SavaŞ

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #23995
    klaus
    Anahtar yönetici

    Savaş her zaman inanılmaz derecede acılar getiren, çok kötü bir olaydır. Büyük bir insan kitlesini derinden yaralayacak kadar etkin acılar, zararlar ve yıkımlar getirir. İnsanları evsiz, ailesiz bırakır. Yerinden yurdundan kopmuş başka diyarlarda yaşamak zorunda bırakılmış binlerce kişi demektir savaş; bunun yanı sıra yaşamını kaybedenlere ne demeli. Birçok suçsuz insanın hayatı kaybolup gitmiştir. Bu insanların umutları, sevinçleri, sevgileri adeta hiçe sayılmış, bazen bir hiç uğruna öldürülmüşlerdir. Allah benzeyişi olan yaratılmış bunca güzel sanat şaheseri olan insanlar nedenini bile anlamakta zorluk çektikleri çatışmalar, anlaşmazlıklar, çekişmeler yüzünden yaşamlarını kaybetmişlerdir. Bu kadar acı olan savaş aynı zamanda bazen bir soluk kadar insanlığa yakın olmuş adeta insanlığın ensesinden ayrılmamıştır. Allah’ın yarattığı insan çoğu zaman Allah’a bakmadığı, O’nun sevgisini tatmadığı için kendi egosunun esiri olarak ırkçılığa dönüşmüş milliyetçilikler, nedensiz sen ben kavgaları, bir karış toprak için binlerce insanı felakete sürüklemek, öç almak, kendi politikasını kanıtlamak gibi daha bir yığın bazen sudan sayılacak sebepler yüzünden insanlığı savaşa sürüklemiştir. Böylesine kötü ama kötü olmakla birlikte bu kadar da insanlıkla iç içe bir kavram olan savaş karşısında, Rab Mesih İsa’da iman yaşamını sürdürmeye çalışan bir Hıristiyanın tutumu ne olmalıdır?

    Eski Antlaşma birçok savaştan söz etmektedir. Allah İsrail’e “kutsal savaş” buyrukları verdi diye bizler de “kutsal savaş” yapacak değiliz. Bugün artık dünyada hiçbir millet kendisini “kutsal millet” olarak addedemez. Ayrıca İsrail’in Eski Antlaşma döneminde anladığı şekilde de bir teokrasi[1] anlayışına sahip değildir.[2] İsrail bu tarz savaşları iki nedenden ötürü gerçekleştirmişti.

    1. KENDİNİ SAVUNMA

    Kutsal Kitap’ta bahsi geçen bütün çatışmaların kendilerini korumak gibi bir nedeni vardı.[3] Allah’ın kendilerine vaad ettiği topraklara doğru yürürlerken o bölgelerde bulunan insanlarla barış anlaşmaları yapmaları istenmişti. Bu her şeyden önce çıkabilecek savaşlara mani olmak içindi:

    “Bir şehre cenk etmek için ona yaklaştığın zaman, onu barışıklığa çağıracaksın.”

    Tes. 20:10

    2. ALLAH YARGISINDA BİR ARAÇ OLARAK

    KULLANILMAK

    Kutsal Kitab’ın geneline baktığımız zaman bazen çok azmış bir halkın yargılanması bir başka halkın onları yenmesi şeklinde olmaktadır. Kenan halkı da oldukça yoldan çıkmış bir halktı. Bu halk için Allah birçok kereler tövbe olanağı sunmuştu. Hatta İbrahim döneminde bile bu halkın yaptıklarını kınamış ve bu azgınlıklarının devamı sonucunda başlarına gelecekler konusunda onları uyarmıştı.[4] Yargı öncesi Kenanlılar defalarca uyarıldılar. En azından İsrail’lilerin Kızıl Denizi aşıp Kenan diyarına girinceye dek geçen kırk yıl süresince uyarılıp durdular. Ama bütün bu süreç içersinde bu halkta hiçbir iyileşme görülmedi. Bu insanların yaptıkları çılgınlıklar yalnız kendi halklarını değil etraftaki halkları da etkiliyor, üstüne üstlük Allah halkının bile yoldan çıkmasına neden oluyordu. Eriha kenti tehdit altında iken yalnızca tek bir kadın tövbe etmiş ve bu kadın kurtulmuştu.[5]

