Re: E-Kitap: DUA EDELİM.. Watchman Nee

#31837
Armagan
Anahtar yönetici
5 Şeytana Karşı Koyan Dua

‘Ve onlara, daima dua etmeleri ve hiç usanmamaları gerektiğini belirtmek için bir benzetme de söyleyip dedi: ‘Şehrin birinde Allah’tan korkmayan ve insana saygı göstermeyen bir yarguç vardı. Ve o şehirde dul bir kadın vardı: ve ‘Bana karşı olan taraftan hakkımı al’ diyerek ona geliyordu. Ve o bir süre istemedi; ama sonradan kendi kendine dedi: ‘Her ne kadar ben Allah’tan korkmaz ve insana saygı göstermesem bile, bu dul kadın beni rahatsız ettiğinden dolayı yine de onun hakkını alacağım; ta ki, sürekli olarak gelip beni bezdirmesin.’’
Ve Rab dedi: ‘Adaletsiz yargıcın ne söylediğini duyun. Ve Allah onlar için sabırlı olmakla beraber, kendisine gece gündüz feryat eden seçilmişlerinin hakkını almayacak mı? Size derim ki, onların hakkını tez alacaktır. Ama insanoğlu geldiği zaman yeryüzünde iman bulacak mı?’ (Luka 18:1-8).

Duanın Üç Yönü

Duamızın şu üç yönü vardır: 1- Biz (kendimiz), 2- Kendisine dua ettiğimiz Tanrı, ve 3- düşmanımız olan şeytan. Her gerçek Mesih inanlısı bu üçüyle doğrudan içiçedir. Bizler dua etmeye geldiğimizde, doğal olarak öncelikle kendi faydamız, kendi menfaatimiz için dua ederiz. İhtiyaçlarımız, eksikliklerimiz ve beklentilerimiz vardır; ve dualarımızda bu konularda dua ederiz. Evet, dualarımız gerçekleşsin, isteklerimiz yerine gelsin diye dua ederiz. Böyle olmakla birlikte, gerçek anlamda dua ediyorsak, o zaman sadece bizi ilgilendiren konularda değil, ama aynı zamanda Tanrı’nın yüceliği ve yeryüzünün gökyüzünü yönetmesi konularında da dua etmemiz gerekir. Her ne kadar bizler, duaların cevaplandırılması konusunda dua eden kişiler olarak bundan doğrudan yararlanıyorsak da, ruhsal alemdeki gerçekler göstermektedir ki, bunun sonucunda Rab de yüceltilmekte ve O’nun isteği gerçekleşmektedir. Duaya cevap alınması, Rabbin çocuklarının isteklerinin yerine getirilişinde Rabbin sevgisinin ve gücünün ne büyük bir rol oynadığını sergilemesi nedeniyle de, Rabbe büyük bir yücelik kazandırır. Bu aynı zamanda Rabbin isteğinin gerçekleştiğini de gösterir. Çünkü Rab Kendi isteğiyle uyum içerisinde olmayan bir duaya hiçbir zaman cevap vermez.
Bizler yalvaran kişileriz; Tanrı ise Kendisine Yalvarılandır. Başarılı ve etkili bir duada hem yalvaranlar, hem de Kendisine Yalvarılan, bundan kazançlı çıkarlar. Yalvaran kişi muradına erer, Kendisine Yalvarılan’ın ise isteği gerçekleşmiş olur. Bu nokta üzerinde uzun uzadıya durma ihtiyacımız yoktur, çünkü dua konusunda biraz tecrübe sahibi olan Rabbin bütün sadakatli çocukları duadaki bu iki şey arasındaki ilişkiyi çok iyi bilirler. Ama bizim şimdi imanlılara hatırlatmak istediğimiz şey şudur ki, eğer bizler sadece duadaki bu Tanrı ile insan bağlamına bakacak olursak, duamız olması gerektiği mükemmellikte olmayabilir. Duamız çok etkili olmuş olsa bile, bazen başarılarda dahi yenilgiler olabilmektedir, çünkü duanın gerçek anlamını hala anlayamamışızdır. Şüphesiz bütün ruhsal imanlılar dua ile Tanrı’nın yüceliği ve isteği arasındaki ilişkiyi çok iyi bilirler. Dua sadece bizim kendi kişisel faydamız için değildir. Ne var ki bunu bilmek yine yeterli değildir. Çünkü duadaki üçüncü yönü de iyice anlamamız ve bilmemiz gerekmektedir. Yani bizler Rabbe dua ettiğimizde, Rabden istediğimiz şeyler ve Rabbin bize vermek istediği şeyler, Rabbe düşman olan şeytanı doğrudan rahatsız edecek, ona rahat yüzü göstermeyecektir.
