Neden Oruç Tutuyorsunuz?

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #23666
    Evangelist
    Anahtar yönetici

    Bütün gün aç kalmak oruç mudur? Bunun ruhsal olrak dine ne gibi bir katkısı ve yararı vardır? Oruç sadece bedensel değil ruhsal anlamda da bir terbiyedir.
    Bu günlerde herkes daha çok ruhsal işleri düşünmeye başlar. İbadet etmeye daha bir önem verilir. Bütün gün hiçbir şey yemeden ve içmeden geçirilen saatler insanda başka bir ruh hali meydana getirir. Belki bu biraz vicdan rahatlatmasıdır. On bir ay boyunca yapmaktan çekinilen bütün ibadetler bir ay boyunca yerine getirildiğinde “nasıl olsa bunlar diğer günleri karşılar” düşüncesi aklımıza gelmiyor mu? Oruç, bütün günahların affı, verilen bir kefaret, bedeni ve nefsi kontrol, büyük bir ibadet, Tanrı'ya ulaşmanın yolu olarak görülmekte.

    Ama gerçekte böyle midir?

    Peki, oruç tutmaktaki gerçek amacı hepimiz biliyor muyuz?

    Ebu Hureyre şöyle demiştir “İnanarak ve bilerek Ramazan ayını ihya edenin (dirilten, canlandıran- oruç tutarak, sadaka vererek, teravih kılarak v.B) geçmişteki bütün günahları bağışlanır. ” Esasen orucun gerçek amacı kişinin günahlarının bağışlanması amacıyla yapılan bir ibadettir. Günah pek çok dini inanışta da kefaret yoluyla bağışlanır. Oruç tutmak, sadaka vermek, kurban kesmek, iyilik yapmak gibi. Böyle bir dini inanç sisteminde insanlar Tanrı katında aklanmak için sürekli çalışırlar. Vicdan rahatsızlığıyla sürekli olarak kendilerine “günahlarım bağışlandı mı” sorusunu sorarak yaşarlar.



    Avaz avaz bağırın, çekinmeyin, Sesinizi boru sesi gibi yükseltin; Halkıma isyanlarını, Yakup soyuna günahlarını bildirin. Bana her gün danışıyor, Yollarımı öğrenmekten zevk duyuyorlarmış! Doğru davranan, Tanrısı'nın buyruğundan ayrılmayan bir ulusmuş gibi… Benden adil yargılar diliyor, Bana yaklaşmaktan zevk alıyorlarmış! Diyorlar ki: ‘Oruç tuttuğumuzu neden görmüyor, isteklerimizi denetlediğimizi neden fark etmiyorsun?'



    Ancak Kutsal Kitap'ta günahlar için kefaret etmenin çok daha farklı bir eylemi vardır. Şimdi Tevrat Zebur ve İncil'in ışığında oruç konusunda birkaç düşünceyi sizinle paylaşalım.

    Önce şunu söylemek gerekir ki Kutsal Kitap boyunca gerçekten Tanrı içìn tutulan oruç iyi ve makbul bir iştir. Bu yazıda oruç hakkında söyleyeceklerimizin hiç kimsenin oruç tutmasına engel olmasını istemeyiz.

    Aynı zamanda, kimsenin oruç tutmakla günahlarım bağışlanacak diye yanılmasını da istemèyiz. Çünkü Kutsal Kitapta şöyle yazılıdır: “Hiç kimse Kutsal Yasa'nın gereklerini yapmakla aklanamaz,” Sevgi olan Tanrı herkesin kurtulmasını ve gerçeğin bilincine erişmesini ister. Bu nedenle O, yaptığımız dini işlerden bağımsız olarak günahlarımızın bağışlanması için bambaşka bir kurtarış sağlamıştır. Kutsal Yazılar'da Tanrı'nın Yasa'dan bağımsız olarak insanı nasıl aklayacağı açıklandı. İzninizle bunu açıklamak istiyoruz.

