Kadın/erkek/üstünlük/eşitlik vs…

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #27783
    Anonim
    Pasif

    Kadın-Erkek eşit midir ?
    Erkekler kendi aralarında eşit midir ?
    Kadınlar kendi aralarında eşit midir ?

    Hayır; değildir.
    Hiç kimse bir diğerine eşit değildir.

    Ben, aynı sınıfta okuduğum ve aldığı her not 10 olan, sürekli olarak sınıfını iftiharla geçen arkadaşıma çok özenirdim.
    Ancak; hiçbir zaman onun gibi olamadım.
    O doktor oldu.
    Ben, vasati bir puanla eğitim enstitüsüne gidip öğretmen olabildim.

    Sınıfımızdaki kızların % 80’i, erkelerden – tabii ki benden – daha çalışkan ve aldıkları notlarda daha yüksekti.
    Demek ki; kadın-erkek tasnifi yapmaya gerek duymadan, kimsenin bir başkasıyla eşit olmayacağını kabul etmemiz gerek.

    Herkes birbirine denk olsaydı, hayatımız çekilmez/monoton bir hüviyet arz ederdi. Her birimiz kendimizi bir konuda “yetersiz” gibi görebiliriz. Ancak, muhakkak bizi başkalarından ayırd eden farklı bir özelliklerimiz de vardır. Mühim olan şey, herkesin bu farklı özelliklerini “ortak akıl” ölçüsünde tüm insanlığın hayrına kullanmasıdır. Farklılıklar, rekabet ve yarışmayı ortaya koyar.

    Kadın-erkek insanların birbirine üstünlüğüne, nerede saf tuttuklarına bakarak karar verebiliriz.
    Bilinen iki yol vardır.
    Birisi Tanrı’nın yolu; diğeri İblis’in.
    Tanrı yolunda olan her kim, görüntü olarak ne kadar zayıf, kuvvetsiz ve hattâ ‘âciz’ görünürse görünsün, gerçekte o üstündür.

    “Ama bizi sevenin aracılığıyla bu durumların hepsinde galiplerden üstünüz.” Romalılar: 8/37

    İblisin yolunda olan, ne kadar kuvvetli, servet ve kariyer sahibi gibi görünse de o aşağılıktır.
    Çünki İblisin yanında/yolunda gerçek yoktur.

    “O başlangıçtan beri katildi. Gerçeğe bağlı kalmadı. Çünkü onda gerçek yoktur. Yalan söylemesi doğaldır. Çünkü o yalancıdır ve yalanın babasıdır. “Yuhanna: 8/44

    Üstün olma isteği bir ihtiyaçdan değil, aşağılık duygusundan ve acziyetten kaynaklanır. Bu istek kontrolden çıktığında gurur/kibir kendisini gösterir.İnsanın kendisini aciz/zayıf/zavallı görmesi de, yaşadığı hayat ve imana dâir yanlış algıları, sık sık uğradığı başarısızlılardan dolayı özgüveninin azalması ve bütün bu durumları ustaca kullanıp vesvese veren Şeytanın hilelerine kanmasıyla gerçekleşir.

    İmanında samimi olanlar, Rab Tanrı dışında kimseden bir beklenti içinde olmadıklarından, üstünlük arayışına da girmezler. Çünki insan, acziyetini kusurlarını günahlarını idrâk ettiği ölçüde Tanrı katında değer kazanır.

    “Kendini yücelten alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir.” Matta: 23/11

    Bizim, Şeytandan daha da büyük düşmanımız yine kendimizdir. Bizi bu derece aşağılık duruma düşüren de,yine kendi riyâkârlığımızdır. Kimiz, hayattan ne bekliyoruz, zekâmızı hangi yönde kullanıyoruz vs bunları iyi düşünmeli, pergelin sâbit ayağını nereye koyduğumuza çok dikkat etmeliyiz.

    Hayâtı boyunca Tanrıyı aramış, yaşadığı müddetçe kendi süfli arzu ve menfaatleri için başkalarına zarar vermemiş, hiç kimsenin omuzlarına basarak yükselmemiş, inançsız olarak da ölmüş doğru bir insan;

    “Ne mutlu doğruluğa acıkıp susayanlara! Çünkü onlar doyurulacaklar. ” Matta: 5/6

    Tanrıyı sâdece menfaâtleri sıkıntıya düştüğünde hatırlayan, bir imanlıdan ziyade bukâlemun mahâretiyle ortama uyup dindar görünen insandan daha üstündür.

