Hrıstıyanlıktan Önce Roma ve Yunan’da Din.

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #27532
    Anonim
    Pasif

    Hrıstıyanlıktan Önce ROMA Ve Yunan Din’i

    Romalılar, olağan veya olağanüstü tabiat olaylarını ve bu olayların arkasında “vehmettikleri gizli güçleri”, tanrılar edinmişlerdir.

    Romalıların bu dönemde; Helenler’de(Yunan’da) olduğu gibi; tanrı tasvirleri, putları, tapınakları yoktu. Evlerinin ocaklarını, kilerlerini, koruları, mağaraları, su kaynaklarını; tanrılarıyla “iletişim ve tapınma yeri” olarak kullanıyorlardı.

    Roma Dini’nde bir sonraki aşama; ilkel kabile dini veya Latium köylü dini olarak adlandırılan; aile içi din kültlerinin oluşumudur. Aile içindeki bu düzen, Roma’nın kentleşmesi ile birlikte, bir sistem oluşturmuş ve tarımsal kült oluşumu değişerek; devlet dininin temellerini meydana getirmiştir.
    Aile içi soyut tanrılar, artık devletin koruyucu tanrılarıdır. Aile içiyle sınırlı tapınma törenleri, Devlet’in resmi törenleri haline gelmiştir.

    Roma Dini, Etrüsk Krallığı ve daha sonraki Cumhuriyet döneminde; dışa açılmayla birlikte farklılaşmıştır. Böylece, geleneksel soyut paganizm, ile putperestliğe adım atmıştır.

    Bu başlangıç, soyut paganizm, Helen tanrıcılığı ve mitolojisi, Hint, Mısır, Mezopotamya ve Anadolu putperestliği ile birleşerek, Roma Dini’ni oluşturdu.

    Senatörlerden oluşan din adamları sınıfı, tapınaklar ve putlar da, böylece ortaya çıktı.

    Helen topraklarının, M.Ö.146’da ele geçirilmesiyle; Yunan tanrıcılığı, felsefe ve kültürü, Roma’yı etkilemiştir.

    Yunan putperestliği ve felsefesi, Roma elit tabakası ve halkı arasında hızla yayılmıştır.

    Etrüsk döneminde, şehirlerde adlarına tapınaklar kurulan, “Tinia, Uni, Menrva” üçlü tanrıları, daha sonra Yunan tanrıları “Zeus, Hera, Athena” ile özdeşleşmiştir. Bunlar, “Jüpiter, Juno, Minerva” olarak isimlendirilmiştir.

    Diğer Yunan tanrıları;
    Poseidon(Atlantis’in de baş tanrısı),
    Selena(ay tanrısı),
    Hades(yeraltı tanrısı),
    Afrodit(aşk tanrısı) ve
    Ares(savaş tanrısı)dir.

    Bunların Roma’daki karşılıkları; yani isimleri ise sırasıyla; Neptun, Luna, Pluton, Venüs ve Mars’tır.
    Roma ordusunda görev alan bir subay, tapınağa gider. Rahib aracılığıyla, yüzüne kan sürülerek, düşmanlarına karşı savaş tanrısı Mars’dan yardım ve lanet diler. Roma ordusu, savaşlarda, Mars’a bağlılıklarını bildirerek; bu Mars masklı şeytandan yardım ister, hep bir ağızdan haykırır.

    Diğer Yunan tanrıları da, zamanla farklı isimlerle, Roma putperestliğinde yerlerini almışlardır. Roma’nın geleneksel cinsiyetsiz tanrıları, Yunan etkisi ile cinsiyet kazanmış; soyları, aşk öyküleri, kavgaları olmuştur.

    Romalılar da, Yunanlılar gibi, önemli gördükleri kişileri ve olayları kutsallaştırarak; tanrılarının sayısını artırmışlardır. Roma’nın kuruluşu, kutsallaştırılmış; kurucusu Romulus’da tanrılaştırılmıştır. Ayrıca Satürunus da, çiftçilerin tanrısı olarak bilinir.

