Dünyadaki üç düşmanimiz

  • Bu konu 1 izleyen ve 2 yanıt içeriyor.
3 yazı görüntüleniyor - 1 ile 3 arası (toplam 3)
  • Yazar
    Yazılar
  • #26724
    Anonim
    Pasif

    DÜNYADAKİ BİRİNCİ DÜŞMANIMIZ: ŞEYTAN
    (Yazar: Ralph Shallis)


    Yeniden doğuşumuzdan önce, kötülüğün var olduğunun az ya da çok bilincindeydik. Savaşlar, açlık, esir kampları, hava kirliliği, yozlaşmışlık, yıkılan yuvalar – tüm bunlar bizleri gerçekten rahatsız ederdi. Ama şimdi yeniden doğduk ve her şeyi Tanrı’nın parlak ışığında görüyoruz. Bu yüzden, Kötü Olan bizim için çok daha korkutucu boyutlara ulaşıyor. Onun varlığının şimdiye dek hiç olmadığımız kadar bilincindeyiz. Dünyanın gerçekten nasıl bir durumda olduğunu, insanlığın içine düştüğü inanılmaz aldatmacaları, kötülük etmekten aldıkları zevki, Tanrı konusundaki bilgisizliği ve ruhsal ufuk eksikliğini gördükçe büyük keder duyarız. Bizim keşfettiklerimizi herkesin anlamasını isteriz. Yüreğimiz Tanrı’nın ıstırabının, Mesih’in, kendisini reddeden dünyaya karşı ifade edilen o eşsiz sevgisinin bilinciyle ağırlaşır. İblis’in gerçek boyutunun tam olarak farkına varmaya ve gerçek doğasını anlamaya başlarız.

    Sizlere şimdi artık Tanrı’ya ait olduğunuz için, kötülüğün güçlerinin size karşı mevzi almış olduğunu anlarsınız. Bu güçler sizi ele geçirmezler, çünkü Mesih onlardan güçlüdür, ama onlar da güçlü ve tehlikelidirler. Uyguladıkları taktikleri bilmeli ve onlara Tanrı’nın sağladığı ruhsal silahlarla karşı durmalısınız. Anlamak zorunda olduğunuz birtakım noktalar vardır: Kötülüğün üç kaynağı vardır: ‘İblis, dünya ve benlik’.


    Birinci düşmanımız: İblis

    Orta Çağ’dan kalma oldukça yanlış, hatta gülünç bir iblis kavramını miras almışızdır. İnsanlar genellikle onun başında boynuzları olan, cehennemde yaşayan, ara sıra bizleri günaha sokmak için dışarı çıkan mitolojik bir karakter olduğunu düşünürler. Oysa Kutsal Kitap’ın bu konudaki öğretisi tamamen farklıdır! Bu konuda Hezekiel 28:12-19’da şöyle okuyoruz:


    İnsanoğlu, Sur Kralı için bir ağıt yak. Ona diyeceksin ki, `Egemen RAB şöyle diyor:

    `Kusursuzlukta örnek biriydin, Bilgeliğin ve güzelliğin eksiksizdi.
    Sen Tanrı`nın bahçesi Aden`deydin. Yakut, topaz, aytaşı, Sarı yakut, oniks, yeşim, Laciverttaşı, firuze, zümrütle, çeşit çeşit değerli taşla bezenmiştin. Kakma ve oyma işlerin hep altındandı. Bunlar yaratıldığın gün hazırlanmışlardı.

    Meshedilmiş*, koruyucu bir Keruv* olarak Seni oraya yerleştirdim. Tanrı`nın kutsal dağındaydın, Yanan taşlar arasında dolaştın.
    Yaratıldığın günden Sende kötülük bulunana dek Yollarında kusursuzdun.
    Ticaretinin bolluğundan Zorbalıkla doldun Ve günah işledin. Bu yüzden kirli bir şey gibi Seni Tanrı`nın dağından attım, Yanan taşların arasından kovdum, Ey koruyucu Keruv.
    Güzelliğinden ötürü Gurura kapıldın, Görkeminden ötürü Bilgeliğini bozdun. Böylece seni yere attım, Kralların önünde seni yüzkarası yaptım.

    İşlediğin pek çok günah Ve ticaretteki hileciliğin yüzünden Kutsal yerlerini kirlettin. Seni yakıp yok edecek Bir ateş çıkardım içinden, Bütün seyredenlerin gözü önünde Seni yeryüzünde küle çevirdim.