    Bu azgınlıklarından dönmeyenlerin yargısı vaad edilen topraklara doğru yürüyen İsraillilerin bir araç olarak kullanılması sonucunu vermiş oldu:

    “…fakat onları, Hittileri, ve Amorileri, ve Kenanlıları, Perizzileri, Hivileri ve Yebusileri, Allah’ın RABBİN sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin; ta ki, kendi ilahlarına yaptıkları bütün mekruh şeylerine göre yapmağı size öğretmesinler; yoksa Allah’ınız RABBE karşı suç edersiniz…”

    Tes. 20:1718

    Bu insanların yaptıkları azgınlıklara bir kaç örnek vermek sanırım konuyu daha da netleştirecektir. Kenanlılar kendi çocuklarını Tanrılarına sunu olarak canlı canlı yakıyorlardı.[6] Homoseksüellik had safhadaydı, dinsel uygulamalar arasında tapınak görevlileri ile cinsel ilişkilerde bulunmak gibi uygulamalar vardı, başka bir deyişle fahişelik adeta inançlarının bir parçası olmuştu.[7] Bu gibi davranışların hiçbirinden tövbe etmemişlerdi. Bu nedenle Allah bu halkların daha fazla dünya insanını yoldan çıkarıp mahva götürmesini engellemek için İsraillileri yargısı için bir araç olarak kullandı.

    Savaşın iki genel noktası vardır. Buna göre. Birinci: bir imanlı Hıristiyan kişisel anlamda kendi yaşamına yönelik saldırıyı nasıl kendisinden uzaklaştıracaktır? İkinci: günümüzde hepimiz belli devletlerin vatandaşlarıyız, yalnız başımıza yaşamıyoruz. O zaman vatandaşı olduğumuz ülkemiz savaşa girerse bizim imanlı bir Hıristiyan olarak tavrımız ne olacaktır?

    a) Kişi olarak

    Eski Antlaşma ileriye dönük olarak gelecek bir barışa bakıp durmuştur. Allah’ın Mesih İsa’da vaad ettiği ruhsal krallığın içinde savaşa yer yoktur. Mika Peygamber bu muhteşem günler hakkında şöyle bir bildirimde bulunmaktadır:

    “Ve çok kavimler arasında hükmedecek, ve uzakta olan kuvvetli milletler hakkında karar verecek; ve kılıçlarını sapan demirleri, ve mızraklarını bağcı bıçakları yapacaklar; millet millete karşı kılıç kaldırmayacak, ve artık cengi öğrenmeyecekler.”

    Mik. 4:3

    Gelecek olan Mesih, İşaya bölümünde “Barış Prensi” olarak isimlendirilmektedir.[8] Bunun gerçek bir biçimde uygulanışını Kutsal Kitab’a göre Rab İsa’nın ikinci gelişinde göreceğiz.

    Rab Mesih İsa’da yeni yaşamı bulmuş ve O’nun kanında aklanmış bir Hıristiyan hiçbir zaman savaşı seven bir kişi olamaz. Eğer bir kişi Mesih İsa’yı yüreğine almışsa her geçen gün yaşamı O’na göre değişmeye başlayacak ve her geçen gün biraz daha O’na benzeyecektir. Dolayısıyla savaş değil, “Barış Prensine” benzer bir kişi olacaktır. Rab İsa elinde kılıçla dünyaya gelmedi. O politik anlamda bir önder olarak dünyaya gelmedi. O’nun krallığı o dönemdeki Yahudi’lerin beklediği anlamda ne milliyetçi temeller üzerine oturan bir krallık ne de politik temeller üzerine oturan bir krallıktı. Allah’ın sadakati ve adaletinden akıp gelen ruhsal bir egemenliğin kralı olarak dünyaya geldi.