Bizler Rab Tanrı’nın evrenin Yöneticisi olduğunu biliyoruz. Ama öte yandan şeytana Yuhanna 14.30’da ‘Bu dünyanın reisi’ denilmektedir. Çünkü tüm dünya kötü olanda bulunmaktadır’ (1. Yuhanna 5.19). Evet, burada birbirine diametrik olarak karşı duran ve herbiri üstünlük arayan iki güç görmekteyiz. Sonuçta mutlak zafer Tanrı’nın olacaktır. Bin Yıllık Saltanat Dönemi başlamadan önce, içinde yaşadığımız bu çağda şeytan, bu dünyada Tanrı’nın işlerine, isteğine ve O’nu ilgilendiren konulara saldırmaya devam etmektedir. Tanrı’nın çocukları olarak bizler O’na aitiz. O’nun elinin altında bizler herhangi bir şeye sahip olursak, bu doğal olarak O’nun düşmanı olan şeytanın zarar gördüğü, elindeki bazı şeyler kaybettiği anlamına gelir. Ne kadar çok şey elde edersek, Tanrı’nın isteği o kadar çok gerçekleşmiş olur. Yine, Tanrı’nın isteği ne kadar çok gerçekleşirse, şeytanın uğradığı zarar da o kadar çok olacaktır.
Bizler Tanrı’ya ait olduğumuz için, şeytan aklımızı karıştırmak, bize acı vermek, bizi bastırmak ister ve ayağımızın altında basacağımız sağlam bir zemin olsun istemez. Bu onun amacıdır, ancak onun bu amacı bizim Rab İsa Mesih’in değerli kanı aracılığıyla lütuf tahtına yaklaşmamız ve böylece O’ndan koruma ve bakım istememiz nedeniyle gerçekleşemez. Tanrı bizim dualarımızı duydukça şeytanın planları da kesin olarak boşa çıkar. Tanrı dualarımıza yanıt vermekle şeytanın kötü amaçlarına engel olur ve sonuç olarak şeytan bize vermek istediği kötülüğü veremez. Bizim duada elde ettiğimiz herhangi bir şey, şetan için bir kayıptır, bir zarardır. Bu yüzden bizim elde ettiklerimiz ve Rabbin yüceliği, şeytanın ne oranda kaybettiğinin bir görüntüsüdür. Biri kazanır, diğeri kaybeder; biri kaybeder ve diğeri kazanır. Bunu göz önünde bulundurarak, bizler dualarımızda sadece kendi yararımızı, kendi yüceliğimizi ve Tanrı’nın isteğini düşünmemeli, ama aynı zamanda üçüncü yönü (düşmanımız olan şeytanı) da ele almalıyız. Bütün bu üç yönü ele almayan bir dua yapmacık bir duadır, değeri çok azdır ve hemen hemen hiçbir şey gerçekleştiremez.
Bizim yapmacık, anlamsız ve yürekten gelmeyen dualar hakkında konuşmamıza hiç gerek yoktur; çünkü bu tür duaların, duanın bu üç yönünün hiçbiri üzerinde etkisi yoktur. Bedene göre yaşayan bir Hristiyanın durumunda, onun duyarlı duası hiç değilse en azından onun yararına olan bazı şeylere hitap eder. Bu kişinin dua etmesinin amacı, kişisel menfaatidir. Düşüncesinde sadece kendi ihtiyaçları ve istekleri vardır. Rab bir yolla belki bu duaları işitir ve ona istediği şeyleri verirse, o zaman kendisi tatmin olacaktır. Böyle bir kişi için duada Tanrı’nın isteği veya Tanrı’nın yüceliği gibi kavramlar pek bir anlam taşımayabilir. Ve tabii ki, böyle bir kişi için şeytanın bir şeylerden zarar görmesi gerektiği gibi kavramlar, tamamen uzak ve yabancı kavramlardır.