    Seni tanıyan bütün uluslar sana şaştı, Sonun korkunç oldu. Bir daha var olmayacaksın.”


    Ayrıca Yeşaya 14: 12-14’te şu sözleri okuyoruz:


    ‚Ey parlak yıldız , seherin oğlu, Göklerden nasıl da düştün! Ey ulusları ezip geçen, Nasıl da yere yıkıldın!

    İçinden, “Göklere çıkacağım” dedin, “Tahtımı Tanrı`nın yıldızlarından daha yükseğe koyacağım; İlahların toplandığı dağda, Safon`un doruğunda oturacağım.

    Bulutların üstüne çıkacak, Kendimi Yüceler Yücesi`yle eşit kılacağım.”


    Yukarıdaki bu ayetler, ulusları denetleyen şeytani gücü görmemizi sağlar. Bu metinlerde bize bu teklikeli varlığın, ilk başta Tanrı tarafından günahsız olarak yaratıldığını, o zamanlar tüm ruhların en güçlüsü ve olağanüstü güzelliğe ve bilgeliğe sahip olduğu anlaşılır. Hatta o, Tanrı’nın kutsal huzurundan dişarıya ‚atıldı‘ ve Tanrı’yla olan paydaşlığını yitirdi.


    Bununla birlikte – nedenini tam olarak bilmiyoruz ama – Tanrı onun özgürlüğünü, hatta yeryüzündeki geniş yetki alanını şimdilik korumasına izin vermiştir. O dipsiz çukura ve en sonunda cehenneme atılacağı günün gelmekte olduğunu bilmesine rağmen, Tanrı’nın amansız düşmanı olmuştur. Onun adı ‚ ‚düşman‘ anlamına gelen ‚İblis’tir. Sonsuz ateş özellikle o ve melekleri için hazırlanmıştır. Kendisini izleyen insanlar ise, kaçınılmaz olarak aynı yazgıyı paylaşmak zorunda kalacaklardır.

    Bu korkunç varlık, anlaşıldığı kadarıyla, düşerken Tanrı’nın meleklerinin üçte birini de kendisiyle birlikte sürüklemiştir. O hala göğe erişim olanağına sahiptir ve görünmeyen alemde Tanrı’nın melekleriyle savaşmakta ve Mesih’in çocuklarını suçlamaktadır. Şeytan yani İblis, iftirac; yani arkadan saldırıp suçlayan anlamına gelir. O göksel alemde geniş bir hiyerarşik düzeni yönetmektedir ki, bizler bu güçlere Tanrı’nın sağladığı ruhsal silahlarla karşı durmak zorundayız. İblis etrafta dolaşıp, parçalayıp yutacağı avlar arar, fakat bizler güçlü bir imanla O’na karşı direnmeliyiz. En sonunda O bizden kaçacaktır. Çünkü bizde Olan, dünyadakinde olandan daha güçlüdür.

    İblis’in başlıca amacı insanları ille de ‚günah‘ işletmeye ayartmak değil, onları Mesih’in gerçeğinden döndürmektir. Çünkü Tanrı’ya karşı gerçek düşünceyi yalnızca Mesih aracılığıyla edinebiliriz. İblis, kendisi,Tanrı olarak gösterilebilsin diye, insanların düşüncesindeki ‚Tanrı‘ imajını çarpıtmak ister. Bu amacından asla vazgeçmemiştir; O, ‚Yüceler Yücesi‘ gibi olmak istemektedir. Kişinin bilgili ya da bilgisiz olması, hatta dindar ya da tanrıtanımaz olması onun için fazla önem teşkil etmez. O’nun asıl ilgilendiği, kişinin Rab İsa Mesih gerçeğinie körleşmesidir. Şeytan çok acımasızdır.

