Re: Yehova Şahitlerinin Kan Nakli Konusundaki Tutumları Kutsal Kitap’a Uygun mudur?

#35018
Anonim
Pasif
Aşılamalar
1106020090324784.jpg
YŞT uzun yıllar boyunca kan nakli benzerliğinde aşılamalara karşı da savaş açmıştı. Cemiyete göre aşılamayı kabul etmek büyük bir günah olup, Tekvin 9’uncu bölümde belirtilen ‘Ebedi Tanrısal Antlaşmanın çiğnenmesi demekti!! (Golden Age, 4 février 1931). Her ne kadar tıbbi kanıtlara ters de düşse Cemiyete göre aşılama sistemi insan hayatını kurtarmakta yetersiz kalıyor ve hatta çoğu hastalıklar aşılama yoluyla insanlara yayılıyormuş. Bundan başka yine Cemiyete göre aşılama yoluyla yalnızca hastalıklar değil ama ‘cincilik’ ve’cinsel ahlaksızlıklar” da yayılmaktaymış !!! Bu yanlış tıbbi bilgilerin o zamanki Y.Şahitlerine nelere mal olduğunu tam olarak söylemek oldukça zor. Şüphesiz bu şekilde nice Y.Şahitlerinin hayatı gereksiz yere tehlikeye atıldı.

Ama 1950’li yılların başlangıcında Cemiyet görüşünü değiştirerek aşılamayı kişisel ve vicdani bir mesele olarak sunmaya başladı. 15 Temmuz 1953 sayılı Tarassut Kulesi (Gözcü Kulesi) dergisinde aşılama yasağı şu sözlerle kaldırıldı:

‘Meseleyi inceledikten sonra aşılamanın Tekvin 9:4’de belirtilen ve Nuh ile yapılan ebedi antlaşmanın bir çiğnenmesi olmadığı görüldü’.

ORGAN NAKLİ

Aşılama benzerliğinde organ nakli de Tekvin 9:2-4’e dayanılarak Cemiyet tarafından tamamen reddedilmekteydi. 15 Ağustos 1968 sayılı Tarassut Kulesi dergisi kesin bir ifadeyle organ naklini ‘bedenin nakli’ ve bir ‘kannibalizm’ (insan eti yeme) olarak tanıtarak bunun Yehova’nın kanununun direkt çiğnenmesi olduğunu söylüyordu. Cemiyete göre organ nakli doğrudan Yehova Tanrı tarafından yasaklanan bir buyruktu.

Senelerce bu düşüncesinde direten Cemiyet nihayet 1980 yılında yayınladığı bir Tarassut Kulesi dergisinde bu konudaki düşüncesini de değiştirerek ‘Kutsal Kitap’ta organ naklini yasaklayan hiçbir açık buyruğun bulunmadığını’ bildirerek bunu da kişisel ve vicdani bir mesele yapar!!! 1968 yılında Yehova’nın bu kesin buyruğu ve kesin yasağı ”sadık ve basiretli kölenin” yeni anlayışıyla tamamen değişiyor ve organ naklini yasaklayan herhangi bir buyruğun bulunmadığı söyleniliyor!!! Çok ilginç. Acaba Tanrı’nın iletişim kanalı olarak görülen bu Cemiyet neye dayanarak önce hayır daha sonra da evet diyebiliyor? Tanrı’ya mı, kendi anlayış ve yorumlarına mı yoksa çevresindeki gelişmelere göre mi düşüncelerini düzenliyor?

Şimdi YŞT’nın tarih boyunca yapmış olduğu bu tıbbii hataları ve Kutsal Kitap’ı yanlış yorumlamalarını göz önünde bulundurarak asıl konumuz olan kan nakli konusunu incelemeye başlayabiliriz.

Hemen belirtelim ki, her ne kadar Y. Şahitleri kan naklini “ilahî kanuna saygı” düşüncesine dayanarak reddettiklerini bildirseler de, bizler bunun daha ziyade bu ilahî kanunun yanlış ve çarpık bir şekilde anlaşılıp yorumlanmasından kaynaklandığını düşünmekteyiz. Şüphesiz Tanrı’nın Nuh peygamberden başlayarak bütün insanlığa “hayvan kanı” yemeyi yasakladığı bir gerçektir. Fakat bizler bu yasağı doğru bir şekilde anlayıp, yaşamımızda doğru bir şekilde uygulayabilmemiz için bu yasağın konuluş nedenini, amacını, içeriğini ve bunun hangi şartlar içinde verildiğini çok iyi bir şekilde anlamamız gerekmektedir. Aksi takdirde bu, diğer konularda da olacağı gibi bizleri birçok çıkmazlara yöneltebilir. İşte YŞT’nın kan yememekle ilgili Tanrısal emri, yanlış ve çarpık bir şekilde anlayıp değerlendirdiklerini gösteren birkaç nokta:

