Psişik Kabiliyetler, Zen Budizm, Astroloji

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #24892
    Anonim
    Pasif

    Psişik Kabiliyetler, Zen Budizm, Astroloji

    Eski bir astroloji araştırmacıları derneğinin üyesi Psişik Kabiliyetler, Zen Budizm, Astroloji dalındaki yolculuğunu şöyle aktarır:Yazan: Marcia Montenegro

    Ruh çağırma, meditasyon, astroloji, “daha yüce benlik” kundalini yükseltilmesi, psişik yeteneklerin geliştirilmesi, gurulara dua etmek, astral yolculuk, numeroloji, tarot kartları, ölülerle temasa geçme, büyücülerle haşir neşir olma, Muktananda, Rajneesh, Sai Baba, Maharaji takipçileri, Sufiler, işte yaşadığım yolculuğun durak noktaları.

    Peki, ne olmuştu da ben bu yola sapmıştım? Ben agnostik bir babayla, kiliseye giden bir annenin arasında büyüdüm. Annem her zaman gitmese de ben ve benim kız kardeşim her Pazar kiliseye gönderildik çünkü annem bunun doğru bir şey olduğunu düşünüyordu. Babam dış işlerinde çalıştığı için çok sık taşınıyorduk. Değişik ülkelerdeki ve Washington DC etrafındaki kiliselere gittik. Sonunda, bende din olayını ciddiye almaya başladım. Lisedeyken iyi bir insan olursam Tanrı’yı memnun ederim ve cennete giderim fikrine kapıldım. Ancak diğer dinleri merak edip bu dinlere mensup kişilerle tanışmaya başladıkça ilgim artmaya başladı. Belki de benim İsa ve Tanrı hakkında kulaktan dolma bildiğimden çok daha ötesi vardı.

    Daha derin ve daha tecrübe edilebilir bir şey istemeye başladım. Hıristiyanlık benim için vaazlar, pazar okulu ve iyi işler yapmaktan başka bir şey değildi. Ne kadar sıkıcı! Kesin benim gözden kaçırdığım bir şeyler olmalıydı! Aynı zamanda lise yıllarım esnasında uyumsuzluk sorunu yaşamaya başlamıştım. Okulda şiir yazıp evde içki içen, her hangi bir köküm olmadığı için kendimi bütünüyle farklı hisseden ve yabancılaşmaya başlayan birisi olmuştum. Ruhsal yolculuğuma lise son döneminde başladım. Ruhsal yolculuğum paranormal tecrübeler yaşamaya başladığım üniversite yıllarımda devam etti.

    İnsanların etrafındaki auraları gördüğünü iddia eden bir kız arkadaşım oldu. Kendisi ile beraber ölülerle iletişim kurduğunu iddia eden kişilerin toplandığı toplantılara gitmeye başladık. Güneşli bir Florida ikindisinde yatağımda, gözlerim kısmen kapalı ancak uyumadığım bir anda bedenimin yatağımın üzerinde süzüldüğünü hissetim. Gözlerimi açtığımda tamamen sersemlemiştim, ben tavana yakın bir yerlerde havada uçuyor ve aşağıda, yatakta yatmakta olan vücuduma bakmaktaydım. Ölmüş olduğumu düşündüm. Yaşadığım şok, beni vücuduma acı veren bir şekilde geri götürdü.

    Bu benim ilk beden dışı tecrübemdi; bu durumun ne olduğu ya da bir ismi olup olmadığı konusunda hiçbir fikrim yoktu. Bu olay hakkında hiç kimseye, hiçbir şey söylemedim. Yolculuğum 70’lerde medyumları, astrologları ziyaret etmem ve paranormal, Budizm ve Hindu inançları hakkında bir çok kitabı okumam ile devam etti. Çalıştığım binanın kafeteryasında her sabah Vedanta (Hinduizmin bir tarikatı) kitabını okuyordum. şakra renkleri ve Hindu inancındaki enerjinin yedi psişik merkezi ile yaşamım arasında bağlantılar kurmaya başladım. Bu ve diğer tecrübeler beni, doğu dünyasına ait inançlara ve paranormal yaşama aktif bir şekilde itti.