    İlk olarak Tevrat'ta oruçla ilgili Yeşaya Peygamber'in yazdıklarına bakalım. Okuyucumuzun dikkatle okumasını rica ederiz:

    “Avaz avaz bağırın, çekinmeyin, Sesinizi boru sesi gibi yükseltin; Halkıma isyanlarını, Yakup soyuna günahlarını bildirin. Bana her gün danışıyor, Yollarımı öğrenmekten zevk duyuyorlarmış! Doğru davranan, Tanrısı'nın buyruğundan ayrılmayan bir ulusmuş gibi… Benden adil yargılar diliyor, Bana yaklaşmaktan zevk alıyorlarmış! Diyorlar ki: ‘Oruç tuttuğumuzu neden görmüyor, isteklerimizi denetlediğimizi neden fark etmiyorsun?'

    “Bakın, oruç tuttuğunuz gün keyfinize bakıyor, işçilerinizi eziyorsunuz. Orucunuz kavgayla, çekişmeyle, şiddetli yumruklaşmayla bitiyor. Bugünkü gibi oruç tutmakla sesinizi yükseklere duyuramazsınız. İstediğim oruç bu mu sanıyorsunuz? İnsanın isteklerini denetlemesi gereken gün böyle mi olmalı? Kamış gibi baş eğip çul ve kül üzerine mi oturmalı? Siz buna mı oruç, RAB'bi hoşnut eden gün diyorsunuz? Benim istediğim oruç, haksız yere zincire, boyunduruğa vurulanları salıvermek, Ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak, her türlü boyunduruğu kırmak değil mi? Yiyeceğinizi açla paylaşmak değil mi? Barınaksız yoksulları evinize alır, çıplak gördüğünüzü giydirir, yakınlarınızdan yardımınızı esirgemezseniz, ışığınız tan gibi ağaracak, Çabucak şifa bulacaksınız. Doğruluğunuz önünüzden gidecek, RAB'bin yüceliği artçınız olacak. O zaman yardım çağrılarınızı RAB yanıtlayacak, feryat ettiğinizde, ‘İşte buradayım' diyecek.



    Onlar oruç tutarken işçilerini sıkıştırıyorlar, kavga ediyorlar, çekìşiyorlardı. Aslında onları kirleten ağızlarına giren değil ağızlarından, yüreklerinden çıkandı. Çünkü İsa'nın dedìği gibi, “Kötü düşünceler, ahlaksızlık, hırsızlık cinayet, zina, açgözlülük, kötülük, hile, sefahat, kıskançlık, iftira, kibir ve akılsızlık içten, insanın yüreğinden kaynaklanır. Bu kötülüklerin hepsi içten kaynaklanır ve insanı kirletir” (İncil – Markos 7: 21–22)



    “Eğer boyunduruğa, kaba işaretler yapmaya kötücül konuşmalara son verirseniz, açlar uğruna kendinizi feda eder, yoksulların gereksinimini karşılarsanız, ışığınız karanlıkta parlayacak, karanlığınız öğlen gibi ışıyacak. RAB her zaman size yol gösterecek, kurak topraklarda sizi doyurup güçlendirecek. İyi sulanmış bahçe gibi, tükenmez su kaynağı gibi olacaksınız. Halkınız eski yıkıntıları onaracak, geçmiş kuşakların temelleri üzerine yeni yapılar dikeceksiniz. ‘Duvardaki gedikleri onaran, sokakları oturulacak hale getiren', denecek sizlere.

    “Kutsal günümde dilediğinizi yapmaz, Şabat Günü'nü çiğnemezseniz, Şabat Günü'ne ‘Zevkli', RAB'bin kutsal gününe ‘Onurlu' derseniz, kendi yolunuzdan gitmez, keyfinize bakmayıp boş konulara dalmaz, O günü yüceltirseniz, RAB'den zevk alırsınız. O zaman sizi yeryüzünün yüksek yerlerine çıkarır, atanız Yakup'un mirasıyla doyururum.” Bunu söyleyen RAB'dir. (Yeşaya 58: 1–14)

    Bu güzel bölümün bazı gerçekleri üzerinde birlikte düşünelim. Gerçekler ortadadır:

    1) Halk oruç tuttuğu halde yine de günahlıydı.