Tanrı, ilk olarak kan yeme yasağını Tekvin 9:3’te tufandan hemen sonra Nuh’a insanın et yiyebileceğini bildirdiğinde koymuştur:

“Hareket eden her hayvan size yiyecek olacaktır. Yeşil ot gibi size hepsini verdim. Fakat eti, onun canı olan kanı ile yemeyeceksiniz.”

Hatırlatmalıyız ki, tufana dek insanlara yalnızca sebze, meyve ve toprak ürünleri yemek müsade edilmişti. Fakat et bir yiyecek olarak öngörülmemişti (Tek. 1:29 ). Tufandan sonraysa artık Tanrı, Nuh’a öldürüldükten sonra hayvanların etinin de bir yiyecek olarak yenilebileceğini bildiriyordu (Tek. 9:3). Fakat bir şartla: “onun canı olan kanını” yememek sureti ile. Acaba Tanrı neden böyle bir koşul ve kısıtlama ileri sürüyordu? Bunun sebebi sağlığa zararlı olup, AIDS veya benzeri hastalıklara yol açtığından mıydı? Hayır! Hiç de değil. Bunun özellikle iki temel sebebi vardı:

1).Tanrı’nın hayat üzerindeki egemenliğinin tanınıp, buna saygı gösterilmesi prensibi: Tanrı hayatın vericisi ve koruyucusudur. Hayat alma ve verme konusunda tek egemen olan O’dur. Tanrı, insanlara hayvanları yiyecek olma amacı ile öldürmeye yetki verdiğinde , kendisinin hayat üzerinde tek egemen oluşunun bir işareti ve hatırlatması olarak, insanlara hayvanları öldürdüklerinde kanını yememelerini buyurdu. İnsanlar öldürdükleri hayvanın etini kendilerine, hayatı temsil eden kanlarını da toprağa akıtmak suretiyle Yaratıcı’larına sunmalıydılar. Kan yemeyip onu yere dökme hareketi insanın hayvanı yalnızca Tanrı’nın müsadesiyle öldürdüğünün ve Tanrı’yı hayat üzerinde tek egemen olarak tanıdığının belirgin bir işareti veya sembolüydü. Öte yandan insanın hayvanı yarı canlı olarak veya öldürerek kanıyla birlikte yemesi de Tanrı’nın hayat üzerinde yetki ve egemenliğini tanımayıp, buna saygı göstermemesi, hayatı bayağı tutması ve insanın kendisini hayat üzerinde egemen görmesi anlamındaydı. İnsan hayvanlarla olan ilişkisinde , hayata ve vericisine karşı saygısını, hayvanı öldürdüğünde onun kanını yemeyip yere akıtmakla beyan edecekti. İnsanlarla olan ilişkilerindeyse bu bir insanın diğer bir insanı öldürmemesi, katletmemesi veya kanını akıtmamasıyla beyan edilecekti (Tek.9:5-6).

2).Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını da Tanrı’ya verme prensibi: Hayvan kanının yenilmemesinin diğer bir sebebi de hayvan kanının mezbah üzerinde kefaret edici olarak Tanrı’ya sunulmasıydı. Tapınakta hizmet gören kişiler Tanrı’ya sunmuş oldukları kurbanların etini, bir yiyecek olarak kendilerine ayırabiliyorlardı. Fakat kanları ise kefaret olarak Tanrı’ ya ayrıldığından asla yiyemiyorlardı. Şüphesiz Tanrı’ya ayrılan bir şeyi saygısızca yemek büyük bir suçtur. (Bu sembolik olayın aynı zamanda İsa Mesih’in gelecekte kurbanvari ölümüyle de bir bağlantısı bulunup, bunun bir ön simgesiydi.) Tanrı, bu prensibi Levililer 17:10-13’te şöyle belirtmektedir:

“Her kim herhangi bir çeşit (hayvansal) kan yerse, ben kan yiyen cana karşı döneceğim ve onu kavmım arasından atacağım. Çünkü etin canı kandadır ve ben onu mezbah üzerinde canlarınıza kefaret etmek için size verdim; çünkü candan ötürü kefaret eden kandır. Bunun için İsrail oğullarına dedim: Sizden hiçbir can, kan yemeyecek.”.

