Hristiyanlık’ta mezhepler ve Protestantlık…

  • Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #26870
    Anonim
    Pasif

    Hristiyanlık’taki her mezhep ezici tarihi koşulların iteleyişi sonucu şekillenmiştir. Öyle durup dururken birilerinin şahsi keyfi olsun diye icat edilmemiştir, her ne kadar şekillenmelerinde bazı ‘kilit’ kişiliklerin rol oynadığı gerçek ise de. Şekillenmelerinde insani zaaflar da rol oynamıştır, insanlık tarihindeki yaklaşık herşeyde olduğu gibi, kuşkusuz. Ama şekillenmelerine neden olan sebepler tarihin bireyleri aşan koşulları sayesinde belirmiştir. Bu çok nazik bir konudur ve bu yüzdendir ki eleştiri yöneltmeden evvel tarihte nelerin olmuş olduğunu iyi niyetlice ve detaylıca anlamaya çalışmak lazımdır. Aynı zamanda bu tür bir incelemede bulunuyorken göz önünde bulundurulması gereken bir başka çok önemli unsur da geçmişi bugünün filtresinden görmememek. Geçmişi kendi şartları içersinden tetkik etmek, mümkün mertebe (Elektrikli ışıklandırmanın gayetle normal hissedildiği bir dünyada elektrik diye bir şeyin bilinmediği bir dünyayın şartlarını tahayyül etmek kolay değildir ama bu zorluğun farkındalığı olmadığı zaman söze değer tarihi araştırı da yapmanın mümkünü yoktur). Dolayısıyla, bu konularda bir zıtlık bir ‘yenen- yenilen’ mantığına hapsolmanın hiç bir faydası olmaz, ne Hristiyanlar’a ne de, genelde, insanoğluna.

    Katoliklik’te Papa’nın ayaklarına kapanmalar, yargısının hatasız olduğu inancı, kiliselerin natüralistik resim ve heykellerden kiliseden çıkmış daha ziyade bir müzeye benzemiş olması, dünyevi ihtişama verilen önem falan elbette ki birer sorun. Hatta Ortodoksluk’taki çok daha aşırılıksız olmasına rağmen var olan dünyevi ihtişam düşkünlüğü de bir sorun (hele bir de o papazların vapur bacasına benzeyen, iktidar gösterisi kokan küllahları :-). Tüm bunlara karşı Protestant’ların sadeliğe olan yönelimleri tabi ki yerinde bir hareket. Ama… bu olayların bir yönü sadece. Protestantlık ne yazık ki ‘sadeleştirelim’ diye çok esaslı olan bazı unsurları da yok edivermiş, kiliseyi bir ahlakçılık kuralcılığına indirgemiştir. Bir aralar eşler arasıdaki cinsel münasebet bile, haz alınmasın diye üzerlerinde müsait yerlerinde delikler açılı giysilerle yapılacak diye kurallar koymaya kadar götürmüştür meseleyi. Meşhur ‘püritanizm’ kelimesi bir Protestant akımından esinlenilip bugün kullanılan anlam içeriğini edinmiştir . Protestantlık’taki hayat yaklaşımı aşkı sosyal düzeni bozan bir hastalık sayıp yasaklamaya çalışmıştır özetle :-))) Dolayısıyla da, mistik, manevi, insan varlığının tümüne hitap eden ana öğeleri de yok saymıştır, hemen hemen. Ortadoğu Ortodoks geleneğinin daha yedinci yüzyıldan eserlerinde duanın Yaradan ile Yaradılan arasında varlıksal-bütünsel anlamda bir sevişme olduğuna değinen eserleri Protesant zihniyetine sahip bir çok çevrece bugün bile skandal sayılır. Koca, tarihin gelmiş geçmiş en büyük mistiklerinden onuncu-onbirinci asırlarda yaşamış İstanbul’lu aziz Simeon bazı Protestant zihniyetli illahıyatçılarca akıl hastası sayılmıştır :-) Adamların herşeyi ahlakçı bir kuralcılığa indirgeyen zihinde hapsolunmuşlukları nasıl izin versin ki bu gibi dünyevilik ve zihniyetçilik sefaletinden uçmuş gitmiş kişilerin hayat algılayışını idrak etmeye.