    Matta: 7. Bölüm;

    22 – O gün birçokları bana diyecek ki, `Rab! Rab! Biz senin adınla peygamberlik etmedik mi? Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı?’
    23 – O zaman ben de onlara açıkça şöyle diyeceğim: `Ben sizi hiç tanımadım. Çekilin önümden, ey kötülük yapanlar!’

    İçine doğduğu kültürün kendisine Din diye dayattığını hiç önemsemden/sorgulamadan/araştırmadan kabul etmiş görünenler, daha ziyâde kendi menfaat ve gelecekleri üzerinden bir iman gösterisine girerler. Bunların esas derdi çevresiyle problem yaşamadan dünyadaki hayatını olabildiğince mutlu sürdürebilmektir. Hele o inanç kendisine öte tarafta Cennet tapusunu iman karşılığı ‘promosyon’ olarak dağıtıyorsa, halk tâbiriyle’ Yeme de yanında yat‘ durumu ortya çıkar. Bakınız bu riyâkârlığı ateist bir yazar ne kadar ilginç bir yaklaşımda özetlemiş!…

    Kaan Arslanoğlu /SOL’da yazanlar

    …Yaşar Nuri Hoca da zannediyor ki, Kuran’ın doğru mesajını halka ilettiğinde vatandaşın din anlayışı kökten değişecek! Oysa geniş yığınların ve onları oluşturan tek tek bireylerin derdi, ne doğrulardır, ne düzgün yaşamdır, ne Allah’ın dinidir. Onlar çoğunluğa uyarlar. Sadece bu. Çoğunluk o ülkede Budist’se Budist olurlar, Katolik’se Katolik, Emevi’yse, evet Emevi. Yaşamda kalmak, eve ekmek götürebilmek ve huzur bulmak için, egemene isyan edenden değil, çoğunluğa uymaktan yana tercih gösterirler…

    Hangi dinin müntesibi olursa olsun, genellikle büyük kalabalıklardaki iman mantalitesi bu tesbit doğrultusundadır.
    Halbuki bakınız MESİH, kuru kalabalıkların imanı için ne buyuruyor ?

    “…çağrılanlar çok, ama seçilenler azdır.” Matta: 22/14

    Bu gün, söyleşilerini ilgi ile tâkip ettiğim Kıpti Rahip Zekeriya BUTRUS’un 40’no lu videosunu Kanalhayat’ın sitesinden indirip izledim. İslamda ve Hristiyanlıkta kadın konusu işleniyordu. Sn. BUTRUS, tabiatıyla kadını ne kadar aşağılayan hadis var ise bunları bulup ortya dökmüş. Yaptığına yanlış diyemem ancak; eski bir müslüman olarak kadının övüldüğü/önmesendiği hadislerin olduğunu da biliyorum. Yani mevzûnun sâdece bir tarafından tutarak izaha çalışmak, en azından “şık” değil.

    Benim esas dikkatimi çeken husus ise, sn BUTRUS’un Kadın-erkek eşitliği noktasında, MESİH inancıyla alâkalı izahlara girerken, şöyle bir başlangıç yapması oldu.

    “Havva, Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldı. Eğer başından yaratılsa, kadın erkeğe üstün olur, ayağından yaratılsa bu defâ erkek kadını ezerdi.”

    sn. BUTRUSun bu açıklaması kendi düşüncesi midir, yoksa Kutsal Kitap kaynaklı mı bilmiyorum. Fakat bu yaklaşım, kadının yaratılış özelliklerini erkeğe bağımlı kılıyor. Halbuki bakınız MESİH ne buyururyor.

    Kendi kendinize, `Biz İbrahim’in soyundanız’ diye düşünmeyin. Ben size şunu söyleyeyim: Tanrı, İbrahim’e şu taşlardan çocuk yaratacak güçtedir. Matta: 3/9

    Tanrı, kadını neden erkeğin kaburga kemiğinden yarattı; bunu bizim bilmemiz mümkün değil.
    Kadının bu şekilde yaratılmış olması da, erkek için kadın karşısında üstünlük vesilesi değil.

    Âdem de topraktan yaratıldı ama toprağa hükmediyor.