    Rab İsa kendisini izleyenlerin ne silah kullanmasını ne de kendini savunmasını istedi. Bunu İncil’deki örneklerden kolayca görebiliriz:

    “İsa ona, ‘Arkadaş, seni buraya getiren neyse, onu yap!’ dedi. Bunun üzerine, yaklaşıp İsa'yı yakaladılar ve tutukladılar.O zaman, İsa'yla birlikte bulunanlardan biri hemen kılıcına davrandı, baş rahibin uşağına vurduğu gibi onun kulağını kesti. İsa ona, ‘Kılıcını kınına koy!’ dedi, ‘Çünkü kılıç tutan herkes kılıçla yok olacaktır.’”

    Mat. 26:5052

    “İsa, “Benim krallığım bu dünyadan değildir” diye karşılık verdi. “Krallığım bu dünyadan olsaydı, yandaşlarım, Yahudilere teslim edilmemem için savaşırlardı. Oysa benim krallığım buradan değildir.”

    Yu. 18:36

    Mesih İsa’nın kendi müjdesine düşman olanlara karşı önerdiği tek şey sevgiydi, onları öldürmek, onlara saldırmak, onları yok etmek değil. Mesih İsa’nın buyrukları arasında en önemli buyruklarından biri başka hiçbir dinin ahlak anlayışında bulunmayan bir buyruktur:

    “Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin.”

    Mat. 5:44

    Rab Mesih İsa kendi yaşamı ile bu buyruğunun önemini bizlere göstermiş oldu. Çünkü kendi tutuklanması, yargılanması, eziyete uğraması, aşağılanması ve haça gerilmesi sırasında hiçbir şekilde karşılıkta bulunmadı, hakaret etmedi, beddua etmedi, lanet etmedi, aksine tam tersi olarak onlar için iyilikler diledi:

    “Kendisine sövüldüğü zaman sövgüyle karşılık vermedi. Acı çektiğinde kimseyi tehdit etmedi; davasını, adaletle yargılayan Allah’a bıraktı. Bizler günah karşısında ölelim ve doğruluk uğruna yaşayalım diye, günahlarımızı çarmıhta kendi bedeninde yüklendi.”

    1. Pe. 2:2324

    Hiçbir günahı yoktu, Rab’bin Hizmetçisi olarak acı çekti. Bu ifadeleri Eski Antlaşma peygamberlerinden İşaya’nın kitabında okuyoruz.[9] Rab Mesih, kendisini haça çakanların bağışlanması için bile dua ediyordu:

    “Kafatası denilen yere varınca, O'nu ve katilleri çarmıha gerdiler; biri sağda, öbürü solda. İsa, ‘Baba, onları bağışla’ dedi, ‘Çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar.’ Kura çektiler, O'nun giysilerini aralarında paylaştılar.”

    Luk. 23:3334

    Dağdaki vaazında ise Rab Mesih İsa şöyle sesleniyordu:

    “Ne mutlu barışı sağlayanlara onlara Allah oğulları denecek.”

    Mat. 5:9

    Rab İsa’ya gerçekten iman eden bir kişi hiçbir zaman başkalarını tahrik edici, kavgacı, çekişme yanlısı ya da savaş yanlısı bir kişi olamaz. Çünkü bu kişi yüreğinin kürsüsüne Rab İsa’yı bir kral olarak oturtmuş kişidir. Allah’ın diri Sözü olan Rab Mesih İsa hiçbir zaman çekişme, kavga, gürültü, savaş istememektedir. O Barış Prensi’dir. O’nu yüreklerine almış seçilmişlerinin de Barış Prensi’nin yaşamına benzeyen bir yaşam sürmeleri gerekmektedir. Zaten bunun için Allah Kutsal Ruh’u sağlamaktadır. Yoksa kişi kendi kendine bu buyrukları yerine getirme konusunda başarılı olamaz.