    Hatırlarım, Hristiyanlık hakkında çok iyi niyetli bir arkadaş günün birinde Protestant ortamları gördükten sonra ‘bunlar bize ne desin… komik geliyor abi’ şeklinde bir ifadede bulunmuştu. Hemen anlayıvermiştim ne demek istediğini. Ezan’la, camilerdeki kandilli, kilimli sıcak atmosferlerle, kendi halinde edepli sakallı dedelerle, gayetle insanca bir saygılılığı ifade eden büyüklerin ellerini öpmelerle, tekkelerdeki ney’in mütevazi ama bir o kadar da coşkulu sesiyle, derviş babalarla, devasa ağırlığı olan mistik simalarla, evliya kabri ziyaretleriyle yüzyıllarca yoğrulmuş bir kültürel ortamın ferdine Protestant ortamlarda bunca sık rastlanan salt akılcılık ve bu salt akılcılığın tek boyutluluğu, yüzeyselliği pek bir şey ifade edemez elbet. Komik gelir hatta. Bu tür bir kültürel ortama konuşabilecek bir gelenek olsa olsa Hristiyanlığın bu bölgelerdeki kadim geleneklerinden biri olur. Mesela, ikonları Türkçe yazılı, illahileri Türkçe okunan bir Bizans mimarisi kilisesi düşünün… Hangisi bir Türk’ü evinde hisettirir… Alman Protestant’ın veya Katolik İtalyan’ınki mi yoksa Bizanslı’nınki mi… Zaten Osmanlı maneviyat kültürü ortamı kendinden evvel var olan Bizans, Ermeni veya Süryani maneviyat kültürünün İslamiyet’e bir adaptasyonu değilmidir… Osmanlı İslamiyet’inden Şeriat’ın şiddetini, çok kadınlı evliliğini, kadının edep gerekçesiyle boğucu koşullarda yaşatılmasını ayıklasa, sanatına aşırılıksız bir görsellik katsa, medeni ortam olarak Ermeni ve Anadolu Mesihiliği motifleri ile bezenmiş bir Bizans Hristiyanlığı ortamı çıkar karşısına insanın :-)

    Gerçek her tür tasvirini aşar… Gerçeği bir tasvirine sığdırmaya imkan yoktur. Protestantlık bunu yapmaya çalışır ve bu sebepten dolayı gerçek dışı ideal bir dünyada soluk aldırmaya çalışır insanı (istisnalar hariç tabi). İnsan da makineleşir solar, öyle bir ortamda. Ve neticede kiliseye düşman kesilir, terkeder. Kuzey Batı Avrupa’nın Hristiyanlığının durumuna bir bakıverin, anlarsınız bu sözün gerçeğini. Ateizmin en sık rastlandığı ortamlardandır Arz’ın bu bölgeleri (intihar vakalarının de en sık olduğu, aynı zamanda). Halbuki insan çocuğu doğdu mu ‘kurtarayım’ diye vaftiz etmeyi ister (eğer herşey şahsi iradeyse sobaya elini değdirmeye kalkışan çocuğa niye engel olunsun ki :-), yakını öldü mü ardından ağıt yakmayı, ruhunun huzur bulmasını arzular. Tanrı dostluğunu kazanmış azizlerin meclisinde olmakta teselli bulur. Kandillerin Kainat’ın ‘hayat’la dolu olduğunu hatırlatan rüzgarla titreşebilen, ışığında gönlü yumuşar, hayatın kendi bireysel nefsi gücünü aştığının farkına çok daha kolay varır. Tanrı’nın bereketini madden de hissetmeyi ister… kutsanmış suya batırılmış fesleğenin alnına değmesi hoş gelir kendisine. Ak saçlı, ak sakallı, yüzü nurlu, tonton dedeyi, nineyi elinden öpmeyi ister. Gaflete düşkünlüğünün farkında olup el altında kendisini zikre bağlı tutacak tesbihin ihtiyacını hisseder. İnsan sadece akıl değil, duygudur da çünkü, vücuttur da. Ve maneviyatı duygularıyla da, vücudu ile de algılamayı ister. İnsandan duygu ve vücudu söküp kendisini salt akılla yaşamaya mahküm ederseniz, manen hadım etmiş olursunuz kendisini. Tanrı’nın ebedi Kelam’ı vücuda bürünüp de geliyor aramıza. Üzülüp gözleri yaşarıyor insanların haline. Hristiyan maneviyatı vücudu, duyguyu dışlayan soyut bir maneviyat değildir. ‘Katolik’tir, yani herşeyi, hayatın her boyutunu kapsayandır (kelimenin tam anlamı budur ve terim olarak sadece Roma Katolikleri tarafından kullanılmaz). Aşk kadar ‘mantıksız’ şey var mı bu hayatta… yoktur ama aşksız bir hayat düşünün… tam bir cehennemdir. Aşk’ı reddeden bir bastırılmışlık (ister insani olanından olsun, ister İllahi olanından) Nazi ideolojisi türünden bir hayat yaklaşımına dek sürükleyebilir insanı.

