Re: Sorularım ve Rab’den gelen cevaplar
Din, sosyal ve ekonomik hayata ilişkin kurallar vâzedip, bu kurallar gelişen süreç içerisinde ‘Devlet anayasası’ hâline dönüşünce, ortaya insan hayatı ve toplumsal yapıyla ilgili bir sistematiğin çıktığı düşünülebilir.
Fakat bu yanıltıcıdır. Seküler devlet anlayışında hukuk sistemi insanlık tarihinden süzülüp gelen engin tecrübeler ve zamanın icapları doğrultusunda oluşmuştur. Yâni her bir kuralın gerekçesini ve mantığını Tarihi/ahlâki açıdan, zamanın icaplarına göre sosyal/siyasi ve ekonomik gerekçelerle objektif olarak açıklamak mümkün olabilmektedir.
Ancak, yasa koyucu ‘İlâhi bir kaynak’ olduğunda, mevzû hemen subjektif ve tartışılmaz bir hâl almaktadır. Üstelik dinsel kuralların sosyal/ekonomik ve siyasi hayata uygulanması sürecinde, elimizde somut ölçekler olmayınca, iman unsuru insan hayatının her kademesinde ‘Belirleyici’ duruma gelmekte; insanların içindeki imanı doğru tespit edecek bir ‘İmanometre’ ye sahip olmadığımız için de, din kurallarının sosyo ekonomik hayata hangi ölçüye göre ve ne kadar doğru bir şekil de uygulandığı sorusuna cevap bulmak, bir hayli zorlaşmaktadır.
İnsanlar dini kurallara uyma noktasındaki hassasiyetlerini, para kazanma veya içinde bulunduğu memuriyette daha yukarılara yükselme için ‘Referenas’ olarak kullanmakta; böyle olunca da, din kuralları ile maskelenmiş kişisel hırs ve ihitrasların cirit attığı toplumlar da hayat; saf, temiz ve iyi niyetli insanlar için çekilmez bir hâl almaktadır.
Din kurallarının sosyal ve ekonomik hayatı etkilediği, hattâ devletin yapsını belrlediği ortamlarda baskı, önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. İman herkeste eşit derece de değiildir. Fakat din kuralı herkesten aynı derece de hassasiyet bekler. Böyle olunca da riyakârlık (İslâmi literatür de Münâfıklık) önü alınamaz biçim de çoğalmaktadır.
“Öyleyse Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin” Luka 20/25