Kutsal Kitab’i okuyanlar daha cok biliyor!

  • Bu konu 2 izleyen ve 1 yanıt içeriyor.
2 yazı görüntüleniyor - 1 ile 2 arası (toplam 2)
  • Yazar
    Yazılar
  • #26474
    Anonim
    Pasif

    Kutsal Yazilar’in tümü Tanri esinlemesidir ve ögretmek,azarlamak,yola getirmek,dogruluk konusunda egitmek icin yararlidir.Bunlar sayesinde Tanri adami her iyi is icin donatilmis olur. 2.Timoteus 3,16-17

    2005 yilinda Almanya’da yapilan bir kamuoyu yoklamasina göre cok az insan Kutsal Kitap okuyor.Okuyanlarin % 13 sadece arasira,% 87 ise cok az ya da hic okumadigi seklinde.Hele gencler Kutsal Kitab’in kapagini hemen hemen hic acmiyor!

    2007 yilinda Isvicre’de yapilan kamuoyu yoklamasinda ise su sonuclara ulasilmis: % 15 ‘i “gecen haftalarda” en azindan bir kere kapagini acmis % 63 ü ise en son ne zaman Kutsal Kitab’i okudugunu hatirlayamiyor!

    Bu kadar Kutsal Kitab’i az okumak ve tanimak ,toplumda korkunc bir sekilde bilgi eksikligi yaratiyor.Eger Kutsal Kitap diger siradan kitaplardan biri gibi olsaydi o zaman anlayabilirdik.

    Oysa ki Kutsal Kitap cok önemli bir seye dikkatimizi cekmek istiyor.
    Kutsal Kitap bizim bu dünyada Tanri’nin iradesine uygun,dogru ve iyi bir hayat sürmemiz icin gerekenleri gösteriyor.Hayatimiz icin gereken önemli konularda bizlere yardim etmek istiyor.Nereden geldigimiz;Burda olmamizin anlami;Bize dogruyu yapmamiz icin gereken güc; Ölümden sonraki yasam. Ve Kutsal Kitap yazilanlarin hepsinin gecerli ve degismez oldugunu cünkü Tanri Söz’ü oldugunu ilan ediyor.

    Yukarida yazdigimiz ayete göre Kutsal Kitab’in hayatimiza pozitiv ve genis capta bir etki yapip yapmadigina herkes kisisel olarak karar vermelidir.

    Rab kendisine ait olanlari bereketlesin.Rab’bin merhameti ve lütfu tüm insanlikla olsun.

    #33587
    Anonim
    Pasif

    Fikrimce, Kutsal kitap’ı okumak, okuyup anlamak ve öğrendiklerimizi imkânlarımız ölçüsünde davranışa dönüştürebilmek için sâdece zekâ yetmiyor.

    Merhamet, vicdan, adâlet, dürüstlük, sabır gibi erdemlerin de bulunması gerekiyor. Çünki Kutsal kitap’ta anlatılanlar sadece akla değil, bahsettiğim bu hasletlere de hitâp ediyor. Tıpkı bir insanın hayatını idame ettirebilmesi, düşüncelerini davranış haline dönüştürmesi için kendisine bahşedilen uzuvlara ihtiyaç duyması gibi…

    Söz gelimi zekâyı göz gibi düşünelim. Göz görür ama gördüklerini anlatamaz. Anlatabilmesi için, ağız ve dil aracı olur. Görülen (Anlaşılan) unsurların davranışa dönüşmesi için el ve ayaklar; hattâ kimi zaman uzuvlarımızın ekseriyeti çalışmalıdır. Mevzûyu akıl boyutunda değerlendirilip diğer manevi unsurlar ikinci plân da ele alınırsa; insan içinde iyilik ruhu olmayan bir varlığa dönüşür. İblis’te böyledir. O’nun zekâsından kimse şüphe edemez. Ancak bu zakâ, onun pek işine yaramamış, RAB Tanrı dan ayrı düşerek en büyük mahrûmayete mahkûm olmuştur.

    Cehennem çukuru ve içinde karşılaşılacak olan ateş azâbı dayanılmazdır. RAB Tanrı’nın azâbına dayanabilecek varlık yoktur. Fakat, cehennem ateşinden daha büyük azâp, Tanrı dan uzak kalmanın vereceği azâptır. İblis bunun farkındadır ve O’nun olmadığı tüm fikir, düşünce ve davranışları, tüm mahâretini sergileyerek bize güzel göstermeye çalışmaktadır. Çünki, insan kendisine bahşedilen dünya hayatında safını belirleyecek, gerçek hayatta ise belirlediği bu saf’a göre karşılık bulacaktır.