    Cevaplanmamış Sorular

    Yıllar geçtikçe yaşadığım psişik tecrübeler artmaya başladı. Astroloji hakkında eğitim aldıktan sonra bu sektörde çalışabilme ruhsatı elde edebilmek için Georgia, Atlanta’da 7 saat süren bir sınava tabi tutuldum. Bu sınavı şehir yönetimi sunmaktaydı ancak astroloji kürsüsü tarafından hazırlanmakta ve değerlendirmekteydi. Testi geçtikten sonra astroloji dalında çalışmaya başladım; sonunda astrolojiyi öğretmeye, seminerler düzenlemeye, New Age dergilerine yazılar yazmaya, benim girdiğim sınavı veren kürsüye katılmaya hatta bu sınavları hazırlayıp değerlendirmeye en sonunda kürsü başkanlığına kadar ilerledim.

    Elde etmiş olduğum tecrübeye ve bütün bilgilere rağmen, karşımdaki cevaplar neydi? şeytan diye bir şey olmadığına her şeyin altında yatanın cehalet olduğuna inanmıştım ancak duyduğum her cinayet, gaddarlık, zalimlik, ve kötülük olayı beni rahatsız etmeye devam etmekteydi. Öldükten sonra yeniden doğacağıma inanmama rağmen, bu ara dönem ne kadar sürecekti ve bu dönem boyunca nerede olacaktım? Bazı kişiler öldükten sonra okul gibi bir yere gideceğimizi ve sonraki yaşamımızı seçeceğimizi öğretmekteydi. Diğerleri ise bizim öldükten sonra manen saflaşacağımız bir yere gideceğimizi ve sonraki yaşamımızın bizim için seçileceğini öğretmekteydi ancak bu işlemin nasıl olacağına ve kim tarafından yapılacağına verecek cevapları yoktu.

    Açıklanmadı! Bizden sadece bu sürece güvenmemiz istendi. Birde endişelendirici bir öğreti vardı. Bu öğretiye göre ölüm esnasında kafamdaki düşünce ne ise ölümden sonraki yaşamımı bu düşünce belirlemekteydi. Ölüm esnasında kötü bir şeyler düşünmemeyi başarmak gerekmekteydi! Gözünüzün önüne korkunç şekiller getirmemeniz gerekmekteydi! Bu durumu düşünmek bile korkunçtu ama durumu düşünmenin korkunçluğunu düşünmek daha da korkunçtu! Bende herkes gibi bu korkulardan kurtulmak için meditasyona ve ilahi söylemeye yönelirdim.

    Zen Budizm

    Huzuru Zen Budizm’de de aradım. Kendimi her türlü arzudan koparmak için düşüncelerimin, korkularımın ve arzularımın yüzeye çıkmasına izin veren, arkasından bu eğilimlere yanıt vermemem gereken bir meditasyonu yapmaya başladım. Bu duruşu meditasyon dışındaki yaşamımda da uygulamam gerekiyordu. Geçmişinde ve yaşadığı anda bile birçok duygusal acıyı taşıyan benim gibi birisi için bu uygulama ilgi çekiciydi. Bu kopma işlemi kitap üzerinde güzel ve çekici görünmesine rağmen ödenmesi gereken bir bedel vardı. Bu kopma işlemi yapmacıktı, doğal değildi. Çevremdeki “boşluğu” görmek manevi zeka keskinliğinin bir başka işaretiydi ancak bu uygulama bende nihilist etkiler yaratıp, beni depresyona itti.
    Eğer bu uygulamalara ve meditasyonlara daha kendimi adamış bir şekilde yaklaşsaydım, doğal tepkilerimi ve duygularımı aşamalı olarak duygusuzlukla değiştirebilirdim. Ancak duygusuz olununca, her düşünceyi, hareketi ve duyguyu yargılamadan kabul edince ne kadar insan olabilirdim ki? Bir yandan “kutsal” ve “doğal” olmak öğretilirken diğer yanda doğal tepkilerimi unutmamın öğretilmesi bana bir çelişki olarak göründü. Tabi ki bu çevreler bu tür rasyonel analizlere kapalıydı hatta bu tür analizlere şiddetle saldırılıyordu. Bu yüzden çelişkileri olduğu gibi kabul etmek gerekiyordu. Amaç ben ve aydınlanmam aramda bir engel olan rasyonel düşünceden uzaklaşmamdı.