Ama bütün imanlılar sadece kendi rahatları için bedene göre yaşayanlar değildir. Tanrı’nın çocukları arasında ruhsal olan birçok inanlı olduğu için Rabbe hamdediyor ve O’nu yüceltiyoruz. Bu kardeşlerimiz dua ettiklerinde, Rab’den sadece kendileri için istedikleri bencil dilekler karşılandığında tatmin olanlar gibi tatmin olmak niyetinde değildirler. Bunlar aynı zamanda Tanrı’nın yüceliğine ve isteğine de çok duyarlıdırlar. Onlar Rab’bin dualarına yanıt vereceğine inanıyorlar. Sadece kendileri bir şey elde etmek istedikleri için değil, ama buna ek olarak dualara yanıt verdiğinde Rab bundan yücelik bulacağı için de Rabden bu dualara yanıt geleceğine inanmaktadırlar. Onlar dua ederlerken Rabden istedikleri şey konusunda ısrar etmezler, çünkü onlar sadece Tanrı’nın isteğiyle ilgilenmektedirler.
Tanrı’nın isteğiyle ilgili olarak onları ilgilendiren, dualarına yanıt vermekle Rab’bin hoşnut olup olmaması değil, ama duaya aldıkları böyle bir yanıtın Tanrı’nın çalışma, yönetme ve planlamaya yönelik isteğine uyup uymadığıdır. Dikkatleri sadece duanın kendisine çekmezler, ama aynı zamanda böyle bir duanın Tanrı’nın işiyle ilgili olarak kapsadığı o daha geniş alana çekerler. Böylece onların duaları, duanın hem Tanrı hem de insan yönünü kapsamış olur.
Ne var ki duanın üçüncü yönünü, yani şeytanla ilgili alanı imanlıların çoğu bilmezler ve hesaba katmazlar. Gerçek bir duanın amacı sadece kişisel kazanç değildir. Bazen bu nokta hiç düşünülmezse bile, gerçek bir duanın amacı sadece kişisel yarar değil, ama daha da önemlisi, Tanrı’nın yüceliği ve düşmanın göreceği zarar ve kayıplardır. Bu imanlılar kendi kişisel menfaatlerini birinci derecede önemli saymazlar. Bunun yerine eğer duaları şeytanın zarar görmesine ve Tanrı’nın yücelik bulmasına vesile oluyorsa, ettikleri bu duanın çok başarılı bir dua olduğunu düşünecekler ve bununla yürekleri huzur bulacaktir. Onların duada aradığı şey, şeytana zarar verebilmektir. Sadece yakın çevrelerindeki gelişmelere bakmakla kalmazlar, ama Tanrı’nın tüm dünyaya yönelik işlerine ve isteğine de ortak olurlar. Tabii burada şunu da belirtmeliyim ki, bu kardeşlerimiz duada sadece Tanrı’ya ve şeytana yer vererek kendi kişisel ihtiyaçlarını bütünüyle bir tarafa atmazlar. Çünkü Tanrı’nın isteği gerçekleştiği ve şeytan bundan zarar gördüğü zaman kendileri de bundan kesinlikle büyük faydalar görecektir. O halde bir imanlının ruhsal büyümesi, bu kişinin, duasında nelere öncelik verdiğine bakılarak görülebilir, diyebiliriz.