    #34319
    Anonim
    Pasif

    İKİNCİ DÜŞMANIMIZ : DÜNYA
    (Ralph Shallis)

    Kutsal Kitap’ta ‚dünya ve yeryüzü‘ kesin bir ayırım yapılır. Tanrı yeryüzünü yarattığı zaman, bütün yarattıklarının ‚çok iyi‘ olduğunu bildirir. Kutsal Yazılar’da ‚yeryüzü‘ sözcüğüyle Yaratıcı’nın yüceliğini ve bu yaratış eyleminin O’na verdiği derin sevinci yansıtan, sayısız canlı türünü barındıran harika güzellikteki gezegenimiz kastedilir. Tanrı, ilk erkeği ve kadını kendi benzeyişinde yaratarak, onları bir ‚çift‘ olarak yeryüzündeki bahçeye yerleştirdi ve bunun, ‚çok iyi‘ olduğunu bildirdi. Evliliğin başlangıçta Tanrı tarafından tasarlandığı şekliyle sahip olduğu muhteşem güzellik ve ardından ‚Düşüş’ün araya girmesi ne büyük bir felakettir!

    Hristiyan ilahiyatı, üçüncü yüzyıldan itibaren, Grek felsefesinden, özellikle de ruh ve madde arasındaki karşıtlığı savunan Yeni Platonculuk akımından büyük ölçüde etkilenmiştir. Asya kökenli olan ve ruhun saf olduğu, maddeninse tamamen kötü olduğunu öğreten bu felsefe, günümüzde halen Hinduizm ve Budizm’in temel ögretisini teskil eder . Ayrıca çileciliğin yanı sıra Orta Çağ’da Avrupa’daki ahlaki düşkünlüğün ve de Hristiyan tarihindeki diğer sapkınlıkların nedenini oluşturur. Bu görüş, Tanrı düşüncesiyle pervasız ve çelişki içindedir, çünkü Tanrı maddeyi ve yaşamı yarattıktan sonra bunların iyi olduğunu bildirmiştir.

    Kutsal Kitap’a göre ‚dünya‘ ise çok farklı bir şeydir; o tümüyle kötüdür. Kutsal Kitap’ta yer alan ‚dünya‘ terimi, (Grekçesi Kosmos) ara sıra, Tanrı tarafından yaratılan o muazzam kozmik sistem bağlamında ‚yer ve gök‘ ya da ‚yeryüzü‘ anlamına gelebilir; fakat Yeni Antlaşma’da neredeyse he zaman insanların kendileri için kurdukları ve Tanrı’nın yargıladığı dünya düzenini ifade eder. Bu düzen Tanrı’nın yetkisine bağımlı değildir; aldatmacaları ve adaletsizlikleriyle dünyanın içine işlemiştir; onu kirletir, bozar ve mahveder.

    Kutsal Kitap’ta İblis’in, bu dünyanın ilahı olduğuna dair o korkunç ve sarsıcı gerçek açıklanır. O ayrıca ‚havadaki hükümranlığın Egemeni‘ ve ‚Söz dinlemeyen insanlarda etkin olan ruh‘ olarak da adlandırılır. İsa Mesih onu, ‚bu dünyanın egemeni‘ olarak adlandırır ve yargılandığını bildirir – bunun için Tanrı’ya şükürler olsun. İblis, ‚Yüceler Yücesi‘ gibi olmak istediği için medeniyetin ilerlemesi, sanat ve bilimin, hatta dinin gelişmesi konusunda insanlığı teşvik eder ve onlara esin kaynağı olur, çünkü bu yolda Tanrı’nınkine benzer bir görkem elde edebilmeyi tasarlar. İnsanlar bilerek ya da bilmeyerek, bu gibi şeyleri ona atfettikleri zaman İblis amacına ulaşmış olur. İnsanların düşünce dünyasından gerçek Tanrı kavramını yok etmiş, bunun yerine kendi imajını yerleştirmiştir.

    Bu, elbette Tanrı’ya yücelik sunan ve O’nun görkemini yansıtan gerçek sanat ve bilime dünyada yer olmadığı anlamına gelmez. İblis’in, dünyadaki dahilerin çoğunu Mesih’ten uzaklaştırıp karanlığa götürdüğü acı bir gerçektir. Oysa Mesih inanlısı şairlere, düşünürlere, ressamlara büyük gereksinim vardır. Bu gerçeği farketme konusunda oldukça geç kaldık.

    İnsanlar, yalnızca İsa Mesih’te açıklanan tek ve gerçek Tanrı’yı reddettikleri için, kaçınılmaz olarak, O’nun düşmanı olan bir ilahın varlığını kabul eder ya da ona taparlar. Elçi Pavlus İblis’in, insanların Mesih’in Müjdesi’ni anlamalarını engellemek için onların zihinlerini körleştirdiğini bildirir (2.Korintliler 4:4).