    Bu uzaklaşma konusunda başarısız olmama rağmen, mantığa aykırı görünen Zen öğretilerine sıkı sıkı tutundum, Zen hikayelerinin yer aldığı kitapları okuyor, meditasyona devam ediyordum. Ancak ilk meditasyonlarımda hissetmiş olduğum huzurun azalmış olduğunu fark ettim. Bu durum beni bu huzur hayaline ulaşmak için daha fazla meditasyon yapmaya itti. Bu arada New Age düşünüşüne ve doğasına göre sorulara tek bir doğru cevap olmadığını, tek bir gerçeğin olmadığını, tek bir gerçekliğin olmadığını öğrendim. Kişiden kişiye değişen gerçek, kişinin tecrübesini temel almakta ve çeşitli seviyelere göre sıralanmaktaydı. Mutlak gerçek diye bir şey yoktu. Çelişkili gerçekler ve doğrular olasıydı.

    Soyut anlamda bakıldığında bu durum benim için çantada keklikti, canımın istediği doğrulara uyup, keyfi gerçeklere yaşayacaktım ve bu durumda hiçbir şeyden rahatsız olmayacaktım. Ancak uygulamaya gelince bu durumda birisinin doğruları, gerçekleri bulmasına ne gerek vardı? Ya da gerçekten doğrunun olduğunu bilebilir miydik? Bilemezsek insanların inandıkları hiç bir şeyin anlamı kalmaz mıydı? Bu öğretiler cevap sunmak yerine sadece yeni soruları doğurmaya yetti.

    Ölüm ve Sevgi

    Bana, bizlerin sadece okyanustaki damlalar olduğumuz, nihai amacımızın ise birçok hayat yaşadıktan sonra bazılarının Tanrı dediği kozmik birliğe ulaşmak olduğu öğretildi. Bir tür kuvvet olan bu Tanrı bizim geldiğimiz ve sonunda tekrar kendisine döneceğimiz bir varlıktı. Öyle ki benim kimliğim, anılarım, yeteneklerim ve kişiliğim devasal bir kozmik bataklıkta yutulacaktı. Peki ben nerede olacaktım? Rahatsız edici cevap artık “ben” diye bir şey olmayacak olmasıydı. Ölüm, beni içine çeken huzursuz bir konu olmuştu. Diğerlerine yardım etmenin en doğru yolunun kendi gerçeklerine bağlı kalmak olduğu öğretiliyor, defalarca kendini sevme ve kendine önem verme, geliştirme mesajları veriliyordu.


    “Sevgi” her konuşmanın temeli olarak gösteriliyor, her öğretişin ortak noktası olarak belirtiliyordu aslında sevgi, bu kişilerin yaptıkları her şeyi geçerli kılmak için kullandıkları bir unsura dönüşmüştü. Bundan dolayı eğer senin kocan “ruhsal eşin” değil ise “gerçek sevgi” sana onu bir kenara itip kendine başka sevgili bulmana için izin veriyordu. Nede olsa bu evrensel bir “Yasa” idi: Sevgi Yasası. Ancak bu sevgi asla tanımlanmıyordu. Bu sevgi dışarıda evreni istila eden bir kuvvetti. Beni sevmesi kişisel ilişkilere gerek yoktu; sevgi her yerde, kozmik bir enerji olarak etrafımızdaydı. Kozmik bir kuvvet beni önemseyebilir miydi?

    İç Baskı

    1990 senesinin yazında ve baharında içimde kiliseye gitmem için açıklanamaz bir baskı oluştu. O ana kadar Hıristiyanlardan, Hıristiyanlıktan ve kiliselerden nefret ettiğimden, bu iç baskı beni kızdırmaya başladı. İlk olarak ben bu baskıyı görmezlikten geldim hatta zaman zaman direnmeye çalıştım ancak daha sonra kısa bir süreliğine onunla mücadele etmeyi bırakıp içime girip sonrada gitmesini umdum.