    İman sadece RAB Tanrı’nın varlığını bilmekle olmuyor. İblis O’nun varlığından emin. ‘Tanrı yoktur’ demiyor. Fakat daha kötü bir iş yapıyor. RAB Tanrı’nın koyduğu yasaların dışına çıkıyor. Şu hâlde, sadece bir yaratıcının var olduğuna inanıp, daha sonra keyfimize göre bir hayat sürdürmemiz bizi imanlı yapmıyor. Elimizden geldiğince, O’nu hoşnud edecek davranışlar sergilememiz gerekiyor. RAB Tanrı’yı hoşnud etme çabası; sevapları çoğaltıp cenneti kazanma arzusu ile değil, O’na olan imanımızın göstergesi olarak ele alınmalıdır.

    Evvelce İsa MESİH’in çarmıhta tüm insanların günâhına kefaret için öldüğü fikrine kahkahalar ile gülerdim. Kimi zaman da bazı forumlar da MESİH imanlısı arkadaşlarla karşılıklı fikir teatisinde bulunurken, çarmıh gerçeğinin dayandığı temel düşünceye istihzâ yollu göndermeler yapardım. Ben böyle yaptığımda onlar münâkaşayı bırakırdı. Ben de, zafer kazanmış ‘Muzaffer komutan'(!) edâsı ile kendi kendime mutlu olurdum.

    Takdir edilmelidir ki; bu hâlet-i rûhiye içerisinde bir insan, inandığı dinin kesin kes doğru olduğunu kabul eden ve zerre kadar şüphe duymayan bir insan, kendisine hâkim olmuş bu düşüncelerden kurtulamaz. Tıpkı ne kadar iyi davranırsa davransın, Adem’in ölüm yargısından kurtulmasının mümkün olamayacağı gibi…

    RAB Tanrı ‘Ölürsün’ buyurmuşsa bu takdiri hiç bir yaratık değiştiremez. ‘Değistirir’ diyenin, nasıl bir Rabbe iman etmiş olduğunu tekrar tekrar düşünmesi gerekir. Hem de hiç vâkit kaybetmeden. Şu hâlde, Adem ve soyunun, ölüm yargısından ancak RAB Tanrı’nın lütfû ile kurtulması mümkündür. Bu lütuf sonunda kurtulan insan, Tanrı’nın hoşnud olacağı bir hayat sürme gayreti içinde ise, bunu ‘Cehennemden kurtulma’ gayesi ile değil; RAB Tanrı’ya olan şükran hislerini belirtmek, imanını ve bağlılığını göstermek amacıyla yapmaktadır. Hâlbuki ‘Cehennemden kurtulmak’ için iman etmek ve buna bağlı olarak ‘İyi işler’ içerisinde bulunuyor olmak, RAB Tanrıya karşı olması gereken imânı zedelemektedir.

    Tâlmud efsanelerinden Kur’an a geçen İbrahim peygamberin ateşe atılması hikâyesi vardır. Yanlış bilmiyorsam Kitâb-ı Mukaddes de böyle bir olayın yaşandığı anlatılmaz. Bu ateşe atılma hikayesi ile alâkalı şöyle bir metafor üretilmiştir. Bu metafor bazı ince dersler veriyor.

    İbrahim peygamber için hazırlanan ateşin hararetinden tüm canlılar kaçmaya başlarlar. Her canlı ateşten uzaklaşırken küçük bir karınca ağzında bir damla su ile ateşe doğru gitmektedir. Bunu gören diğer karıncalar ona güler ve ‘Ağzındaki o su ile ateşi söndürmeye mi gidiyorsun ?’ derler.

    Küçük karınca onlara hitaben şöyle söyler.

    ‘Ben de bilirim ağzım daki su ateşi söndürmez. Ancak RAB Tanrı katında safım belli olsun isterim.’