    Elçi Yuhanna ise tüm dünyanın kötü Olan’ın denetiminde olduğunu bildirir. Bu nedenle Tanrı bizlere dünyayı sevmemizi yasaklarsa buna şaşırmamalıyız, ‚Çünkü dünyayı sevenin Baba’ya sevgisi yoktur.‘ İsa Mesih, öğrencilerini şöyle uyarır:

    ‚Dünya sizden nefret ederse, sizden önce benden nefret etmiş olur‘ (Yuhanna 15:18).

    Bu konuyu açıklığa kavuşturmamız gerekiyor: Dünyanın bizim düşmanımız olduğunu anlamak zorundayız. Bu dünyada İsa’ya yer yoktur. Bu dünya, doğumunda O’na bir yemliği layık gördü. Daha sonra yetişkinliğe eriştiğinde, O’n u bir suçlu gibi yargıladı, hakaret edip aşağıladı ve en sonunda O’nu bir ağaç üzerinde çarmıha gerip işkence ederek öldürdü.

    Öte yandan, bu dünya, insanlığın tüm sömürüsüne ve Adem’in düşüşü nedeniyle lanetin altında çektiği sancılara rağmen, Tanrı’nın çocuğu olan kişi için hala bir sevinç kaynağıdır. Her çiçek, her gün doğumu, her canlı O’nun için ilahi bilgeliğin bir mucizesidir. Ama o, bu dünyayı, (bu düzeni) bir trajedi, ıstırap veren bir gösteri, gizlice fırsat kollayan bir tehlike gibi görür. Evet, bir zamanlar O da bu dünyada kendi evindeymiş gibi hissetmişti. Ama şimdi herşey farklı. O artık bu düzene ve ilahına ait olmadığının farkına vardı. O artık başka bir krallığa, Tanrı’nın Egemenliği‘ne aittir.

    Tanrı Sözü şöyle der: ‚Dünyayı ve dünyaya ait şeyleri sevmeyin. Dünyayı sevenin Baba’ya sevgisi yoktur. Çünkü dünyaya ait olan her şey -benliğin tutkuları, gözün tutkuları, maddi yaşamın verdiği gurur – Baba’dan değil, dünyadandır. Dünyada dünyasal tutkular da geçer, ama Tanrı’nın isteğini yerine getiren sonsuza dek yaşar’ (1.Yuhanna 2: 15-17).

    Ama cesur olun, ben dünyayı yendim!‘ (Yuhanna 16:33).

    ‚Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi…‘ (Yuhanna 3:16).

    Dünyayı sevmenin çok farklı iki yolu vardır! Onun kötü düzenini sevmemiz mümkün değildir, ama bu düzene kapılan insanları sevmemezlik de edemeyiz.

    #34328
    Anonim
    Pasif

    Üçüncü düşmanımız: İçimizdek Kötülük

    Ama en korkunçu ve bizi gerçekten şaşkınlığa uğratansa, yeniden doğmuş olmamıza rağmen, kötülüğün kendi içimizde var olduğunsu keşfetmektir. Hala günah işleme potansiyeline sahip olduğumuzu farketmek bize büyük bir üzüntü ve utanç verir. Tanrı’yı yüceltmeyen düşüncelerin, sözcüklerin ve eylemlerin bilincine varırız ve haliyle de bundan büyük bir rahatsızlık duyarız. Bu durum, Tanrı’nın çocuklarından bazılarını kurtuluşlarından kuşku duyma noktasına kadar götürebilir. Kendilerine, ‚Tanrı’nın çocuğu olan bir kişi nasıl günah işleyebilir ki?‘ diye sorarlar. Aslında ahlaki bilincimiz, Kutsal Ruh’un ve Tanrı Sözü’nün yönlendirilişiyle son derece duyarlı kılınmıştır. Geçmişte hiç bilincinde olmadığımız ya da rahatlıkla göz yumduğumuz birçok günahı farketmeye başlarız. Ama şimdi ruhsal iflasımızın bedelini kendi kanıyla ödeyen Mesih’e baktıkça, günahkarlık ve suçluluk duygusu altında eziliriz.