    Muhtemelen bu durumun sebebinin bir önceki yaşamlarımdan birisisinde rahibe veya keşiş olmam olduğu şeklinde bir akıl yürüttüm. Atlanta’da şehir merkezinde gittiğim büyük bir kilisede ayinin başlamasından kısa bir süre sonra içimde hissettiğim sevgi seli ve bu içsel sevginin gücü benim kuvvetle ağlamaya başlamama sebep oldu. Ben bu sevginin müzik, insanlar veya yer değil Tanrı olduğunu bildim. O sevgi gerçekti. Alkolik bir ailenin çocuğu olan ben işte bu gerçek sevgi için açlıktan ölüyordum. Takip eden Pazar, başka bir tecrübeyi yaşama beklentisi olmadan ancak gerçek sevgiyi bulduğum yerde arzusuyla kiliseye tekrar gittim.

    Birkaç hafta sonra astroloji hakkında kirlilik hissetmeye başladım, bu konu kilisede gündeme gelmemiş kimde bu konuda herhangi bir şeyi dememişti. Tek bildiğim bu durumun beni bir şekilde sevgi olan bu Tanrı’dan ayırıyor olduğuydu. O zaman Tanrı’nın astrolojiyi sevmediğini ve benden onu bırakmamı istediğini anladım. Mesleğimi mi bırakacaktım? Kimliğimi ve yaşam amacımı mı bırakacaktım? Oğlum dışında benim için en önemli şey astrolojiydi. Ama benim hiçbir seçeneğim olmadığını hissettim; çünkü Tanrı’nın astrolojiyi sevmediği çok açıktı.

    Yapıyor olduğum şeye kendim bile inanamıyordum, 1990 senesinin sonlarına doğru astrolojiyi bırakmayı kararlaştırdım. O günlerde ben astrolojik toplumun önde gelen isimlerindendim, diğer komitelere üye müfredatın olduğu bir toplulukta kürsü başkanıydım ve yaklaşan yıl bu konularda bir çok sınıfta eğitmenlik yapmam programlanmıştı. Yerime başka bir öğretmeni bulmak zorundaydım. Beni arayan müşterilerime artık bir astrolog olmadığımı söylemek zorundaydım. Peki arkasından ne yapmalıydım? Kutsal Kitap’ı okumaya karar verdim, işe Yeni Antlaşma ilk kitabı olan Matta ile başladım. Kutsal Kitap’ı okumak benim saf bir şey ile temasta bulunmamı sağlamıştı ancak ben bu saf şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Küçükken de Kutsal Kitap’ı okumuş olmama rağmen, bu sefer farklıydı. Okudukça içsel bir şekilde temizlendiğimi hissediyordum.

    Sonuna Kadar Gerçek

    İsa Mesih denilen kişi beni büyülüyordu. O’nun hakkındaki gerçekleri ilk defa öğreniyor gibiydim. 1990 senesinin Noel’inden hemen önce bir akşam Matta’nın 8inci bölümünü okuyordum, işte o an gerçekten İsa Mesih’in kim olduğunu gördüm. Onun öğrencileri korkunç bir fırtınada tekne üzerinde bir göldeydiler. Öğrencileri İsa’yı uyandırıp öleceklerini söylediler. İsa Mesih ise fırtınayı bir anda durdurdu! Nasıl? Durgun suları gözünde canlandırmadı, büyücülüğü yapmadı. Rüzgarları ve ona uyan denizi azarladı. O’nun doğa üzerinde otoritesi vardı.