İşte Tanrı’nın kan yemeyi yasaklamasının temel sebebi budur. Eğer bizler bu iki temel sebebi kan nakli olayına tatbik edersek, açıkça göreceğiz ki bu yasağın kan nakliyle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü gördüğümüz gibi kan yeme yasağı her zaman insanların, hayvanları bir besin maddesi veya bir kurban olarak öldürüp Tanrı’ya sunması olayıyla ilişkilidir . Bu yasak hayvanların kanıyla ilgili olup, onların yenilmesi veya kurban sunulması amacıyla canlarının alınışı veya öldürülüşü bağlamında konulmuştur. Fakat iyi bilinmelidir ki, insan, hiçbir zaman ne bir besin maddesi olarak, ne de bir kurban olarak öngörülmemiştir. Herhangi bir kan naklinde de yine insanın bir kurban olarak sunulması veya bir besin maddesi olması amacıyla öldürülmesi söz konusu değildir. Kan naklinin bunlarla hiçbir ilgisi olmadığından, kan nakli uygulaması, Tanrı’nın kan yeme yasağını çiğnemek veya Tanrı’nın hayat vericiliğine saygısızlık göstermek değildir. Bu saygısızlık veya yasak daha ziyade bir insanın diğer bir insanı öldürmesi, katletmesi veya onu ölümle başbaşa bırakması halinde çiğnenmiş olur (Tek. 9:5-6). Kan nakli yaşayan birinin tehlikede olan başka bir hayatı kurtarmak için sevgi, merhamet ve hayata saygı gösterme prensibinden kaynaklanan yapıcı bir girişimdir.

Şu gerçeği de akıldan çıkarmayalım ki, tıbbii olarak kan nakliyle kan yeme olayı iki ayrı şeydir. Masada keyfi şekilde su, ayran gibi kan içerikli yiyecekler yemek ayrıdır, yaşamla mücadele eden birinin kan naklini kabul etmesi ayrı bir olaydır. Birisi ağızdan alınır beslenmek amacıyladır, diğeriyse nakledilmedir. Besin olarak ağızdan alınan şey daha sonra Rabbimiz İsa Mesih’in de bildirdiği gibi mideye ve oradan da ayakyoluna atılır. Fakat kan nakli bir beslenme türü değil ama bir tür sıvı organ naklidir . Yehova Şahitleri ‘Hayata Sevk Eden Hakikat’ kitabında bu tıbbi ayırımı bile yapmaktan yoksun olup bilgisizleri etkileyebilecek şöyle bir örnekte bulunur:

‘Eğer bir doktor sana alkolden çekinmeni söylerse, bu ağızdan almanın doğru olmadığını, fakat doğrudan doğruya damarlarından alabileceğin anlamına mı gelir? Tabii ki, hayır! Aynı şekilde ‘kandan çekinmek’ bedenine hiç bir surette kan almamak anlamına gelir” sf.167.

Bu örnek yanıltıcı bir örnektir. Biz de ayni örneği şu şekilde değiştirerek sorabiliriz: Eğer doktorunuz size et yemeyi yasaklarsa bu yasak aynı zamanda herhangi bir organ naklini de içerip onunda bedene alınmaması anlamına mı gelir? Organ nakli ayrıdır et yeme olayı ayrıdır. Birisi ağızdan alındığında hazmedilip ayak yoluna atılır ama diğeri aynı özelliğini başka bir vücutta devam ettirir. Kan nakli de böyledir. YŞT de son senelerdeki yayınlarında bu gerçeği kabul etmeye başlamıştır. Mademki kan naklinin bir beslenme olmayıp bir sıvı organ nakli olduğu tüm tıp tarafından kabul edilmektedir ve YŞT de organ naklini 1980 yılından bu yana kişisel ve vicdani bir mesele olarak görmektedir Cemiyete ve Kutsal Kitap’a göre kan nakli de Tanrı’nın yasasını çiğnemek olmayıp kişisel ve vicdani bir mesele olmalıdır.