    Karıncanın ağzındaki su büyük ateş karşısında ne kadar ‘söndürücü’ ise, bizim ömür boyu yaptığımız ve yapacağımız ‘İyi işler’in hükmü de, Rabbimizin ölüm yargısı karşısında o kadar ‘Etkili'(!) olacaktır. Hattâ böyle bir mukayese yapmak bile edepsizliktir.

    RAB Tanrı Ademi yoktan var etti. Adem cennet bahçesinde akıl almaz nimetlere Tanrı’nın lütfu sayesinde kavuştu. RAB Tanrı bu lütuf karşılığında Adem den yapamayacağı/katlanamayacağı ibadetler de istemedi. Sâdece bir ağaçtan ve meyvesinden uzak durmalarını tembih etti.

    Adem’in ayartılması sonrasında insan neslinin içine düştüğü günah yargısından da yine Tanrı bizi lütfu ile kurtarıyor. Tıpkı ilk yaratılışta olan lütuf gibi. Bir çok kimseye ‘Saçma’ gelen MESİH’in çarmıhta dökülen kanının kefâreti le kurtuluyoruz.

    RAB tanrı değişmez. O’nun kararları ve yasaları devamlıdır. İnsan da korku, şüphe ve endişe yaratmaz. Tam tersine bu yasalar, insanın hem Rabbine karşı güvenini perçinlerken, hem de öz denetim duygusunu kuvvetlendiridir. İnsan ne zaman affedip ne zaman affetmeyeceği bilinmeyen bir ‘Tanrı'(!) ya iman edemez. İnsanı hayatı boyunca hep bir ‘Acaba’ ya da ‘Şüphe’ içerisinde kalmaya zorlayan ‘Tanrı'(!) ya itaat edemez. Bu, insanın yapsına terstir.

    Birileri de çıkıp; ‘Efendim insan da Tanrı korkusu da olmalı değilmi ?’ derlerse…

    Elbette olmalı.

    Fakat ne zaman nasıl davranacağından asla emin olunamayan bir ‘Tanrı'(!)nın korkusu değil.

    ‘Ölürsün dediğinde sözünden dönmeyen, hatâ işleyen insanı kurtarmak için de kefâretini kendisi ödeyen bir Tanrı korkusu.

    Bunu çok iyi düşünmek gerek.

    Bu korku insanın akli melekelerini dumura uğratıp, ne yaptığını bilemez halde tir tir titretecek bir korku değil; bizlere yaptıklarımızın ve yapacaklarımızın sonuçlarını iyi hesap etmemiz gerektiğini tembih eden, bunu yaparken de aklı fişini çekmeyen, aynı zamanda RAB Tanrı’ya karşı târifsiz bir saygı uyandıran korkudur.

    İsa MESİH dağdaki vaazında ne hoş şeyler söylüyor.!!!

    Ne mutlu ruhta yoksul olanlara!
    Göklerin Egemenliği onlarındır.

    Ne mutlu yaslı olanlara!
    Onlar teselli edilecekler.

    Ne mutlu yumuşak huylu olanlara!
    Onlar yeryüzünü miras alacaklar.

    Ne mutlu doğruluğa acıkıp susayanlara!
    Onlar doyurulacaklar.

    Ne mutlu merhametli olanlara!
    Onlar merhamet bulacaklar.

    Ne mutlu yüreği temiz olanlara!
    Onlar Tanrı’yı görecekler.

    Ne mutlu barışı sağlayanlara!
    Onlara Tanrı oğulları denecek.

    Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere!
    Göklerin Egemenliği onlarındır.

    Bana olan bağlılığınızdan ötürü insanlar size sövüp zulmettikleri, yalan yere size karşı her türlü kötü sözü söyledikleri zaman ne mutlu size! Sevinin, sevinçle coşun! Çünkü göklerdeki ödülünüz büyüktür. Sizden önce yaşamış olan peygamberlere de böyle zulmettiler.

    Hayatımda hiç bir şeyden, bu ayetleri ilk okuduğumda memnun olduğum kadar memnun olduğumu hatırlamıyorum. Hiç bir şey için bu kadar sevinmedim. Çünki, RAB Tanrı’ya olması gerektiği gibi iman etme imkânından mahrum olan milyonlarca insan, eğer yaşadıkları müddetçe bu hasletlerden birisine sahip olarak ömür sürmüşlerse MESİH’in kanı onlar için de bir kefâret olacaktır.

2 yazı görüntüleniyor - 1 ile 2 arası (toplam 2)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.