    DİN: RESMİLEŞİP-KURUMSALLAŞIYOR
    Zamanla Roma Dini, tümüyle kurumsallaşmış ve devlet kontrolüne girmiştir. Bu aşamadan sonra, işgal edilen ülkelerden getirilen tapınma kültleri, devlet denetimine tabi olmuştur. Devlet dinine ve siyasetine uygun olmayan tapınma kültleri, elenmiş ya da uygun hale getirilmştir. Bu durum, bundan sonraki dönemin, karakteristik bir özelliğidir.

    Augustus(MÖ 27- MS 19), Roma Dini’nin, kurumsallaşıp- resmileşmesinde önemli rol oynamıştır. Augustus, Hint-Avrupa köklerinden gelen Roma geleneğine bağlı olmasına rağmen; kapıyı, paganist yeni kültlere açık tutmuştur. Roma geleneklerini, Helenistik öğelerle kaynaştırmıştır. Bu dönemde, din adamları, devlet tarafından seçilip, görevlendirilmiş; dini kurumlar, Roma’ ya; imparatora hizmetle, mükellef tutulmuştur.

    Genel olarak tüm doğu dinlerinde görülen; imparator, kral veya firavunların ilahlaştırılması, Roma’da Caesar(Sezar) ile başlamıştır.

    Sezar’dan sonraki imparator ve aileleri, hayattayken tanrılaştırılmışlardır.

    Başlangıçta, putlara tapınan halk, daha sonra bu kurumları kendi bünyesinde toplayan imparatora yönlendirilmiş ve imparator da, putlaştırılmıştır.

    Devletin, din üzerindeki kontrolü ve baskısı, zaman zaman artmıştır. İmparator Tiberius döneminde, Roma’da, Mısır ve Yahudi dini yasaklanmış; bu dine girenlere, ağır cezalar verilmiştir.

    ROMA‘DA: ” BÜYÜCÜLÜK, KEHANET, FAL”

    Roma’da; sihir, falcılık, kehanet ve büyücülük kurumsallaşmış ve Roma Dini’nin ayrılmaz bir parçası olmuştur.
    Büyücülük-kehanet, tüm çok tanrıcı eski uygarlıkların, ortak temel özelliğidir.
    Büyüler, büyülü muskalar, çeşitli sihirler, geniş halk kitleleri tarafından çok sık baş vurulan ritüellerdir. Büyü ile uğraşan insanlara, halk ve Roma imparatorları, önem vermişlerdir.
    İmparator Klaudius, bu konu da bir okul açmıştır. Hadrianus ise bizzat büyü ve astroloji ile uğraşmıştır.
    Putperestliğin ve onun ayrılmaz bir parçası olan büyücülüğün kökleri, elbette Şeytana(İblise) ve onun avanesine dayanmaktadır.

    Kırık çıkıkların tedavisi, köpek ısırmaları, baştaki yaralar- urlar, cinsel hastalıklar, kişisel rekabet ve çiftçilikte; kısacası hayatın her alanında, büyüye, yaygın bir şekilde başvurulmaktaydı. Roma’da, Cumhuriyet ve İmparatorluk dönemlerinde, büyüler, konularına göre sınıflandırılmış ve kurallarını içeren bir büyü terminolojisi oluşturulmuştur. Mahkemelerde, rakiplerini sindirmeye yönelik büyüler ve aşk büyüleri davaları görülmüştür.
    Roma Devlet Dini’nde ve halkın sosyal yaşamında, büyü alışkanlığının, ne kadar önemli bir yer tuttuğu, arkeolojik bulgularla kanıtlanmıştır.

    HAYVAN KARACİĞERİ: TANRILARLA İLETİŞİM

    Tabiat olaylarını, kehanetle yorumlamak, bazı kutsal saydıkları hayvanların iç organlarına, ya da kuşlara bakarak; Roma’nın, siyasal, sosyal, askeri politikasıyla ilgili kehanette bulunmak; din adamlarının görevlerindendir.