Bundan başka kan naklinin Tanrı’nın yasasını bozmakla alakalı olmadığını bir bebeğin anne karnındaki oluşumunda da açıkça görmekteyiz. Bebek anne karnındayken hemen hemen annesinin kan içerikli bütün sıvılarını bedenine alır. Bebek annesi tarafından beslenir ve gelişir. Eğer kan nakli yanlış ve Tanrısal yasayı çiğnemek idiyse nasıl olurda bizzat Yaratıcımız Tanrı bir annenin bebeğine hemen hemen tüm kan içerikli sıvıların nakliyle bebeğin anne karnında gelişmesine müsade edebilir? Kan nakli gerçekten Tanrıca yasaklanmış bir olguysa nasıl oluyor da bizzat Tanrı anneden bebeğe kan içerikli sıvıların geçmesine müsade eder? Acaba Tanrı kendi koyduğu yasağı kendisi mi çiğniyor? Hayır! Bu tıbbi gerçek Tanrı’nın kan nakline hiç de karşı olmadığını açıkça göstermektedir.

Bizleri kanıyla satın alıp sonsuz yaşam vermiş olan İsa Mesih bir keresinde şu sembolik açıklamada bulundu:

‘Size doğrusunu söyliyeyim, İnsanoğlunun bedenini yiyip kanını içmedikçe sizde yaşam olmaz. Bedenimi yiyenin kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır’ (Yuh.6:53-59)

‘Alın, yiyin dedi, bu benim bedenimdir. Sonra bir kase alıp şükretti ve bunu öğrencilerine vererek , bundan hepiniz için dedi. Çünkü bu benim kanımdır’ (Mat.26:26-27).

Eğer bedene kan almak Tanrı’nın yasasını çiğnemek anlamındaysa her ne kadar bu sözler sembolik anlamda da olsa İsa Mesih kesinlikle bu tür ifadeler ağzına almayacaktı. Bundan başka her gerçek inanlı Rabbin bedeni ve kanını temsil eden sembolleri yemekte ve içmektedir. Acaba her alanda örneğimiz olan İsa Mesih kanla ilgili bir yanlış mı yapmaktadır? Nasıl yasaklanan bir şeyi verdiği örnek ve konuşma tarzıyla çiğneyebilir? Biliyoruz ki, bu sözlerin gerisinde İsa Mesih’in kurtuluşumuz için kendisini feda edip bedenini ve kanını kurban sunması olayı yatmaktadır. O’nun bizim için kanını akıtması ve bizi kanıyla kurtarması O’nun bize karşı olan sınırsız sevgi ve merhametini gösterir. Acaba O’nun bu hareketi bizim için de bir örnek değil midir? Bu hangi şekilde olursa olsun yaşamı tehlikede olan birini bizim de kanımızı vererek veya başka bir şekilde kurtarmamıza ve ona yardımcı olmamıza bir örnek oluşturmaz mı? Elçi Yuhanna bu konuda şu gerçeği vurgular:
‘Sevgiyi İsa Mesih’in bizim için canını vermesinden biliriz. Bizim de kardeşler için canımızı vermemiz zorunludur’ (1.Yuh.3:16.
Ferisiler bir keresinde açlıktan kıvranan Mesih’in öğrencilerini Sept günü başakları koparıp yemekle suçlayınca İsa Mesih onlara Davut peygamber ve yanındakilerin nasıl Tanrı’nın evine girip, yalnızca kahinlere müsaade edilen adak ekmeklerini yediğini hatırlatarak, hayatın ve merhametin katı insan kurallarından daha üstün olduğunu hatırlattı ve onları şöyle azarladı:

“Eğer siz ‘Ben kurban değil, merhamet isterim’ sözünün anlamını bilseydiniz, suçsuz kişileri yargılamazdınız” (Mat. 12:1-8).

Başka bir olayda yine Sept’i bozmakla suçlanan İsa Mesih:
“Sept günü can kurtarmak mı doğru, öldürmek mi? diye sordu.” (Mar.3:1-6).

Bu konuda vurgulamamız gereken diğer bir gerçek de Mesih ile açılan Yeni Antlaşma düzeninde Mesih İnanlıları’nın geçmişte “gölge” şeklinde verilip, Mesih’te “aslını” bulduğu kanun veya şeriat düzenlemelerine artık bağımlı olmadığıdır. Pavlus’un bildirdiği gibi:

“Bu nedenle yiyecek ve içecek, bayram, yeni ay ya da Sept günü (ki şeriatın Musa’ya verilişinden önce bile yürürlülükteydi.) konusunda hiç kimse sizi yargılamasın. Bunlar gelecek şeylerin gölgesidir, aslı ise Mesih’tedir” (Kol. 2:16).