    Daha önceki ayetlerde gördüğümüz gibi Yeni Antlaşma’da açıklanan Allah’ın krallığında esenlik ve barış vardır. Kılıç krallığı değil, yüreklere esenlik ve barış veren bir krallıktır. Böylesine esenlikli bir ruhsal krallıkta: sabırlı bir biçimde paylaşım, alçak gönüllü bir hizmet, acı çekmek, kendini feda etmek, sürekli dua etmek, müjdeyi açıklamak gibi konulardan ibaret bir yaşam söz konusudur. Mesih’te olan bir kişinin savaşımı ancak ruhsal anlamdaki kötü güçlere karşıdır:

    “Son olarak Rab’de ve O’nun üstün gücüyle güçlenin. İblisin hilelerine karşı durabilmek için Allah’ın sağladığı bütün silahları kuşanın. Çünkü savaşımız insanlara karşı değil, yönetimlere, hükümranlıklara, bu karanlık dünyanın güçlerine, kötülüğün göksel yerlerdeki ruhsal ordularına karşıdır.”

    Ef. 6:1012

    Buna örnek olarak Mesih İsa’nın öğrencilerinin yaşamı yeterlidir. Onlar Mesih İsa ile birlikteki yaşamlarında hiç bir şekilde kavgaya ya da savaşa girişmemişlerdi. Esenlik içinde Mesih İsa’nın dizinin dibinden ayrılmaksızın Rab’bin kurtarış müjdesini ilan edip durmuşlardı. İncil yaşamı barış yaşamıdır. Tarihte saptırılmış Hıristiyan inancının yanlış davranış örneklerini görebiliriz. Kutsal Kitap böyle davranışlara ve hareketlere kesinlikle karşıdır.

    Bu noktaların altını çizerek yinelemekte çok büyük fayda vardır. Allah’ın krallığını yaymak amacıyla savaşlar çıkarmak, savaşmaya gitmek, masum insanları öldürmek, onların kanına girmek gibi vahşi yaklaşımlar Allah’ın müjdesinde yer almamaktadır. Tarihte olan ve Mesih İsa’nın adı kullanılarak yapılmaya çalışılan savaşlar tamamen yönetimlerin kendi çıkarları uğruna inancı kullanmalarıdır. Kutsal Kitab’ı bilmeyen halk yalnız yöneticilerinin dediklerine uyduklarından bu tarz savaşlar ortaya çıkmıştır. Haçlılar bunun en kötü örneğidir. Haçlıların yaptıklarının bir tanesine Kutsal Kitap ayetlerinden bir dayanak bulmak mümkün değildir. Bunun bedelini Hıristiyanlar hala çekmektedirler.

    b-) Bir ülkenin vatandaşı olarak

    Günümüzde dünyanın birçok ülkesi laik yönetimlere sahiptir ve demokratik toplumlar ortaya çıkmıştır. Böylesine modern bir dönemde bile insanlar savaştan kurtulamamışlardır. Bu hırs, bu gövde gösterisi, değişmeyen bencillik duyguları ve kıskançlıklar bir kez daha Kutsal Kitab’ın doğruluğunu kanıtlamaktadır. Çünkü insan Adem ve Havva döneminden beri isyan içindedir, yüreğinde günah vardır. Dünya ne kadar modernleşirse modernleşsin bu doğasındaki isyan, Allah kurtarışına kulak vermedikçe dinmeyecek ve bu kavgaların dövüşlerin ardı arkası kolay kolay kesilmeyecektir.

    Peki, bir Hıristiyan eğer kendi ülkesi savaşa girerse ne yapacaktır? Bu kişi askere çağrılırsa tavrı ne olması gerek? Bunlar inanç açısından önemli konular.

    Kutsal Kitap’ta On Emir’den bir tanesi “öldürmeyeceksin”[10] şeklindedir. Ya savaş anında ne olacaktır? Bir Hıristiyan öldüremeyeceğine göre kendi ülkesinin ordusundaki rolü ne olacaktır?

    Yukarıda üstüne basa basa söylediğimiz gibi savaş Şeytan’dan, kötüden, kötülükten, benlikten kaynaklanmaktadır. Ama öyle durumlarla karşılaşılmıştır ki bazen iki kötü durum içinde en az kötü olanı seçme söz konusu olabilir. Bir imanlı kişi hiçbir zaman başka birisine zarar vermek istemez ama öyle anlar olur ki, birdenbire kendisini ya da başkalarını koruma durumundan zarar vermek zorunda kalabilir.