    Bu şekilde kendi yaratılışında bir özellik görüp, kendine âit vehmettiği ‘değer'(!)leri de bu yaratılışa bağlayanları hiç anlayamamışımdır.
    Hattâ, Kurana göre İblis de aynı gerekçe ile isyan etmiştir.

    Ben ondan daha hayırlıyım; beni bir ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın. Sad: 76

    İslâmı ve Kuranı sorgulamama ilk bu âyet sebep olmuştu.
    Kendi kendime demiştim ki;

    “En kıt imanlı dahi, gerçek üstünlüğün Tanrı’da olduğunu, yarattıkları içinde kimi dilerse onu diğerine üstün tutacağını bilirken; İblis, nasıl olmuş da ateşten yaratılmış olmasını bir üstünlük gerekçesi olarak görüp, âdetâ Tanrıya meydan okuyabilmiştir ? Bu kadar aptalca bir iddianın sahibi, nasıl olur da kıyâmet’e kadar milyarlarca insanın iman dairesi dışına çıkmasına sebep olabilir ?”

    Şimdi, Kur’anda geçen İblisin üstünlük iddiası ile, kadının erkeğin kaburgasından yaratıldığını mesned yaparak, üstü kapalı üstünlük fetvâsı verenlerin düşüncelerindeki mantıksal hatâ aynı değil mi ? MESİH, Tanrı’nın taşlardan da çocuk yaratacağını bildirirken, bizim “hammadde” ile uğraşıyor olmamız tuhaf değil mi ?

    Her soruya muhakkak bir cevap vermek zorunda değiliz. Verdiğimiz cevaplar günü kurtarma özelliğinde olmamalı. Düşüncelerimiz, bir âyet/iman algısı ya da yoruma uygun düşerken, başka taraflardan onlarca delik açmamalı.Tanrı’nın Havva’yı yaratışındaki tüm hikmetleri bilemeyiz. Lâkin; erkeğin kadına olan muhabbeti/ihtiyacına dikkat edersek; kadının, Âdemin kaburgasından yaratılmış olmasındaki bâzı hikmetleri anlayabiliriz.

    Hayat kimilerimiz için gerçekten çok zor. Ben hayâtımızın bâzı kesitlerinden alıntılar yaparak, bu alıntıları düşünce ve tecrübelerimle yoğurup kendimce tespitler yapıyorum. Hiç kimseyi hedef almıyor ve eleştirmiyorum. Satırlara kolayca döktüğüm hususların, yıllarca çilesini çekmişliğim vardır. Bu itibarla, yazdıklarımı okuyanlar, ahkâm kestiğimi düşünmesinler. Hiç kimseye akıl vermiyorum. Emin olunuz; o akıl bekli de en çok bana gerek. İnsanlar, düşüncelerini başkalarıyla paylaşarak rahatlar. Benim yazdıklarımı da bu minvâlde değerlendiriniz lütfen.

    Henüz Hristiyan öğretişi verecek kadar imanda olgunlaşmış değilim. Bir mezhebim yok. Herhangi bir Kiliseye de bağlı değilim. Düşüncelerimi sizlerden gelen tepkilerle test ediyorum. Çünki, yaşadığım yerde sorup öğreneceğim, imana dair müşkillerimi rahtça paylaşabileceğim kimse yok. Ama bunu dert etmeye bile fırsat bulamadım şükür. Çünki, elimin altında İnternet gibi bir büyük nimet var.

    Hepsinden de mühimi, efendiler efendisinin manevi yardımlarına mazhar olmak sûretiyle, hemen bütün düşünce/fikir çilelerimi çözüyor, en müşkil ânımda yanımda olduğunu hissediyorum. Bu son cümlemi Kutsal Ruh esini aldığımı ima etmek için yazmadım. Asla böyle bir iddiada bulunmadım ve bulunmayacağım.Yazılanlar gerçekten Kutsal Ruh esini ise; bu, okuyanlara manevi bir ferahlık verir. Ama nefisten kaynaklanıyor ise, bu defa samimi imanlılar rahatsız olur. Bu itibarla, ‘Kutsal Ruh esini ile yazıyorum’ diye şerh düşmenin de bir mantığı yoktur.

    MESİHin manevi yardımlarına mazhar olduğumu belirtmem, sâdece O’na olan şükren borcumun yazıya dökülmüş basit/sıradan bir ifâdesidir.

    Benim yazdıklarmı, dileyen dilediği gibi sorgulayabilir/eleştirebilir.

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.