    Tanrıların, duaları kabul edip etmedikleriyle ilgili işaretleri yorumlayan kişiler; senatörler ya da yüksek devlet memurları arasından seçilirdi. Bu kişilere, gözlemledikleri işaretlere göre isimler verilirdi.

    Kartalların, akbabaların uçuşuna, tavukların, bazen de ineklerin yeme şekline bakarak kehanette bulunanlara,”augur”; “kuş bilimci” denirdi.

    Etrüsk dininden hareketle, hayvanların iç organlarına bakarak kehanette bulunanlara ise, “haruspex” adı verilirdi. Bu kişiler, hayvanların iç organlarına bakarak; tanrıların, kendilerinden ne istediğini bulmaya çalışırlardı.

    Roma tarihçisi Titus Livius, (İÖ 340) yılında; “Roma ordusunun, savaşmadan önce bir kurban adadığını; haruspex’in, bu kurbanın karaciğerini inceleyerek; o dönemin konsülü Decius’a, tanrıların kendi yanlarında olduğunu söylediğini ve bunun üzerine, Roma ordusunun savaşa girdiğini” yazar.

    TANRILARA: “KURBAN VE YİYECEK TAKDİMİ”
    İS 1. yüzyılda: Üçlü-kurban töreni; boğa, koyun, domuz. (Louvre Müzesi). Aynı şekilde köpekleri kurban ediyorlardı.
    İç organ inceleyen kahin: “haruspex” (İÖ 5. yy).

    Kurban törenleri, Roma Dini’nin en önemli ritüelleridir. Bir taraftan, icad ettikleri tanrıların, öfkelerini dindirmek, diğer taraftan da, tanrıları memnun etmek için kurban takdim etmektir.
    Bu takdimede; çeşitli hayvanlar, yiyecek- içecekler sunulurdu. İmparator Augustus zamanın da yaşamış Verrius Flaccus‘a göre, liste şöyledir; “has buğday, mısır unu, şarap, mayalı ekmek, kuru incir, peynir, bulgur, susam, yağ, pullu balıklar. Hayvanlardan da domuz, sığırlar, koyun ve köpekler.”

    Bu listenin dışında, tanrılar yesin-içsin diye daha başka yiyecekler sunulmuştur.
    Örneğin, süt, bu yiyeceklerin en önemlilerindendir. Ilık süt, en eski tanrıçalardan Pales’in hoşuna giderdi.

    Erkek kurbanlar, tanrılara, dişi kurbanlar ise tanrıçalara sunulurdu.

    Göksel tanrılara, açık renk tüylü, yeraltı tanrılarına ise, koyu renk tüylü hayvanlar kurban edilirdi. Bazı tanrıların ise, özel kurbanları vardı. Jüpiter, iğdiş edilmiş boğa, Apollon, Mars, Neptunus ise, el değmemiş boğa isterdi.
    Boğanın, balyozla kurban edilişi. (Vespasian tapınağı, Pompei)

    TANRILAR ONAYLAMAZSA: “KURBANA DEVAM”

    Kurban, süslenip, boynuzları yaldızlanarak tapınağa götürülür. Kafası, tuzlu has buğday ununa batırılarak, şarap sunulurdu. Sonra hayvanın alnına, çekiç, balyoz veya balta ile vurulur, hayvanın kanı, sunağa sürmek için bir kap içerisinde biriktirilirdi. Eğer bu işlemler sırasında, hayvan direnir veya kaçarsa, bu kötüye yorumlanırdı.

    Tanrıların razılığı için, iç organlara bakılır. Şayet iç organ falının sonuçları kötü çıkarsa, yeni bir hayvan daha kesilirdi. Roma senatosu, İÖ 176’da aldığı bir kararla; bu konuyla ilgili kesin kuralı ortaya koymuştu:

    “Tanrıların rızası alınıncaya kadar, yetişkin kurbanlar keserek törene devam edilmelidir.”

