Hz. Meryem ve azizler, öldükten sonra mucizeler yaparlar mı?

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #26912
    Anonim
    Pasif

    Hz. Meryem ve azizler, öldükten sonra mucizeler yaparlar mı?

    (Yazar Misak Günay)

    Tanrı’nın seçtiği bazı kutsallar, bu dünyada yaşarken Tanrı’nın onların elleriyle mucizeler yaptığı Kutsal Kitap’ta bilinen bir gerçektir. Ama bu gibi Kutsal kişiler öldükten sonra da yine dünyada mucizelerini sürdürdüklerine dair bir öğretiş, Kutsal Kitap’ın hiç bir yerinde bulunmaz. Örneğin Hz Musa, Yeşu, Samuel, İlya, Elişa, Şimşon, Davut, Yeftah, Pavlus, Petrus, Istefanos gibi kişiler dünyada yaşarken, Tanrı onların elleriyle birçok mucizeler yapmıştır. Ama bu gibi kişilerin ölümlerinden sonra aynı mucizelerini devam ettirdikleri ne Eki antlaşma’da, ne de İncil, yani Yeni Antlaşma’da görülmemektedir.

    Hz. Meryem’e gelince, dünyadayken ‘yukarı odada’ 120 kişiyle beraber Kutsal Ruh’la dolmuş biri durumundadır. Bundan böyle yeryüzünde yaşarken, (İncil’in hiçbir yerinde yazılmış olmamasına karşın) mucizeler yapabileceğini düşünmek akla yatkındır. Ama ölümünden sonra hiç bir azizde göremediğimiz bir şeyi Hz. Meryem’den beklemek, Kutsal Kitap’ın genel görünümüne uygun düşmemektedir. Yineleyelim: Kutsal Kitap’ta, öldükten sonra mucize yaptığı bilinen hiç bir aziz bulunmaz. Kutsal Kitap’ın öğretmediği bir şeye inanmak ne derece doğru olur? Kutsal Kitap’ta hangi azizin mezarına gidilerek ondan mucize yapılması istenilmiştir? Ya da hangi azize mucizeler yapması için ölümünden sonra dua etmiştir? Bu konuda hiç bir ayet veya konu bulunmamaktadır Kutsal Kitap’ta. Bu, kesinlikle Kutsal Kitap’ın öğretisi değildir!

    Mucizleri yapan Tanrı’nın kendisidir. İnsan sadece bir araçtır. Tanrı eğer İbrahim’e taşa can vererek bir evlat verebiliyorsa (Matta 3:9) dünyadaki insanlar aracılığıyla da aynı mucizeleri yapmaya devam edebilir. Nitekim bunu yapmaktadır da.. Eğer Tanrı, dünyamızda yaşamakta olan kutsallar aracılığıyla yine mucizelerini devam ettirebiliyorsa, o zaman Kutsal Kitap’ın öğretmediği bir şeyi, yani ölmüş azizlere mucize yapmalarını neden bekleyelim?

    Azizlerden mucizeler beklemenin ne gibi sakıncaları vardır?

    Azizler, dünyadan gelen istekleri duyabilecek Tanrısal özelliklere sahip değildirler. Bundan başka, yalnız ölmüş azizler için değil, ama dünyada yaşamakta olup mucizeler yapan azizler için bile aynı sakıncalar vardır. Örneğin Petrus ve Yuhanna anadan doğma bir topal birine şifa verince, halk onların yanına koşuşup kendilerine tezahürat yaptılar. Bu mucize olayından ötürü, halkın Petrus ve Yuhanna’ya bakışları değişti. Sanki bu mucizeyi kendi güçleriyle gerçekleştirmşler gibi, Tanrı’ya verilmesi gereken yücelik, insana, yani Petrus ve Yuhanna’ya veriliyordu. Petrus ve Yuhanna bu tehlike veya sakıncayı görünce onları şu sözlerle hem uyardı hem de azarladı:

    Bunu gören Petrus halka şöyle seslendi: “Ey İsrailliler, buna neden şaştınız? Neden gözlerinizi dikmiş bize bakıyorsunuz? Kendi gücümüz ya da dindarlığımızla bu adamın yürümesini sağlamışız gibi..!’ (Elçilerin İşleri 3:12).

    İnsanlar, aynı tehlikeli durumu Pavlus ve Barnabas’a uygulamak istediler: Listra’da yine anadan doğma bir topal adam vardı. Pavlus ona şifa verdi ve yürüttü. Bunu gören halk, Pavlus ve Barnabas’a, ‘ilahlar geldi’ diyerek ayaklarına kurbanlar kesmek istiyorlardı. Fakat bu tehlikeli durumu gören elçiler elbiselerini yırtıp yüksek sesle halkı şu sözlerle uyardılar:

