Re: Kitap yakma…
Kemal abi merhabalar… O tüm saydığın Ortodoks, Katolik veya herhangi başka birilerinin ‘bildiğim bildik, kestiğim kestik’liğine ben de kökten zıtım… Ondandır ki zaten kendileri de beni biraz ‘sapkın’ sayarlar :-)))
Ama bak işte… senin de kendini ifade etme tarzında ne kadar büyük bir ‘bildiğim bildiklik, kestiğim kestik’lik var… Protestant’ların dışındakileri ‘inanlı’ bile saymayıp kestirip atıyorsun. Yani eleştirdiğinin aynısını yapıyorsun. Niyetinin iyiliği hakkında hiç bir kuşkum yok ama dikattimi çekeni de söylemek zorundayım. Aksi takdirde, senin de hiç istemediğin gibi sahtekarca davranmış olacağım. İnan bana, maksadım seni değiştirmek değil… insan ne bir başkasının ne de kendisinin nefsi çabalarıyla değişir… Sadece Ruh’ul Kudüs’ün kendisine bir şeyleri doğrudan idrak ettirmesiyle değişir, senin de mesajında demiş olduğun gibi.
O zoraki, beşeri zorlamalarla sağlanmasına çalışılan ve aslında dünyevi amaçlar güden ‘birliğe’ ben de tamamen zıtım. Ve bu konuda dediklerine tamamen katılıyorum. Babil kulesi misali de çok isabetli, şüphesiz. Ama öte yandan… nasıl ki sevgi kisvesi altında hakikat es geçilebiliyorsa, sözde hakikat uğruna sevgi de es geçilebilir… bencillik, yargılayış, nefret ve hatta zulum da meşrulaştırılabilir. Dolayısıyla insanın aşırılık tuzağından sakınması ölüm kalım meselesidir, manevi açıdan. Ortodoks gelenekteki azizlerin bir sözü vardır… ‘sağlıklı maneviyat sürekli bir ip cambazlığına benzer’ diye. Ne sağa ne de sola meyillenilmesi gerekir. En ufak bir aşırılık insanın ‘düşmesine’ yol açar. Zehirin bir damlası bir şey değilmiş gibi görünür ama koca bir fıçı tertemiz suyu ölümcül kılmaya kafidir.
Bir de… hayır, benim Protestantlar’ı Hristiyan’dan saymadığım kesinlikle yok. Sadece bazı konularda, tarihsel ve bölgesel koşulların da sebep olmasıyla bir takım şeyleri yanlış anlamış olduklarını düşünüyorum. Mesela kendilerini çok ‘zihniyetçi’ bulurum (zaten Protestant’lığın Avrupa’nın Alman bölgelerinde belirmiş olması da hiç tesadüfi değildir : – ). Kaldı ki Protestantlık dediğimiz akım sürüyle, bazen birbirinden çok uzak hayat yaklaşımları olan dallanmalardan müteşekküldür. Kafasına Kuran yakmak esmiş pastör efendi kastettiğimin en belirgin örneklerinden mesela. Adamın ‘kendi kilisesi’ var… kimseye danışmadan, kimseden denetlenmeden kafasına eseni yapıyor.
Zaten ben şahsen, İslam peygamberi hakkında da ‘şeytan’dan falan türünden nitelendirilmelere gidilmesine karşıyım. ‘Cehennemlik’ olup olmadığı Tanrı’nın bileceği iş. Benim gördüğüm, hayat önerisinin ‘çıkar yol’ teşkil etmediği, ne varlıksal-manevi, ne de pratik, sosyal açıdan. Zulme, zora dayalı da ondan. Halbuki, ‘zorla güzellik’ olmaz, halkın dediği gibi. Zorla girilmiş bir cennet, cehennemdir. ‘Zorla güzellik’ olamayacağını ise kesinkes olarak sadece Ruh’ul Kudüs bildirebilir insana ama… o zaman bile insan bunu karşısındakilere ispatlayamaz. Zira Ruh’ul Kudüs varlığını dehşete düşürerek kabul ettirmeyi istemez. Ruh’ul Kudüs sevgi ruhudur, latiftir, akıl almaz bir nezaketle yaklaşır insana. Bu sebeptendir ki Hristiyanlık edebinde saldırganlık, ikna çabası ve iyi niyet bahanesi ile bile olsa ard düşüncelilik yoktur. Herşey samimidir, latiftir, mütevazidir, edeplidir. Tarih boyunca tüm Hristiyan şehit azizler bu tür bir hayattan ödün vermeme uğruna işkencelere tabi tutulmayı, hunharca katledilmeyi yeğlemişlerdir. Bu tür meziyetleri doğuran Ruh’ul Kudüs’ten mahrum kalmanın acısı o kadar çekilmezdir ki insan ölmeyi tercih eder, elbet.
Kemal abi biz ‘diğerleri’ için dua ettiğini biliyorum… söylemene bile gerek yoktu… niye inanmayacakmışız ki… Benim için senin hakkında dua etmek en normal şeylerden, ister inan ister inanma… Senin Tanrı katındaki mevkini bilmek ve hatta araştırmak benim ne haddime, ister Protestant ol, ister Katolik, ister Budist, ister Müslüman… Tanrı esirgesin bu tür yargılarda bulunmaktan…
Can-ı gönülden sevgiler…