Fakat Y. Şahitleri kan yeme yasağının İncil’de de devam ettiğini kanıtlamak için sürekli Elçilerin İşleri 15:22-29 ve 21:25 ayetlerini ileri sürerler. Fakat, eğer bizler bu ayetleri bağlı bulunduğu bölüm ve işlenen konunun ışığı altında incelersek, göreceğiz ki, durum hiç de Y. Şahitleri’nin anladığı gibi değildir. Her şeyden önce Elçilerin İşleri 15’inci bölümde işlenen başlıca konu kan yeme veya kan nakli değildir. O zamanlarda zaten kan nakli diye bir şey mevcut değildi. Burada işlenen veya tartışılan konu putperestlikten gelme Hıristiyanlar’ın kurtulmak için şeriati de izleyip uygulamaları gerekir mi? konusuydu. Çünkü ilk ayetlerde okuduğumuz gibi bazı Yahudi Hıristiyanlar, Yahudi olmayan ve putperestlikten İsa Mesih’e gelmiş kardeşleri “Eğer Musa’nın adeti üzere sünnet olunmazsanız kurtulamazsınız.” diyerek sıkıştırıyorlardı. Konuyu ciddi bir şekilde ele alıp etraflıca inceleyen elçiler ve ihtiyarlar milletlerden gelen İnanlılar’ın Musa’nın şeriatı altında bulunmadığı sonucuna varıp, Milletler’den gelen İnanlılar’ın da Yahudi İnanlıları tökezlendirmemek amacıyla şeriatçe yasaklanan “putlara sunulan etlerin yenmesinden, cinsel ahlaksızlıktan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve kandan sakınmaları gerektiğini” bildirdiler.

Cinsel ahlaksızlığın dışında sıralanmış olan bu bildiriler bütün kiliselere empoze edilip, herkes tarafından her zaman izlenmesi gereken bir karar veya yasak değil, ama gördüğümüz gibi belirli bir ortamda ve belirli bir sorun anında, kiliselerarası birlik ve uyumun sağlanması için alınmış veya iletilmiş ve bazı özel durumlarda değişebilecek geçici ve kardeşvari bir öğüttür . Çünkü bu yasağın bildirilişinden hemen sonra, bunun Yahudilere tökez olmamak amacıyla verildiğini belirleyen şu sözleri okumaktayız:
“Çünkü eski nesillerden beri, her Sept günü havralarda okunduğundan, Musa’nın her şehirde vaaz edenleri vardı” (21).

Aynı zamanda burada kullanılan ‘sakının’ terimi de bunun kesin ve ebedi bir buyruk olmayıp kardeşvari bir öğüt olduğu doğrultusundadır. Eğer bu kesin ve mutlak bir yasak olmuş olsaydı ‘sakının ‘ yerine daha kuvvetli başka bir ifade tarzı kullanılacaktı. Zaten elçilerin yapmış olduğu bu ilk Konsilin çıkardığı karar İnanlıların artık Yahudi yasası veya buyrukları altında olmadığını yolundayken bu öğütlerin kesin ve ebedi yasa olduğu nasıl söylenebilir ki? Bu çıkarılan yasaya aykırı bir yasa olmazmıydı? Hem yasa altında değilsiniz deniliyor hem de hemen arkasından Musa’nın ebedi yasalarını izlemekten söz ediliyor!! Açıktır ki, bu ilk elçisel Konsil putperestlikten gelen inanlıların Musa’nın yasası altında bulunmadığını vurguluyor ama Musa’nın yasası altında yaşayan Yahudileri de kışkırtmamak veya tökezlendirmemek için de putperestlùkten gelen inanlıların özellikle yasa tarafından yasaklanan bu bir kaç hususa dikkatli olmaları belirtiliyor.
Sıralanan bu hususların belirli durumlarda değişebilecek kardeşvari bir öğüt olduğunu yine şundan anlıyoruz ki, burada yenmesi yasaklanmış olan “putlara kurban edilen şeylerin” 1. Korintliler 8:1-13; 9:19-23; 10:23-33 ve Romalılar 14:1-23 ayetlerinde başkalarına tökez olmama koşuluyla tam serbest bir şekilde yenilebileceğini okuyoruz. Eğer et yemek başka birinin tökezlenmesine sebep oluyorsa ondan asla yenilmemesi öneriliyor. Eğer elçilerce alınan bu karar kesin ve ebedi bir karar olsaydı şüphesiz Pavlus bu ayetlerdeki sözleri söylemeyecekti. Bundan başka hatırlatalım ki, Yehova Şahitleri Cemiyetinin ilk kurucusu C.T.RUSSELL de Elçi 15:22-29 ayetlerini aynen bizlerin izah ettiği gibi anlamakta ve bu sözlerin Yeni Antlaşma Hristiyanları için geçerli olmadığını bildirmekteydi (Tarassut Kulesi 15 Kasım 1892, sf.1473).

