru ; kah kiliseye giden (kendi memleketlerinde gittiklerinde) kah Mevlütlere katılan insanlar bunlar .Bazen haç çekerler bazen besmele yani herşeyi yüzeysel yaşayıp derine inince gerçek şu ki hiçbir inancı gerçekten tutmuyorlar ve de araştırmamışlar .

2 yazı görüntüleniyor - 1 ile 2 arası (toplam 2)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.