    LANET, BÜYÜ VE KAN TAKDİMİ

    Parçalanan kurban etlerinden, daha çok kan içeren bölümleri alınırdı. İlahlarına sunulmak üzere, kanla yıkanmış sunak üzerinde yakılırdı. Kurban sahibi ve yardımcıları, tanrılara sunulan parçalardan artanları, yiyebilirdi.

    Sıradan insanların özel tanrıları olduğu gibi, Soyluların, özel mabetleri vardı. Bu özel mabetlerde, tanrı ve tanrıçalardan oluşan maske-putlar bulunmaktaydı. Özellikle düşmanlarına karşı yardım istemek ve lanet için, “cin -şeytanlar”ın meskeni olan bu mabet odalarına gider; düşmanlarına, lanet isterlerdi. Kendilerine ve ailelerine yardım dilemekten daha çok; işlerine ve aşklarına mani olan düşmanlarına, ilahlardan lanet isterlerdi .
    Bu şeytani ilahlara baş vurarak; “büyü ve lanetleme”, toplumun her kademesinde baş vurulan bir yöntemdi.

    Dileklerinin gerçekleşmesi için ilahlarına, kurban ve kan adamak; yüzlerine kan sürmek, hatta bir çukura girerek; kurbanın kanıyla bulanmak, yaygın bir ritüeldi. Kurban, sunakları, mabetleri ve kişileri, kanla yıkamak ve adeta kan takdim etmekti.

    YUNAN “SİBYLLA KİTAPLI BÜYÜCÜLÜĞÜ”: ROMA’DA

    Yunan Dini’nden, Roma’ya aktarılan bir büyücü kültü de, Sibylla’nın Kitapları ve Sibyl Rahibeleri’dir. Roma’nın bu kitaplarla tanışması, İÖ 367 veya daha eski bir tarihtir.

    Sibyl adı verilen bu kahin kadınların kitapları, esas olarak Asya orjinli bir kehanettir. Bu kitaplar, Yunan putperestliğine ait putların, birer birer Roma’ya getirilmesine vesile olmuştur. Yaşlı Plinius, bu kitapları şöyle tanımlamıştır:

    “Bir kehanet gücü ve semavi dünya ile bir tür görkemli iletişim.”

    Yunan tanrıları ve ritüellerini de içeren bu kitaplar, Roma’ya getirilerek, Capitolyum‘daki Jüpiter Tapınağı’na konmuştur. Sonra da, Augustus döneminde Palatinus’taki Apollon Tapınağı’na yerleştirilmiştir. Romalılar, askeri bir felaket veya salgın bir hastalığın yol açtığı bunalımlarda, bu kitaplara başvurmuşlardır.

    FELSEFECİ CİCERO: “TANRIÇA CERES’İ YATIŞTIRDIK”

    Nitekim, Roma’nın, Kartaca ile yaptığı savaşta, bu büyü kitaplarına başvurmuşlardır. Romalı felsefeci Cicero, şunları yazar:

    “Atalarımız zamanında, devletimiz zor ve sıkıntılı günler geçirirken, Tiberius Gracchus öldürüldüğünde ve alametlerden büyük tehlikelerin, dehşet yaratacağından haberdar olunca; Sibylla kitaplarına başvuruldu ve bu kitaplardan, en eski tanrıça Ceres’in yatıştırılmasının gerektiği anlaşıldı.”

    Roma’da, bireysel Gizem dinlerine de temel oluşturan Sibylla kitapları, Roma Dini’ne değişik törenler de katmıştır. Bu törenlerde; yiyecek ve içecek doldurulmuş sofraların yanına, tanrı heykelleri yerleştirilerek halka sunulurdu.

    Bu törenlerden birisinde de, heykeller-putlar, tapınaklardan çıkartılır, döşeklere yerleştirilir ve halk, başlarına çelenkler takıp, defne dalları taşıyarak, bu döşeklerin arasında dolaşırdı. Soylu Romalı kadınlar da, tanrıların köleleri olarak saçlarını dağıtıp, sunakları süpürürlerdi.

    Kaynak:http://www.yaklaşansaat.com

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.