Hayır! Biz Mesih İnanlıları bu lütuf döneminde Eski Antlaşma’da gölge şeklinde geçici olarak verilmiş olan yemek, içmek vs. gibi kanunların altında değiliz ve bu konularda başkalarına tökez olmama koşuluyla tam bir özgürlüğe sahibiz. Çünkü “Yiyecek bizi Tanrı’ya yaklaştırmaz. Yemezsek bir eksikliğimiz olmaz, yersek de bir üstünlüğümüz olmaz” (1. Kor. 8:8). Bundan başka Kutsal Kitap bizlere açık bir şekilde bildirmektedir ki, içinde kan nakli de olmak üzere dışardan vücudumuza geçen hiçbir şey bizleri kirletmez ve bizleri sonsuz hayattan mahrum kılamaz. İsa Mesih’in Ferisiler’e bildirdiği gibi:

“Dışarıdan insanın içine giren hiçbir şeyin onu kirletmeyeceğini anlamıyor musunuz? Dışardan giren insanın yüreğine değil, midesine gider oradan da ayak yoluna atılır. İsa bu sözlerle tüm yiyeceklerin temiz olduğunu bildirmiş oluyordu” (Mar. 7:18-19).

Pavlus da yine bildirir:

“Kasaplar çarşısında satılan ve önünüze konulan her çeşit eti, vicdan sorunu yapmadan sorgusuz sualsiz yiyin” (1. Kor. 10:25-27; 1. Tim. 4:4).

Oysa söz konusu kasaplar çarşısında, Elçilerin İşleri 15’inci bölümde yasaklanıp, putlara sunulan ve boğularak ölmüş bulunan ve Yahudiler tarafından murdar sayılan her türlü kan içerikli etler de satılmaktaydı! Bu Y. Şahitleri’nin yiyecekler karşısında takınmış olduğu fanatikçe tutumdan ne kadar farklıdır! Sonuç olarak Kutsal Kitap’taki kan yeme yasağı, yalnızca yiyecek ve kurban olmak amacıyla öldürülen hayvanların kanıyla ilgili olup, bu zamanımızda uygulanan kan nakline tatbik edilemez. Zaten Tevrat‘a bağlı günümüzün dindar Yahudileri bile Tevrat’taki kan yeme yasağının günümüzde uygulanan kan nakliyle ilgisi olmadığını bildirerek kan naklini rahatça kabul ederler.
Sonuç olarak Yehova Şahitlerinin kan nakliyle ilgili tutumları bizlere İsa Mesih’in zamanındaki Ferisilerin tutumunu anımsatıyor. Tanrı’nın yüceliği ve insanlığın iyiliği için konulan herhangi bir Tanrısal buyruğu Ferisiler kendi bireysel anlayışları doğrultusunda eviriyor çeviriyor, yeni yeni insansal düşünce ve görüşler ekleyerek asıl amacından çıkarıyor ve çarptırıyorlardı. Daha sonra da kendilerinin türettiği bu görüş ve yorumları sanki Tanrı’nın kesin buyruğuymuş gibi halka empoze ediyorlardı. İsa Mesih bu çarptırmalar konusunda (sept gününü tutmak, yemek içmek, yıkanmak vs… gibi) açıkça onları azarlamıştır. Zamanımızdaki Y.Şahitleri de bu benzerlikte yalnızca hayvanları yiyecek amacıyla ve kurban sunma amacıyla öldürme bağlamında konulan ve Şeriatle bağlantılı olan bu buyruğu evirip çevirip kendi bireysel düşünce ve yorumları katarak ‘Yazılmış olanlardan daha öteye’ geçiyor ve bunları da Tanrı’nın ebedi yasası olarak sunuyorlar!