Luka 18. Bölümde Anlatılan Benzetme

Luka 18:1-18’de kayıtlı bulunan bu benzetmede Rabbimiz, sözünü etmekte olduğumuz duadaki bu üç özelliğin üçüne de dokunmaktadır. Bu doğrultuda, benzetmede üç farklı kişiden söz edildiğini dikkate almanızı istiyorum. Bu kişilerden biri hakim, diğeri dul kadın, bir diğeri de alacaklı olan kişidir. Buradaki hakim (olumsuz bir sıfatla) Tanrı’yı temsil eder. Dul kadın bugünkü kiliseyi, ya da bireysel olarak inanlıyı temsil eder. Alacaklı ise, ruhsal düşmanımız olan şeytanı temsil eder. Bizler bu benzetmeyi yorumlarken genellikle sık sık sadece hakim ile dul kadın arasındaki ilişkiyi ele alıyoruz. Ne Tanrı’dan ne de insanlardan korkan bu hakimin, dul kadının kendisine sürekli gidip gelmesi nedeniyle kadının davasına sonunda bakmaya karar verdiğini söylüyoruz. Bizim Tanrımız ise, buradaki hakim kadar meziyetsiz olmadığı için, bizler dua ettiğimizde bizi bu kadar geç işitmeyeceğini belirtiyoruz. Evet, bu benzetmeyle ilgili olarak bütün söyleyeceklerimiz aşağı yukarı bunlardan ibaret oluyor.
Ne var ki birçoğumuz bu benzetmede bir üçüncü kişinin var olduğunu görmezlikten geldiğimizi farketmiyoruz bile. Burada şunu kavrayalım ki, eğer benzetmede bir alacaklıdan söz edilmeseydi, buradaki dul kadın hakime gitme ihtiyacını hissedecek miydi? Hayır, hissetmeyecekti. Ama dul adın davalı olduğu kişiden istediklerini elde edemediği ve o kişi tarafından sürekli olarak terslendiği için hakime başvurma gereğini hissetmiştir. Ve de özellikle bu kadının hakime söylediği sözleri gözönüne aldığımızda, davalı kişinin bu benzetmede ne büyük bir rol oynadığını görmezlikten gelemeyiz. Kutsal Yazılar hikayeyi daha da uzatmamak için burada sadece kısa bir cümleye yer vermiştir: ‘Davacı olduğum kişiden hakkımı al!’ Oysa bu kısacık cümlede anlatılanlar ne çoktur! Bu cümle bu işin içinde derin acılar çekildiğini ifade etmiyor mu? ‘Hakkımı al!’ diye haykırılması, o olayda haksızlıkların ve yanlışlıkların var olduğunu gösterir. Bütün bu yanlışlıklar ve yaşanan acılar nereden kaynaklanıyordu dersiniz? Elbette davalı olunan kişinin tutumu, tehditleri ve umursamazlığından kaynaklanıyordu. Ve bu, davalı kişi ile davacı dul kadın arasında derin bir düşmanlık olduğunu da gün ışığına çıkarmaktadır. Evet, bu gerçek, dul kadının bu davalı kişiden çok haksızlık ve baskı gördüğünü açıkça göstermektedir. Kadının hakim önünde anlattıkları, kuşkusuz kadının yaşadıklarını ve içinde bulunduğu son durumu özetliyordu. Kadının burada istediği şey, davalı kişinin neden olduğu yanlışlıkların ve haksızlıkların giderilerek, kaybettiği hakların kendisine geri verilmesiydi. Bunun için de, haksızlık yapan kişinin, yani davalı kişinin adalet önüne çıkarılması gerekiyordu.