    Bütün Rab İsa’ya iman etmiş kişiler aslında bu konularda şiddete karşı duran kişiler olmalıdırlar. Birçok Hıristiyan tam anlamı ile pasiflik taraftarıdır Bunu biraz açacak olursak şartlar ne olursa olsun savaşa katılmama, başka bir insana zarar vermeme ve öldürmeme şeklinde düşünmektedirler. Buna kendilerini savunmayı bile ekleyebiliriz. Yani kendi canına kasteden, kendisine saldıran kişiye bile herhangi bir tepkide bulunmama taraftarıdırlar.

    İlk Hıristiyanlar ilk yüzyıllarda orduda görev almak istememişlerdi. Bunun en büyük nedenlerinden biri Roma ordusunda görevli bir askerin imparatoru Allah olarak kabul etmesi zorunluluğuydu. Böyle bir putperestliği kabul etmek bir samimi Hıristiyan için söz konusu olamazdı. Diğer önemli nedeni ise o dönemin Roma ordusunda olmak demek zaman zaman halka karşı büyük eziyetlerde bulunmak, işkenceler yapmak ve öldürme gibi eylemlere katılmak demekti. Bu Mesih’in müjdesini gönenen ve yaşayan kişi için asla onaylanamayacak bir konuydu. Dolayısıyla ilk dönemdeki samimi Hıristiyanların bu konuda tamamen pasiflikten yana olması çok doğaldı. Bu pasiflik sonucunda Roma askerleri Hıristiyanlara eziyet etmeye ve hatta öldürmeye başladılar.

    Bunun yanı sıra bazı Hıristiyanlar tam anlamı ile pasifliği kabul etmemektedirler. Bu kişiler bütün yürekleriyle kavgayı, dövüşü, savaşı, zulüm ve öldürmeyi kabul etmemektedirler. Çünkü İncil’de zaten böyle bir öğreti asla yer almamaktadır. Tam olarak pasifliği kabul etmeyen Hıristiyanların görüşü, yalnızca çok zor anlarda kişinin kendini, ailesini ve vatanını koruması ya da savunma amaçlı bir tepkinin söz konusu olabileceğini söylemektedirler. Bu şekilde düşünen Hıristiyanlara göre bir asker olarak savaşta yer almaları için savaşın nedeni savunma olmalıdır. Buna “geçerli bir nedeni olan savaş” da diyebiliriz. Bunun dışında başka hiçbir şekilde insanın insana karşı savaşını, saldırısını kabul etmeleri mümkün değildir.

    Şimdi “geçerli bir nedeni olan savaş” konusuna biraz değinelim. Bir Hıristiyanın herhangi bir savaşta yer alması ancak bu üç koşulun gerçekleşmesine bağlıdır:

    i) Savaşın nedeni doğru olmalıdır: Saldırganlık değil yalnızca ülkenin savunması şeklinde olmalıdır. Haksızlığın önüne geçilmesi gerekmektedir. Bu bazı politik çıkarlar uğruna ve rüyaların gerçekleşmesi için başkalarının canına kasteden bir savaş olmamalıdır.

    Savaşı engellemek için bütün normal girişimlerin yerine getirilmiş olması gerekmektedir. Barışçı yaklaşımlar, görüşmeler yapılmış olmalıdır. Bütün bunlara rağmen karşı taraf hala saldırıyorsa ancak bu durumdaki bir savaşın nedeni geçerli olabilir. Çünkü güçlü bir ülke sırf kendi yayılmacı politikası nedeni ile bir başka ülkeye saldırıp ülkedeki insanları öldürmeye kalkışırsa, bir Hıristiyan amacı savunma olan bu savaşta yer alabilir.

    ii) Savaş kontrol altında bir savaş olmalıdır: Kısacası II Dünya Savaşı’nda olduğu gibi büyük kentleri yok edecek karşılıklı bombardımanların olmadığı bir savaş olmalıdır. Yalnızca askeri güçler arasında bir savaş olmalıdır. Sivil halkın bundan en az zarar görmesi için çaba gösterilen bir savaş olmalıdır. Sivil halkın zarar görmesinin engellenmesi çağımız için hiç zor değildir.