    Geçmişimde yapmış olduğum her şey yüzünden Tanrı’dan ayrılmıştım, tüm yaşamımı kendi benliğimin istekleri doğrultusunda yaşamıştım. Bu benlik Tanrı’yı ve O’nun sözünü reddediyor ve başkaldırıyordu. Tanrı ile aramdaki bu günah yığınından kurtulup O’nunla barışmam için tek yolun, Tanrı’nın insan bedeni almış şekli olan, benim günahlarımın bedeli olarak acı çekmiş ve ölmüş olan, beni koşulsuz ve sonsuz bir sevgi ile seven İsa Mesih’ten geçtiğini idrak ettim. İsa Mesih’i Kurtarıcım, Tanrı’nın Oğlu ve Rab’bim olara kabul ettim. Yaşamımda ilk defa İsa Mesih’in haç üzerinde neden öldüğünü anlamıştım. Yatağımda oturup elimde Kutsal Kitap düşünürken tüm sorularıma verilecek cevabın tek ve aynı olduğunu anladım: İsa Mesih.
    Ne kadar basit ama bir o kadar da muhteşem bir gerçek! İşte o gün kendimi Tanrı’ya adadım ve o andan itibaren O’na ait kaldım. Birkaç ay sonra yarım günlük iş olarak çalıştığım yerdeki genç bir Hıristiyan adamın, kilisesindeki kendi imanlı arkadaş grubu ile 1990 senesi boyunca benim için dua ettiğini öğrendim. İsa Mesih, benim incelemiş olduğum “ustalardan” çok farklıydı. İsa Mesih, ruhsal yönlendiricilerden, büyük ustalardan, yüce benlikten, kısacası havadar, ele geçmez ve varlıklarına dair hiçbir kanıt verilmeyen şeylerden çok daha gerçekti çünkü O dünyaya geldi, susadı, acıktı, acıyı ve üzüntüyü hissetti. İsa Mesih yaşamın kirini ve tozunu inkar eden bir mesajı vermedi hatta dışlanmış kişiler, fahişeler ve nefret edilen vergi tahsildarları ile oturdu gene de günahsız kaldı. O gerçekçiydi.

    İsa Mesih hem 100/100 insan hem de 100/100 beden almış Tanrı’ydı; doğası itibariyle Tanrı iken acı içerisindeki insanların arasında olmak için Yüceliğinden (Tanrılığından değil) sıyrıldı. İsa Mesih gönüllü bir şekilde işkence gördü ve bizim günahlarımız uğruna çok acı verici bir ölüme katlandı. Ölümünden üçüncü gün sonra dirildi, ölümü fethetti; tüm bunları bizim Tanrı’da bir sonsuz yaşama sahip olabilmemiz için yaptı. Hiçbir Zen ustası, hiçbir Buda, hiçbir şaman, hiçbir büyücü, hiçbir medyum ya da sözde peygamber ölümü fethedemedi; hepsi şu an soğuk mezarlarında yatmakta. İsa Mesih ölümden güçlüdür ve bugün yaşamaktadır.

    Gerçek ve Tatmin

    İsa Mesih’i reddeden bilgelik arayıcıları, budalar ve büyücüler ile aynı soğuk mezarda ruhen bende yatmaktaydım. Beni büyülemiş olan karışık ve karmaşık çalışmalar, takip etmiş olduğum gerçekliğin ve doğruluğun sonsuz seviyeleri, sürekli olarak geliştirmeye çalıştığım paranormal tecrübeler, her türlü bedele rağmen bir kişinin kendi yeterliliğine inanması mecburiyeti, bir dolambaç ve bir tuzaktı. Gerçek cevap ise bir çocuğun anlayabileceği kadar basitti çünkü bu cevap bir Kişiydi. İsa Mesih bir yol öğretmedi veya bir yolu olduğunu söylemedi.

    O, Kendisinin YOL olduğunu, yollardan biri değil TEK YOL olduğunu söyledi. Önceki yaşamım ile İsa Mesih’te olan yaşamımın arasında ki en büyük fark nedir? Daha mutlu olduğum ya da yaşamımın daha kolay olduğu mu? Hiç de değil. Fark benim manen tatmin olmuş olduğumdur. Öğreneceğim ve İsa Mesih’te daha çok büyüyeceğim ancak bu öğrenmenin kaynağı O’nun dışında değil, İsa Mesih’in Kendisindedir. Arayışım bitti; Susuzluğum söndü; İçimdeki boşluk doldu. İsa Mesih der ki:

    Yol, gerçek ve yaşam ben’im. Benim aracılığım olmadan Baba’ya kimse gelemez” (Yuhanna 14:6)

    “Oysa benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir su kaynağı olacak” (Yuhanna 4:14)

    “Yaşam ekmeği ben’im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz” (Yuhanna 6:35)

    “İsa yanlarına gelip kendilerine şunları söyledi: ‘Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi'” (Matta 28:18)

    “İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Eğer biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim, ben onunla ve o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz” (Esinleme 3:20)

    (Kutsal Kitap .org‘dan alıntı)

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.