    Ama tüm bu tespitlere rağmen… Protestantlığın Türkiye’de niye kendisine saha buluyor olduğunu çok iyi anlıyorum. Kendilerini kınadığım da yok hiç. Haklılar adamcağızlar. Hz. İsa Mesih’i tanıyorlar… ama gidecekleri yer yok. Ortodoks’u Rum’luk milliyetçiliğine hapsolunmuş, Gregoryen’i Ermeniliğe, Katoliği İtalyanlık ve Levantenliğe. Eh nereye gitsin ki Türkiye’nin Mesih müridi, Protestantlığa gidecek elbet. İyi de yapacak. Kadim gelenek mezhepleri havariliklerinden (apostolicness) olmuş nasıl olsa. Saha Protestanlar’a kalmış. Papa Eftim vakası gibi vakalar da tüm tarafların milliyetçilik lanetine kurban gitmiş olmaları sayesinde trajik bir tarihi anı olarak kalabilmişlerdir ancak hafızalarda.

    Ben Türkiye dışında yaşayan bir Ortodoks cemaati mensubuyum… baştan beri de farkındayım burdaki forumun Protestant eğilimli bir forum olduğunun. Ama şartların da farkındayım. Olsun demişim içimden… adamcağızlar Hz. İsa Mesih’i izlemeye arzulular. Bir cemaate mensup olma ihtiyaçları var. Kilise cemaattir zaten. Her tür yabancılaşmadan kurtuluş, cemaat halinde yaşayıştır. Bunu şu an kendilerine Protestantlık verebiliyor. Eh, helal olsun… neticede herşey Tanrı’nın elinde. Öyle olsa da katkıda bulunmamak günah olur. Kaldı ki bir de iyi niyetli, Rab’be teslimiyetli insanlar oldu mu bir ortamda cehennemi bile Cennet’e çevirirler, kendilerine Yüceler’den bahşedilmiş lütufla.

    İşte… olayları görüş persepktifim bu. Burdaki bazı kardeşlerin yazmış olduklarına tepkim de bu perspektiften kaynaklanıyor. Biz şuracıkta bir avuç insan elden geldiğince bir katkıda bulunmaya çalışıyoruz şu burdaki forumun Türk dilli olanlara Hristiyanlığı tanıtma, bunca yaygın yanlış anlaşılmaları dağıtma çabasına… mezhepler ayrı diye aramızda kavgalar etmeye başlayacaksak vay halimize. Üstelik bu tür kavgalar boş hep… isteyen istediği mezhepte kalır. Kendisine huzur hissettiren yere gider. Hristiyanlık pratik düzeyde en başta budur… vicdan hürriyetine saygı. Bu saygı olmadı mı gerisi laftır. İnsanlar birbirlerini farklı görüşlere sahip olmalarına rağmen sosyal bir düzeyde kabullenemiyorsa, eh o zaman değil Hristiyanlık’tan, basit insani bir akıl normalliğinden bile söz edilmesi imkansızdır. Bir Budist, bir Hinduist, bir Şamanist ile aynı masada oturup da kardeş kardeş, kendilerini ‘kendi safına geçirme’ kaygısı olmadan bir çay içemiyorsa insan, değil Hristiyan, aklı başında biri bile sayılamaz. Kaldı ki Hristiyanlık’ta insanı ‘insan balıkçısı’ yapan Tanrı’ya tam teslimiyetin kaygısızlığıdır. Aziz Fransis’in çok güzel bir sözü vardır, ‘her tarafa Hz. İsa Mesih’i müjdeleyin, gerektiğinde söz de kullanırsınız’ diye :-)))