    Savaşın amacı saldırıları engellemek, yeniden barışı sağlamak, haksızlığa engel olmak için olmalıdır. Bu savaş esnasında savaşılan ülkenin gıda kaynaklarının da yok edilmesine çalışılmamalıdır. Önemli olan saldırıyı veya zulmü durdurmaktır. Kızgınlıkla karşı tarafın bütün kaynaklarını yok etmeye çalışmak kin ve nefretin kusulması demektir. Bunun da İncil’de yeri yoktur. Hele hele kimyasal silahlar, virüsler ve birtakım her şeye zarar verici silahların kullanıldığı savaş da tamamen haksız ve geçerli bir nedeni olmayan bir savaştır.

    iii) Savaşın sonucu önceden görülebilir, haksızlıkların engellenebileceği bir savaş olmalıdır.

    Yukarıda dediğimiz gibi savaşın gerçekten çok sınırlı bir savaş olması gerekmektedir. Savaşın sonucunda hakikaten yalnızca savunma amacı gerçekleşmeli ve mümkün olan en az zararla bu olay bitirilmelidir.

    Maalesef dünyada bu tarz savaşları bulmak da hemen hemen mümkün değildir. Çünkü nefret ve kinle hareket eden milletler adeta kendilerinin de yaratılmış olduklarını unutarak karşı tarafı tamamen yok etme çabasına girmektedirler. Böylelikle amaç savunmadan ziyade yok etmeye dönmekte, nefret ve kin tohumları adeta kan davası gibi nesillerden nesillere devam etmektedir.

    Savunma amaçlı yani “geçerli bir nedeni olacak savaş” için bu tarz düşünen imanlılar şu ayetleri hareket noktası olarak görmektedirler:

    “Herkes başta bulunan yetkililere bağımlı olsun. Çünkü Allah'tan olmayan yetki yoktur. Var olanları Allah atamıştır. Bu nedenle, yetkiye karşı direnen, Allah'ın düzenine karşı direnmiş olur. Direnenler kendilerine yaraşan yargıyı giyeceklerdir. Çünkü iyi iş yapanların yöneticilerden korkusu yoktur; kötü iş yapanlar korkarlar. Yetkili kişiden korkmamak ister misin? Öyleyse iyi iş yap, onun övgüsünü kazanırsın. Çünkü o senin yararına Allah'a hizmet etmektedir. Ama kötü iş yaparsan kork! Çünkü yetkili kişi kılıcı boş yere kuşanmaz. Kötü iş yapana gerekli yargıyı saptamak için Allah'a hizmet eder. Bu nedenle, baştaki yetkililere bağımlı olmak zorunludur; salt yargılanma korkusundan değil, vicdan bakımından da.”

    Rom. 13:15

    “Rab saygısı adına; insanlar tarafından kurulan her düzene bağımlı olun: Başta bulunan kişi olması nedeniyle devlet yöneticisine, suçluları adalet karşısına çıkarmak ve iyilik yapanları övmek için onun tarafından görevlendirilen kişiler olmaları nedeniyle valilere.”

    1. Pe. 2:1314

    Allah gerçekten ülkelerin milletlerinin huzur ve emniyet içinde oturmaları için hükümetlerin olmasını sağlamıştır. Her ne düşüncede olursa olsun idareciler kendi halklarının yararları uğruna, ülkenin düzen içinde idaresi için vardırlar. Eğer ülkemiz yönetimi böyle bir savaş tehdidi altında, vatandaşı olan bizlerden yardım talep ediyorsa, inanlının hükümete cevabı elbette ki olumlu olacaktır. Çünkü hükümetlere, yönetimlere boyun eğmek İncil’de belirgin buyruklardan biridir. İnanlı bir Hıristiyan ancak zorla putperestlik, başka ilahlara taptırılma gibi buyruklara boyun eğemez. Kutsal Kitap yönetime itaati buyurmaktadır ve inanlı bir Hıristiyan buna uymak zorundadır. Ama Kutsal Kitap öldürmeyeceksin demektedir. Yönetim şu adamı öldür derse inanlının buna pasif tepkisi olacaktır. Yönetime karşı gelemem ama yönetimlerin sahibi olan Allah insana zarar verme diye buyurdu diye yalnızca fikrini beyan edebilir. Allah buyruklarıyla çatışan emirlerde pasif kalmak zorundadır.