    ‘istra`da, ayakları tutmayan bir adam vardı. Doğuştan kötürümdü, hiç yürüyemiyordu.
    Pavlus`un söylediklerini dinledi. Onu dikkatle süzen Pavlus, iyileştirilebileceğine imanı olduğunu görerek yüksek sesle ona, “Kalk, ayaklarının üzerinde dur!” dedi. Adam yerinden fırlayıp yürümeye başladı.
    Pavlus`un ne yaptığını gören halk Likaonya dilinde, “Tanrılar insan kılığına girip yanımıza inmiş!” diye haykırdı.
    Barnaba`ya Zeus, Pavlus`a da konuşmada öncülük ettiği için Hermes adını taktılar.
    Kentin hemen dışında bulunan Zeus Tapınağı`nın kâhini kent kapılarına boğalar ve çelenkler getirdi, halkla birlikte elçilere kurban sunmak istedi.
    Ne var ki elçiler, Barnaba`yla Pavlus, bunu duyunca giysilerini yırtarak kalabalığın içine daldılar.
    Efendiler, neden böyle şeyler yapıyorsunuz? diye bağırdılar. “Biz de sizin gibi insanız, aynı yaradılışa sahibiz. Size müjde getiriyoruz. Sizi bu boş şeylerden vazgeçmeye, yeri, göğü, denizi ve bunların içindekilerin hepsini yaratan, yaşayan Tanrı`ya dönmeye çağırıyoruz’ (Elçilerin İşleri 14:8-15).

    Bu örneklerle şunu demek istiyoruz: Mucizeyi gören kişi hayran ve şaşkın olup, yüceliği Tanrı’ya vereceği yerde, ya insana, ya da maddeye verilebilir. İşte tehlike ve sakınca da burada başlar. Bu durumda dünyada yaşayan bir aziz, ya yukarıdaki Pavlus ve Petrus’un örneklerine uyarak halkı uyarır ve kendine yücelik verilmesini reddeder, ya da gururlanarak kendisini bir şey sayarak, yüceliği kendi üzerine alarak Matta 7:22-23 ayetlerinde sözü edilen ‘fesat’çıların durumuna düşer.
     

    Ama eğer mucıze yapan bir azize ise, diyelim ki, yapılan mucize karşısında halktan böyle yanlış ve tehlikeli bir tepki yaratılmamışsa, bu yanlış tepkinin sakıncası veya tehlikesi için kim uyarıda bulunacaktır? Aziz ya da azizeler ölmüş olduklarından dolayı, kendisine verilen yücelik için uyarıda bulunamayacaktır. Bu durumda da insanlar, Tanrı’ya vermeleri gereken yüceliği insanlara verecektir. Bu da Şeytan’ı son derece memnun edecektir. Bu yüzden pek çok kişi, türbe, ayazma, yatırları putlaştırmışlardır adeta. Tanrı’ya verilmesi gereken yüceliği, ayazmaya, türbeye, taşa, toprağa, maddeye, suya vermişlerdir. İşte tehlike buradadır! Basit bir örnek verelim:

    Evimizin önünde bir türbe vardır, yanıbaşımızda da bir ayazma vardır. Türbenin adı ‘Tezveren dede’ dir. Gerek ismen hrıstiyanlardan, gerel müslümanlardan , gerek müslümanlardan pek çok kişi o türbeye gidip adak adarlar. Adakları yerine gelince deste deste mum yakarlar. Türbeye gelenlerin, türbeye gösterdikleri saygıyı görmelisiniz. Türbenin taşnı, toprağını öperek, önünde eğilerek, etrafını birkaç kez dolaşarak, her yönünde haç çıkararak.. taşı toprağı yüceltirler. Bir defasında diyanet işleri başkanlığından uyarı niteliğinde çok güzel bir tabela asılmıştı ve şöyle diyordu: ‘Dinimizde türbelere mum yakmak günahtır!’ Ama kısa bir süre sonra o tabelayı yerinden söktüler. Türbeye rağbet artmaya devam ediyor.

    Tanrı her zaman her yerdedir. Neden insanlar imanla Tanrı’ya yaklaşacaklarına gidip ölmüş birinin türbesine bu kadar önem verirler, ve ondan yardım isterler? Tanrı Ruh’tur, Tanrı’dan şifa alabilmek için mutlaka o türbeye gitmek şart mıdır? Ya da azizleri aracı mı koymak gerekiyor? Bize şifa veren sadece Tanrı ve Tanrı’ya olan imanımız mıdır, yoksa belirli bir yer, belirli bir toprak, belirli bir su mudur? İşte tehlike burada! Önemli, değerli olan ve yüceltilmesi gereken Tanrı iken, tam tersine maddeler, sular ya da yaratılmış insanlar oluyor.

    Bundan başka insana hayretlere düşüren başka bir şey de şudur: İncil’de mucizeler yapan Pavlus, Petrus, İstefanos gibi kutsallar varken, bugün kendisinden mucizeler yapması istenen kişiler tanınmadık, bilinmedik kişilerdir. Hz. Meryem’in herhangi bir mucıze yaptığına İncil’de kesinlikle rastlanmamaktadır, ama dua kitaplarında ve ayinlerde kendisinden mucızeler yapması ve şifa vermesi istenen kişinin Meryem olması çok ilginçtir.

    (Devam edecek)

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.