    Kilise olgusu zaten… insanın dünyevi zihniyetine korkunç bir yoklanış teşkil eden bir paradoksun üzerine kuruludur: Tanrı’nın tekelinin kimsenin elinde bulunmayışı gerçeği paradoksu. Ruh’ul Kudüs istediği yere eser. Tanrı’nın ruhunun kime ve nereye eseceğine sadece Kendisi karar verir. Kilise’nin en merkezi öğretilerinden biridir bu, her ne kadar iktidar ayartısından dolayı hasır altı ediliyorsa da sık sık. Kurtuluşun sadece Kilise’de var olduğu da bundandır. Tanrı’nın tekelinin kimse ama kimsenin elinde olamayacağı öğretisi üzerine kurulu olduğundan yani. Yeni Ahit anlatılarında Farisiler’in Mesih’e olan hınçları Mesih’in Farisiler’in Tanrı lütfunun tekelini ellerinde olduğu inancını yerle bir ettiğinden değil midir… Hz. İsa Farisiler tarafından Tanrı lütfuna mazhar olması imkansız sayılan Romalılar’a bile ‘inançlılar’ diye şifa dağıtıyor. Hatta bazıları hakkında ‘böyle inanca Yehuda diyarında bile rastlamadım’ şeklinde sözler etmekten hiç çekinmiyor.

    Hristiyanlık İncil’deki ‘kadirbilmez oğul’ meselindeki ‘baba’ gibidir. Hristiyanlığın edebi budur… ‘Git’ der gitmek isteyene, istediğinde de dönersin ‘biz burda kucağımız açık seni bekliyor olacağız’… İşte bu gerçeği hazmetmiş olanda mezhep kavgası diye de bir şey olamaz artık.

    Tarih akmaya devam ediyor. Muhtelif hayat koşullarının kendilerini değişik mezhep ortamları içersine getirmiş olanların birbirlerinin görüş açılarına kapalı olmaları gerekmez. Söyleşideyiz. İyi niyet, önyargısızlık ve karşıdakini anlamaya heves oldu mu yarar olur, zarar olmaz, her halükarde.

    Herkese sevgiler…

    Not: Protestantlık öncesi kilise tarihinde, mesela, görselliğe, resme önem verilmesi baskının henüz icat edilmemiş olmasından ve ümmilik oranının çok büyük oluşundandır da elbet. Evinde kitap bulunduramayan halkın Yeni Ahit’teki olayların resim aracılığıyla hafızasına geçmesine çalışılmıştır, doğal olarak. Bazı Bizans kiliselerindeki duvar resimleri bugünkü çizgi romanların yaklaşımını hatırlatır hatta. Ufak ufak kareler içersinde İnciller’deki anlatılar resmedilir, sıralarıyla. Prostantlığın belirişi ise matbanın icadının hemen sonrasına da rastlar. Üstelik matbanın icadı Protestantlığın belirdiği bölgelerde olmuştur. Bireyleri aşan tarihsel koşullar dememiş miydik… :-)

    Bir de… Tarihte Protestantlık dünyasında manevi derinlikleri müthiş, şahane insanlar geçmiştir. Bunu kim yadsıyabilir ki. Bu insanlar bulundukları ortam içersindeki her olanaktan yararlanıp Rab’be adamışlar kendilerini. Protestant diye yargılamak mı gerekir… Tanrı korusun.

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.