    Anlatmaya çalıştığımız gibi ülke savunması hiç nedensiz bir masum insanın öldürülmesi ile karıştırılmamalıdır. Ülke savunmasında insanın canı söz konusudur. Kişiye olan ani saldırılarda da yine can hatta aile fertlerinin canları söz konusu ise saldırıyı bertaraf etmeye gayret doğal, insanın yaradılışında da var olan korumaya yönelik bir davranıştır. Ama inanlı bunu ileriye götüremez. O an için durumu kurtarmışsa öldüremez, öldürmemeli karşıya zarar vermemelidir.

    Allah bütün yanlışlıkların, kötülüklerin karşılığını verecek olandır. Bazen saldırgan bir milletin cezası, saldırılan milletin savunmasıyla da verilebilir. Böylesine bir saldırı anında ülke yönetiminin askerlik görevine çağırması belki de bir kötülüğün daha da yayılmasına engel olma görevinde size de bir sorumluluk verilmesidir. Bu nedenle haklı bir ülke savunmasında yer almak milyonların hayatını kurtarmak açısından ve vatandaşı olduğumuz ülkeye karşı ve yönetime karşı sorumluluğumuzu yerine getirme açısından önemlidir.

    Ama bazı durumlarda örneğin; Hitler dönemi Almanya’sında olduğu gibi bazı savaşların amacı tamamen farklıdır. O ülkenin yayılmacı emellerinin bir sonucudur. İşte, böyle bir savaş durumunda Deitrich Bonhoeffer gibi kişiler çıkmış ve kendi ülkesinin yanlışını adeta haykırmıştır. Bu inanlı Hıristiyan gerçekleri haykırmanın bedelini kendi canı ile ödemiştir. Ama birçok inanlı haksızlığın karşısında cesur bir inanlı olarak bayrak olmuştur.

    Ülkelerin durumuna göre bazı savaşlarda inanlılar daha geri hizmetlerde yer almışlardır. Örneğin: sağlık hizmetleri gibi, gıda dağıtımı, giyecek temini, evsizlere yardım etmek gibi. Bu ülkelerin yönetimleri inanlı Hıristiyanların inançlarına saygısına göre farklılık göstermektedir.

    İnanlılar arasında savaşa ve öldürmeye tümden karşı olanlar olduğu gibi çok özel durumlarda savunma amaçlı katılma durumu söz konusu olabilir diyenler de vardır. Ama esas Hıristiyan inancı savaş, öldürme, zulüm ve işkence gibi insan yaşamını hiçe sayan, insanı küçülten bütün davranışların karşısındadır ve bunu savunmak durumundadır. Çünkü Allah sevgi Allah’ıdır ve Yeni Antlaşma bir barış krallığını müjdelemektedir. Rab İsa’nın önderliğindeki bu krallık da esenlik ve barış olmalıdır.

    Ülkemizde askerlik, vatanı koruma amaçlı vatanın bölünmez bütünlüğüne zarar gelmemesi için var olan bir kurumdur. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu güne kadar yayılmacı bir politika gütmemiş ve hiçbir zaman başka ülkelerin toprak bütünlüğüne göz dikmemiştir. Aynı şekilde kendi ülke sınırlarına ve toprak bütünlüğüne de aynı saygının gösterilmesini beklemektedir. Bu bütünlüğe göz dikecek olanların, masum insanları katletmeye kalkışacak olanların karşısına bir güç olarak çıkacaktır.

    Ülkemiz Türkiye’de yaşayan her bir samimi Hıristiyan vatandaş yukarıdaki anlamda var olan ordumuzun içinde vatandaşlık görevini yerine getirmeyi, İncil’in “altında yaşadığınız hükümetlerinize tabi olun” ilkesi doğrultusunda bir vatan borcu bilmektedir.