    İki tür tutsaklık
    Ama cesaretimiz kırılmasın, çünkü Elçi Pavlus’un kendisi bile mektuplarında aynı sorunu yaşadığını bildirir! Bu bağlamda onun Romalılar’a yazdığı mektubu, özellikle de 6 ve 8. Bölümleri dikkatle incelemelisiniz. Pavlus bu ayetlerde sorunu derinlemesine ele alır ve ilahi çözümü bize bildirir. Bu bölümler dünya edebiyatının en etkileyici eserleri arasında yerini alır.Tüm yaşamınızı bu bölümler üzerinde, üstelik anlamlarını tüketmeden, çalışarak geçirebilirsiniz. Onlarda sürekli yeni zenginlikler ve daha derin anlamlar keşfedersiniz.

    Pavlus, içsel çelişkisinin neden olduğu ıstırabı anlattığı 7.bölümde, yaşamındaki günahı yenen Tanrı’nın Ruhu’nun güçlü işlerinden söz eder. Pavlus, günahın gücünün tümüyle bilincindedir. O, bu gücü küçümsemez, ama sürekli olarak Tanrı’nın gücünün ondan daha üstün olduğunu bildirir. Altıncı bölümdeyse Elçi pavlus iki tür tutsaklıktan, yani Tanrı’ya ve günaha tutsak olmaktan söz eder.

    Gerçek şu ki, günah bizden daha güçlüdür. Kabul etsek de, etmesek de, insan bir köledir. Tüm varlığını ele geçirmiş olan bir ’tümörün’ yönetimi altındadır. Bu yıkıcı ve yok edici tümör Kutsal Kitap’ta ‘günah’ olarak adlandırılır. Bu ruhsal bir kanserdir – dünyanın en güçlü insanının bile karşı koyamayacağı ölümcül bir hastalıktır. Kandaki ter bir mikroskobik lösemi hücresi bile kişiyi ve tüm umudunu yok etmeye yeterlidir. O, insanın kendisinden daha güçlüdür.
    Günah – ‘yöneticimizi’ değiştirmedikçe – gücünden kaçılması imkansız olan ölümcül bir tutsaklıktır. İsa Mesih’in yetkisini yaşamında tanıdığım ve varlığım üzerindeki tüm hakları O’na devrettiğim zaman günahın gücü kırılır. O zaman özgür olurum, fakat bu benim gücümden kaynaklanmaz. Çünkü günahın yetkisini kendi çabamla yok etmem olanaksızdır. Bu yetkinin pençesinden, ondan çok daha üstün olan bir güç tarafından kurtarılırım. Yani artık içimde yaşamakta olan Mesih tarafından özgürlüğüme kavuşturulurum. O zaman çelişkiden özgür kılınan isteğim (iradem) gerçek amacını keşfeder, varlığımsa, Yaratıcım’la bütünleşir.

    Kurtuluş Tanrı’nın işidir
    ‘Yeniden doğmak için yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Aynı şekilde Tanrı’nın bağışlamasını da hiçbir zaman hakedemeyiz. Biz ancak O’nun bağışlamasını, tıpkı doğumumuzda olduğu gibi, salt bir armağan olarak kabul edebiliriz. Yaşamımızı kendimiz yaratmayız, bu yaşam bize verilir. Aynı şekilde günahın gücünden kurtulmak için yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Tek çıkar yolumuz, bize sunulan kurtuluşu, Tanrı’nın karşılıksız bir armağanı olarak kabul etmektir. Tanrı’nın Ruhu, bir kişiyi iman etmesi için zorlamaz; onu kabul ya da reddetmek üzere özgür bırakır. O aynı şekilde imanlının isteğine saygı duyar, kimseyi kutsallaştımak için zorlamaz! O’na bu hakkı tanıdığımız andan itibaren çalışmaya başlar.

    Tanrı’nın Ruhu’nun işleyişi bir ağacın özsuyuna benzer. Dalların içinden akarak, yaprakları, çiçekleri, meyveyi ve tohumu yaratır. Böylelikle, ağacın kendisini yenilemesini sağlar. Bahar gelip bir mucize gerçekleşmeye başladığında büyük bir enerji açığa çıkar; buna karşın ağacın herhangi bir güç sarfettiğini gözlerimizle göremeyiz! Yaşam süreci büyük bir sessizlik içinde gelişir. Aynı şekilde, Kutsal Ruh’da bizlerde Mesih’in yaşamını kendiliğinden üretir. Böylelikle ruhsal olgunluğun ürediği O’nun karakterinin çiçeği bizlerde yetiştirilmiş olur.

3 yazı görüntüleniyor - 1 ile 3 arası (toplam 3)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.