    Rab, “halkıma günahlarını bildir” dedi. Halk dindardı, ama dini işlerinden Tanrı tiksiniyordu. Yasa'nın bazı gereklerini yapmaları onları Tanrı katında aklamamıştır. Hâlâ suçluydular. Halk aslında Tanrı'ya karşı ruhen isyan etmişti, ama farkında değillerdi. Kendi suçlarını göremiyorlardı. Dinin gereklerini yerine getirdikleri için vicdanları uyuyordu, onları suçlamıyordu. Halbuki Tanrı katında suçluydular.

    Onlar oruç tutarken işçilerini sıkıştırıyorlar, kavga ediyorlar, çekìşiyorlardı. Aslında onları kirleten ağızlarına giren değil ağızlarından, yüreklerinden çıkandı. Çünkü İsa'nın dedìği gibi, “Kötü düşünceler, ahlaksızlık, hırsızlık cinayet, zina, açgözlülük, kötülük, hile, sefahat, kıskançlık, iftira, kibir ve akılsızlık içten, insanın yüreğinden kaynaklanır. Bu kötülüklerin hepsi içten kaynaklanır ve insanı kirletir” (İncil – Markos 7: 21–22)

    Gerçek anlamda “oruç” kendimizi bazı iyi ve yararlı şeylerden geçici olarak alıkoymak demektir. Doğal benliğimizi denetleyerek kendimizi Tanrı'ya adamak demektir. Ama her şeyden önce insanın denetlemesi gereken şey içinden kaynaklanan kötülüklerdir. Bu asıl öz denetim olmadan yiyip içmede şu ya da bu yolda kimi kısıntılar yaparak Tanrı'ya gösterilen kulluk ne derece doğrudur!

    2) Oruç tutarak sözde alçalmaları onlar için bir gurur kaynağına dönüşmüştü.

    “Oruç tuttuk, canımızı alçalttık” diye övünüyorlardı. Sanki Tanrı'ya rüşvet vermiş gibi! Yaptıkları iyi işlerin karşılığı olarak O'nun beğenisini hakketmiş olacaklar…! Nitekim çalışana verilen ücret lütuf değil hak sayılmaz mı?

    Durumları İncil'de yer alan şu örneğe benzer:

    “Kendi doğruluklarına güvenip başkalarına tepeden bakan bazı kişilere İsa şu benzetmeyi anlattı: ‘Biri Ferisi, öbürü vergi görevlisi iki kişi dua etmek üzere tapınağa çıkmış. Ferisi ayakta dikilip kendi kendine şöyle dua etmiş: “Tanrım, diğer insanlar gibi soyguncu, hak yiyici ve zina edici olmadığım için, hatta şu vergi görevlisi gibi olmadığım için sana şükrederim. Haftada iki gün oruç tutuyor. Bütün kazancımın ondalığını veriyorum.”

    ‘Vergi görevlisi ise uzakta durmuş, gözlerini göğe doğru kaldırmak bile istemíyor, ancak göğsünü döverek, “Tanrım, ben günahkâra merhamet et” diyormuş.

    ‘Size şunu söyleyeyim, Ferisi'den çok, bu adam aklanmış olarak evine dönmüş. Çünkü kendini yücelten herkes alçaltılacak, kendini alçaltan ise yüceltilecektir.” (İncil – Luka 17: 10–14)

    Acaba bizler bazen bu Ferisi'de kınadığımız düşüncelere kapılmaz mıyız? Kendi doğruluklarımızla güvenip başkalarına (günahkârlar dediklerimize) tepeden bakmaz mıyız? Örneğin dindarsak, “Çok şükür, ben bu sözde dindarlar gibi ikiyüzlü değilim. Orucumu tutarım, ibadetlerimin hepsini yaparım…” Yoksa dindar değilsek, “Çok şükür bu ikiyüzlü yobazlar gibi değilim. Ben dar kafalı değil, açık fikirlì çağdaş biriyim, bütün insanları severim. Kimsenin hakkını yemem. Her insanı eşit sayarım” diyerek hiç övünmez miyiz?

    İsa bunun başka bir boyutunu şöyle açıkladı:

    “ Dikkat edin! Yapacağınız doğru işleri gösteriş için insanların gözü önünde yapmayın. Öyle yaparsanız, göklerdeki Babanızdan (Tanrı) ödül alamazsınız .”