Bir anlamda buradaki davalı kişi benzetmedeki en önemli kimsedir. Bu kimse olmasaydı hakimin karşısına bu tür bir daha asla çıkmayacaktı. Ve dul kadın da böyle bir sorunla karşılaşmış olmayacağından dolayı evinde huzur içinde oturacaktı. Hiç sorgulamaya gerek bile yoktur ki, buradaki davalı kişi olmaksızın böyle bir benzetme ya da hikayenin ortaya çıkması da mümkün olmazdı. Çünkü bu benzetmede anlatılan bütün problemler ve sorunlar sadece bu davalı kimse nedeniyle ortaya çıkmışlardır. Bu nedenle buradaki davalı kişiye özel bir dikkatle yaklaşmamız gerekmektedir. Şimdi gelin, bu benzetme sözü edilen bu üç kişiyi sırasıyla ele alıp inceleyelim:

Hakim

Bu hakim o şehirdeki tek yetkili kimsedir. Her şey ondan sorulmaktadır. Bir anlamda bu, Tanrı’nın gücü ve yetkisinin bir görüntüsüdür. Her ne kadar bu çağda şeytan dünyayı geçici olarak yönetimi altında bulundurmaktaysa da, o sadece bunu güç kullanarak elde eden bir tefecidir. Rab İsa Mesih çarmıh üzerinde öldüğü zaman bu dünyanın başkanını (şeytanı) zaten yargılamış ve dışarı atmıştı. İsa çarmıh üzerinde öldüğü zaman ‘hükümdarlıkları ve hakimiyetleri soymuş olarak, onlar üzerinde onda zafer kazanarak, onları açıkça sergilemiş oldu’ (Koloseliler 2:15). Her ne kadar dünya kötü olanın (şeytanın) saltanatı altında ise de, bu durum tamamen yasadışı bir durumdur. Tanrı, gelecekte bir gün bu dünyanın egemenliğini geri alacak ve O’nun Oğlu İsa Mesih bu dünyada bin yıl süreyle saltanat sürecek; ve böylece sonsuzluğa girilecektir. Ama bu dönem henüz başlamazdan önce Tanrı şeytanın bu çağda aktif bir şekilde işlemesine izin vermekte; Kendisi ise tüm yönetimleri elinde bulundurmaktadır. Şeytan kendisine ait olan şeyler üzerinde egemenlik sürebilir, ve hatta Tanrı’ya ait olan kimselere dahi işkence edip baskıda bulunabilir. Ama bütün bunlar sadece kısa bir dönemliktir. Ama bu kısa dönemde dahi şeytan bütünüyle Tanrı tarafından kısıtlanmıştır. Eveti şeytan Mesih inanlılarına saldırılarda bulunabilir, ama sadece belirli sınırlar içerisindedir. Düşmanın, Tanrı tarafından kendisine verilenin dışında bir gücü ve yetkisi yoktur. Bunu Kutsal Kitap’ta Eyup’un hikayesinde açıkça görebiliriz. Buradaki hakimin tüm şehirde egemenlik sürmesi gibi, Tanrı da tüm dünyada egemenlik sürmektedir. Bir hakimin yönettiğ bir şehirde insanların başkalarına zarar verecek bir şekilde düzensiz yaşamaları nasıl büyük bir sıradışı olaysa, Tanrı’nın yönetimi altında bulunan şeytanın da Mesih inanlılarına zulüm etmesi bir o kadar sıradışı ve sırıtan bir olaydır.
Bu hakimin nasıl bir karaktere sahip olduğunu onun bu sözlerinde görüyoruz: ‘Ben her ne kadar Allah’tan korkmaz ve insana saygı göstermesem bile…’ Ne Tanrı’ya ne insana değer vermeyen bu adam kim bilir ne ahlaksız biriydi. Ama dul kadının sürekli gelmesi ve hakkını araması sonucunda bu adam bu olaydan ve dolayısıyla dul kadının adalet için yalvarışlarından o kadar çok rahatsız oldu ki, bir an önce dul kadının hakkını verip bu olaydan kendisini kurtarmak istedi. Rab İsa Mesih bu olaydaki hakim örneğini, Tanrı’nın iyiliğini underscore etmek amacıyla negatif bir anlamda kullanmıştır. Çünkü Tanrımız hiçbir şekilde bu hikayede geçen meziyetsiz hakime benzemez. Tam tersine, O bizim sevecen, lütufkar Babamızdır ve bizi korur; bize her zaman her şeyin en iyisini vermek ister; ve hikayedeki hakim gibi bizden uzak, bizimle