    SONUÇ

    Savaş konusu inanlılar arasında bir hayli tartışılan bir konudur. Allah buyruklarının barışın ardınca koşmaya sevk etmesi, öldürmeyi yasaklaması, düşmanı bile sevmeyi emretmesi inanlıları zaman zaman karşılaştıkları dünyasal sorunlarda zor durumda bırakmıştır. Askeri malzeme üreten bir fabrikada çalışmam doğru mu? Savaşı yücelten filmleri seyretmeli miyim? Çocuklarım oyuncak silahlarla oynamalı mı, oynamamalı mı? Savaş gerçekten bir trajedidir. Savaşın şakası bile olmaz. Aslında savaşı yücelten hiçbir şey kabul edilmemeli, çocukların oyunlarında bile barış hakim olmalıdır.

    Bir Hıristiyan yalnızca barış ve esenlik yolunu aramalıdır. Rab İsa barışın kendisidir. Kendisi şöyle söylemektedir:

    “Ne mutlu barışı sağlayanlara! Onlara Allah oğulları denecek.”

    Mat. 5:9

    Aynı zamanda inanlının sorumluluğu kendi ülkesi ve yönetimi için ve yöneticileri için sürekli dualarda bulunmaktır. Bu dualarda özellikle önderlerin barışı koruyucu kararlar almaları için, barışçı olmaları için dua etmeleri gerekmektedir:

    “Öyleyse her şeyden önce şunu öğütlerim: Allah'a tüm insanları içeren dilekler, dualar, içten istekler, teşekkürler sunulsun. Bunlar hükümranları ve tüm başta bulunanları da içersin.Böylece Allah sayarlığa ve saygınlığa yaraşır gürültüsüz patırtısız, sessiz sedasız bir yaşam sürelim. Kurtarıcımız Tanrı'nın önünde erdemli davranış, beğenilir tutum budur. O tüm insanların kurtulmasını ve gerçeği bilme aşamasına gelmesini ister.”

    1. Ti. 2:14

    Bir inanlı hiçbir zaman savaşı başlatan olmamalı, aksine düşmanını bile sevmeye gayret eden kişi olmalıdır:

    “Herkesle barış içinde yaşamak için elinizden geleni yapın. Ey sevgililer, hiçbir zaman öç almayın. Bırakın, Allah'ın öfkesi alsın öcünüzü. Çünkü Kutsal Kitap'ta şöyle yazılmıştır:

    “Rab, 'Öç alma hakkı benimdir,

    Karşılığını ben vereceğim buyuruyor.

    Ama 'Düşmanın acıkmışsa onu doyur, Susamışsa ona içecek ver Çünkü bunu yapmakla, onun başı üstüne Kızgın korlar yığmış olursun.”

    Rom. 12:18,20

    Altıncı emir hiçbir zaman aklımızdan çıkmamalıdır. Öldürmeyeceksin. Hiç kimsenin hayatına kast etmemek en büyük prensiplerden biridir. Ancak büyük bir kötülüğün önüne savunma yolu ile geçilecekse, can kurtulacaksa bir savunmada yer almak söz konusu olabilir. Ama bu da yine Allah’ın buyrukları kale almaksızın olabilecek bir davranış değildir.

    Barış savaştan hem daha kolay hem de sonuçları itibariyle bütün insanlık için en hayırlı şeydir. Savaş, öfkeyle kalkanın zararla oturması gibi sonuçları ile savaşı başlatan kişiyi bile şaşırtacak boyutta dünyanın en trajik olayıdır.

    Derleme

    Rev. Turgay Üçal

    Derek Malcolm

    [1] “Teokrasi” Allah’ın krallığının altındaki bir hükümet demek.

    [2] JRW Stott, Issues Facing Christians Today, s. 88.

    [3] Bu yalnızca Kenanlılar’la yaptıkları savaşta böyle olmadı. Lütfen bu paragrafın altındaki 2. bölüme bakınız.

    [4] Tek. 15:16.

    [5] Yşu. 2:1014.

    [6] Lev. 18:21.

    [7] Lev. 18:2324; 20:3.

    [8] Yşa. 9:6.

    [9] Yşa. 53:7.

    [10] Çık. 20:13; Tes. 5:17.

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.