    “Oruç tuttuğunuz zaman, ikiyüzlüler gibi surat asmayın. Onlar oruç tuttuklarını insanlara belli etmek için kendilerine perişan bir görünüm verirler. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır. Siz oruç tuttuğunuz zaman, başınıza yağ sürüp yüzünüzü yıkayın. Öyle ki, insanlara değil, gizlide olan Babanıza oruçlu görünesiniz. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir.” (İncil – Matta 6: 1, 16–18)

    İnsan olarak biz hep başkalarının hakkımızda düşündüklerine önem vermeye meyilliyiz. Fakat aslında tek olan Tanrı'dan korkmalıyız, O'nun övgüsünü kazanmaya çalışmalıyız, değil mi? Dikkat edelim, Tanrı gösteriş için insanların gözü önünde yapılana değil de, gizlilik içinde yapılana bakıyor. İnsan hep yüze bakar, fakat Tanrı yüreğe bakar.

    Yine bu bölümde önemli bir gerçek daha var:

    3) Tanrı'nın esas aradığı, gerçek doğruluktur:

    Bu da ancak eylemde görülür. Ayetlerde okuduğumuz oruç tutanlar yaptıkları yanlışlıklardan çok yapmadıkları yüzünden suçludurlar. Örneğin, kendi ekmeğini aç olanla paylaşmıyor, yurtsuz düşkünleri kendi evlerine getirmiyor, çıplağı görünce üstünü örtmüyor, ve kendi etinden olan diğer insanlar arasında ayırım yapıyorlardı. İşte oruç tutmaları veya kurban kesmeleri bu belirgin açıkları kapatamadı kapatamazdı da.

    Hangimiz bu ölçüye göre affediliriz? Biz kendi canımızın çektiği şeyi aç olana veriyor muyuz? Kutsal Yasanın buyurduğu gibi komşumuzu kendimiz gibi seviyor muyuz? Sokaktaki düşkünleri evimize alıyor muyuz?

    Ya da On Emir'in ilki olan “Tanrın olan Rab'bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle sev” buyruğu. Bunu sürekli yerine getiren var mı?

    Tanrı'nın insandan istediği ve ödün vermeyeceği doğruluk, gerçek iç temizlik ve karşılıksız sevgidir. Belirlemiş olduğu doğruluk standartları oldukça yüksek, hatta erişilmezdir. Diğer insanlara pek iyì görünebiliriz ama kutsal olan Tanrı'ya “hepimiz bir murdar gibi olduk ve bütün salâh işlerimiz kirli esvap gibidir” diye peygamber itiraf ediyor (Yeşaya 64:6).

    Bu nedenle Tanrı bütün insanların durumunu Tevrat, Zebur ve İncil kitaplarında hep şöyle değerlendirir:

    “İnsanın yüreğinin düşünceleri gençliğinden beri kötüdür” (Tevrat – Yaratılış 8:21)

    “Doğru olan kimse yok, bir kişi bile yoktur. Anlayan kimse yok, Tanrı'yı arayan kimse yok. Hepsi yoldan saptılar, birlikte yararsız oldular. İyilik eden yok, bir kişi bile yoktur.” (Zebur – Mezmur 14: 1–3; 53: 1–3)

    “Hiç ayrım yoktur. Çünkü günah işledi ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kaldı.” (İncil – Romalılar 3: 23)

    Bu değerlendirme, hem dindarı hem de “günahkâr”ı içerir. Acı sonuç şudur: Her birimiz kendi yolumuza döndük ve günah işledik. Tanrı'nın önünde bizim sevap dediğimiz şeyler bizi asla aklamaz. Günahlarımıza yeterli kefaret olmaz. Ama öyleyse sonumuz ne olacak? Tanrı bizden yerine getiremeyeceğimiz şeyler mi istiyor? Hayır. Kurtuluş bizden değil Rab'dendir.

    “İşte Benim Seçtiğim Kulum, Canımın Hoşnut Olduğu Sevgili Kulum”


    “Yasa kitabında yazılı olan her şeyi sürekli yerine getirmeyen her insan lanetlidir. Açıktır ki, hiç kimse Tanrı katında Yasa'yla aklanmaz.”