ilgilenmeyen, umursamaz biri değildir. Şimdi eğer bu kadar olumsuz niteliklere sahip böyle bir hakim buradaki dul kadının yalvarışları, sürekli gidip gelmeleri sonucunda dul kadının davasını görmeye isteklilik gösterebilmişse, Kendisi tamamen mükemmel, meziyetli, sevecen ve lütufkar olan ve bizimle çok yakından ilgilenen Tanrı’mız, Kendisine durmadan dua eden evlatlarının hakkını vermeye çok daha istekli olmayacak mıdır? Eğer sert yürekli, ahlak düşüklüğü olan böyle bir hakim, sürekli yalvarışları sonucunda dul kadının davasına bakmışsa, Tanrı Kendi halkı olan inanlılar için bu adamdan daha mı az işleyecektir? Dul kadının sonuçta bu hakimden istediğini elde etmesinin nedeni, onun isteğinde süreklilik gösterip asla vaz geçmemesiydi. Dul kadın hakimin ne kadar acımasız, ne kadar meziyetsiz ve ne kadar sert biri olduğunu bildiğinden, umudunu asla hakime bağlamadı. Bizler de bu olay aracılığıyla, Tanrı’ya ettiğimiz dualara alacağımız yanıtların sadece bizim sürekli dua etmemiz nedeniyle olmayacağını, (nitekim dua ettiğimiz şeyleri elde edecek kadar yererince bir süreklilik olması gereklidir), ama aynı zamanda Tanrı’nın iyiliği nedeniyle de olacağını görmek durumundayız. İşte bu nedenledir ki Rabbimiz İsa Mesih bu örneği şu soruyu sorarak bitirmektedir: ‘Allah… gece gündüz feryat eden seçilmişlerinin hakkını almayacak mı?’ Buradaki 3 sözcük, ‘Allah almayacak mı’ sorusu, Tanrı ile hakim arasında bir karşılaştırma yapıldığını göster miyor mu? Bu kadın, davasının görülebilmesi için sadece hakimi sürekli olarak rahatsız etmesi gerektiğine bel bağladıysa, bizler de sürekli Tanrı’ya ettiğimiz duaların ve Tanrı’nın iyiliğinin sonucunda O’ndan istediklerimizi elde etmeyecek miyiz?

Dul Kadın

Bu dul kadının güvenip dayanabileceği hiç kimsesi yoktu. Burada geçen ‘dul’ sözcüğü dahi, bu kadının yalnızlığını, itilmişliğini ve çaresizliğini yeterince açığa vurmaktadır. Yaşamak için her zaman güvendiği, dayandığı kocası artık hayatta değildir. Şimdi artık yapayalnız bir dul kadındır. Bu kadın burada, bu dünyada yaşayan biz Mesih inanlılarını resimleyen güzel bir tiplemedir. Bizim Rabbimiz İsa Mesih de aramızdan ayrılıp göğe alınmıştır. Bu fiziksel açıdan bakıldığında, bizler de Mesih inanlıları olarak bu dünyada tıpkı dul bir kadın gibi dayanaksızız. Matta 5. bölümde öğretilenler biz Mesih inanlılarının acıklı durumunu gözler önüne serer. Nasıl mı? Çünkü bu dünyanın en alçakgönüllüleri bizler olmalıyız ve hiçbir şekilde hiçkimseye karşı durmamalıyız. Sonuç olarak her yerde hırpalanan, aşağılanan, ezilen taraf hep bizler oluyoruz. Rab İsa Mesih ve resuller, Mesih inanlılarına hiçbir zaman silahlanmayı ve savaşmayı ve bu dünyada güç edinip dine dayalı devletler yönetmeyi öğretmediler. Tersine onlar bize bu dünyadan gelebilecek baskı ve zulümleri kabullenerek tam bir alçakgönüllülük tavrı takınmamızı, yasal haklarımızdan veya doğal haklarımızdan bile feragat etmemizi öğrettiler. İşte, Mesih inanlılarının bulunduğu yer ve Rabbimizin bizim için belirlediği yol budur. Eğer Tanrı’nın Oğlu, hiç söylenmeden veya hiç direnmeden bizim uğrumuzda çarmıh üzerinde ölmek zorunda kalmışsa, O’nun izleyicileri olan bizler bu dünyadan bundan daha iyi bir muamele bekleyebilir miyiz? Bütün bunların ışığında, burada sözü edilen dul kadın, bu çağda biz Mesih inanlılarını gerçekten de güzel bir şekilde resimlemektedir.