    Bütün dünya tarihinde tek bir kişi günahsız yaşam sürdürmüştür. Tanrı, Kendisini eksiksiz olarak hoşnut edecek olanı bulmak için çok bekledi. Sonunda, İncil'in ifadesiyle, “zaman dolunca” Tanrı Sözünü gönderdi. O, her yanı dolaşarak iyilik yapıyor, İblis'in baskısı altında olanların hepsini iyileştiriyordu. Aç olan binlerce insanı doyuruyor, cine tutsak, çıplak olarak dolaşanları özgür kılıyordu, öyle ki giyinmiş, aklı başına gelmiş olarak O'nun ayakları dibine oturdular. Toplumun reddettiği günahkârlarla zaman geçirmekten çekinmedi.

    Tanrı'nın bütün isteklerini yerine getiren bu kişi, bütün peygamberlerce vaat edilen “Mesih,” yani seçilmiş, meshedilmiş olan İsa'dır. Tanrı'nın Ruhunun gücüyle babasız olarak doğdu, kimliğini mucizeler, harikalar ve belirtilerle kanıtladı ve eşsiz, tümüyle hatasız, günahsız bir yaşam sürdürdü.

    Görevine başlarken İsa çölde kırk gün kırk gece oruç tuttu ve İblis tarafından her bakımdan denendi. Ama bütün dünyayı saptıran o eski yılanı, ikinci Adem olarak yendi. Tanrı'nın Ruhu'nun gücüyle donanmış olarak çölden Celile'ye dönüp görevini şöyle ilan etti:

    “Rab‘bin Ruhu üzerimdedir Çünkü O beni, yoksullara Müjde‘yi iletmek için meshetti. Tutsaklara serbest bırakılacaklarını, Körlere gözlerinin açılacağını duyurmak için, Ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak Ve Rab'bin lütuf yılını ilan etmek için beni gönderdi.” (Incil – Luka 4: 18–19)

    İsa Mesih'in gücü ve lütfu sayesinde körlerin gözleri açılıyor, kötürümler yürüyor, cüzamlılar temiz kılınıyor, sağırlar işitiyor ve hatta ölüler diriliyordu. Ama bütün bu fiziksel iyiliklerin çok ötesinde İsa ruhsal açıdan yoksullara hizmet etmeye gelmişti. Şöyle dedi:

    “Ey bütün yorgunlar ve yükleri ağır olanlar! Bana gelin, ben sizi rahatlatırım. Ben yumuşak huylu ve alçakgönüllüyüm. Boyunduruğumu takının ve benden öğrenin, böylece canlarınızı rahatlık bulur.” (Matta 11: 28–29)

    Günahlı insanları temiz kılıp onlara sonsuz yaşam vereceğine söz verdi:

    “Yaşam ekmeği ben'im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz. Dünyanın yaşamı uğruna vereceğim ekmek de benim bedenimdir.”

    “Benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir su kaynağı olacak”

    “Diriliş ve yaşam ben'im. Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır. Yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecek”

    “Yol, gerçek ve yaşam ben'im” (İncil – Yuhanna 6: 35; 4: 14; 11: 25–26; 14: 6)

    Peki bu vaatleri nasıl gerçekleştirecekti? İsa Mesih, her şeyden önce günahsız canını günahları bağışlatan bir kurban olarak feda etmeye gelmişti. O'nun ölümü dünyanın günahlarını ortadan kaldıracak değerde kefaret niteliğindeydi. Nitekim Mesih bizleri Tanrı'ya ulaştırmak amacıyla doğru kişi olarak doğru olmayanlar uğruna, günahlara kurban olarak ilk ve son kez öldü. Bu kefaret Tanrı'nın önceden belirlemiş amacı ve önbilgisi uyarınca verildi ve iman eden herkesi kendisiyle barıştırmak için yeterli kurban Tanrı tarafından kabul edildi. Bunun kanıtı olarak da Tanrı, üçüncü gün Mesih'i ölümden diriltti ve daha sonra O'nu dünyanın Kurtarıcısı olarak kendi yanında yüceltti.

    Eğer orucun esas anlamı kendini denetlemek ve canını alçaltmak ise, Mesih çarmıhında, başka hiç kimsenin yapmadığı şekilde “ oruç tuttu.” İyi olan her şeyden yoksun kaldı ki biz zengin olalım. Orada uğrumuza acı çekerken Mesih çok susadı, çünkü aslında bizim hak ettiğimiz cehennem azabına uğradı. Kurtarıcı İsa, çok sevdiği insanları kurtarmak sevinci uğruna utancı hiçe sayıp çarmıhtaki ölüme katlandı.

    İman Yoluyla Aklanmak

    Yukarıda açıkladığımız gibi Tanrı'nın isteği uyarınca Mesih'in bir doğruluk eylemi bütün insanlara yaşam veren aklanmayı sağladı. Doğal insan benliğimizden ötürü güçsüz olan insanın yapamadığını Tanrı yaptı. Aklanmak için yapmamız gereken tek şey O'na tek Efendimiz olarak iman etmektir.

    Önümüzde iki yol var.

    l)Birincisi, kendi iyi işlerimizle veya din yasasının gereklerini yapmakla biriktirdiğimiz sevaplardan dolayı günahlarımızın bağışlanacağı ümidiyle gitmekte olduğumuz yol. Ama bu durum için Tanrı'nın Sözü bizi açıkça uyarıyor: “Yasa kitabında yazılı olan her şeyi sürekli yerine getirmeyen her insan lanetlidir. Açıktır ki, hiç kimse Tanrı katında Yasa'yla aklanmaz.” (Tevrat – Yasa'nın Tekrarı 27: 26; İncil – Galatyalılar 3: 10). Çünkü kimse onu tam tamına yerine getiremez.

    2)İkinci yol ise atamız İbrahim'in (ve aslında kurtulan herkesin) aklandığı yoldur: İMAN YOLU. Kutsal Yazılar'a göre İbrahim, Tanrı'nın Mesih vaadine iman ettiği anda aklandı: “İbrahim Tanrı'ya iman etti ve böylece ona doğruluk sayıldı” (Tevrat –Yaratılış 15: 6; İncil – Galatyalılar 3: 20). Bu yola kendimizi gerçekten günahlı kabul edip tövbe etmekle başlarız. Kendimizi Tanrı katında aklamaya yönelik çabalarımızdan vazgeçmemiz gerekir. Günahlarımıza karşılık olarak oruç tutmak, namaz kılmak, sadaka vermek, kurban kesmek vb. gibi işlemlerle gerçekleştirilen “kefaretler” yerine İsa Mesih'in yerimize olan ölümüyle gerçekleştirilen tek bir kefareti benimsemek gerekir. Tanrı'nın, kendi vaadini yerine getirecek güçte olduğuna tümüyle güvenmek gerekir. İman eden herkes Tanrı tarafından tamamıyla aklanır. Tanrı'nın karşılıksız armağanı olarak sonsuz yaşam alır. Bu konuda Tanrı'nın vaadi şöyledir:

    “Peygamberlerin hepsi O'nunla ilgili tanıklıkta bulunuyorlar. Şöyle ki, O'na inanan herkesin günahları O'nun adıyla bağışlanır.” (Elçilerin İşleri 10: 43)

    “ Yürekleri bilen Tanrı, iman etmeleri üzerine yüreklerini arındırır.“ (Elç. 15: 8)

    Son olarak değerli okuyucumuz, size şunu sormak istiyoruz, bu iki yolun hangisinden gideceksiniz: (1) Dinsel “iyi işler”le aklanmak yolundan mı? Yoksa (2) Mesih'in lütfuna imanla aklanmak yolundan mı? İkisi birden doğru olamaz.


    Rab İsa, sana iman ediyorum. Beni korkutan herhangi bir şeyin beni ezmeyip,
    sana itaat etmeme engel olmaması için, imanımda beni destekle! Kilisene eşlik et,
    kilisenle beraber kal, çobanların ve müminlerin imanını güçlendir.
    Senin yardımınla kutsal Adını, duymak istemeyenlere bile duyuracağız!

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.