Re: Yehova Şahitlerinin Kan Nakli Konusundaki Tutumları Kutsal Kitap’a Uygun mudur?
YŞT uzun yıllar boyunca kan nakli benzerliğinde aşılamalara karşı da savaş açmıştı. Cemiyete göre aşılamayı kabul etmek büyük bir günah olup, Tekvin 9’uncu bölümde belirtilen ‘Ebedi Tanrısal Antlaşmanın çiğnenmesi demekti!! (Golden Age, 4 février 1931). Her ne kadar tıbbi kanıtlara ters de düşse Cemiyete göre aşılama sistemi insan hayatını kurtarmakta yetersiz kalıyor ve hatta çoğu hastalıklar aşılama yoluyla insanlara yayılıyormuş. Bundan başka yine Cemiyete göre aşılama yoluyla yalnızca hastalıklar değil ama ‘cincilik’ ve’cinsel ahlaksızlıklar” da yayılmaktaymış !!! Bu yanlış tıbbi bilgilerin o zamanki Y.Şahitlerine nelere mal olduğunu tam olarak söylemek oldukça zor. Şüphesiz bu şekilde nice Y.Şahitlerinin hayatı gereksiz yere tehlikeye atıldı.
Ama 1950’li yılların başlangıcında Cemiyet görüşünü değiştirerek aşılamayı kişisel ve vicdani bir mesele olarak sunmaya başladı. 15 Temmuz 1953 sayılı Tarassut Kulesi (Gözcü Kulesi) dergisinde aşılama yasağı şu sözlerle kaldırıldı:
‘Meseleyi inceledikten sonra aşılamanın Tekvin 9:4’de belirtilen ve Nuh ile yapılan ebedi antlaşmanın bir çiğnenmesi olmadığı görüldü’.
Aşılama benzerliğinde organ nakli de Tekvin 9:2-4’e dayanılarak Cemiyet tarafından tamamen reddedilmekteydi. 15 Ağustos 1968 sayılı Tarassut Kulesi dergisi kesin bir ifadeyle organ naklini ‘bedenin nakli’ ve bir ‘kannibalizm’ (insan eti yeme) olarak tanıtarak bunun Yehova’nın kanununun direkt çiğnenmesi olduğunu söylüyordu. Cemiyete göre organ nakli doğrudan Yehova Tanrı tarafından yasaklanan bir buyruktu.
Şimdi YŞT’nın tarih boyunca yapmış olduğu bu tıbbii hataları ve Kutsal Kitap’ı yanlış yorumlamalarını göz önünde bulundurarak asıl konumuz olan kan nakli konusunu incelemeye başlayabiliriz.
Hemen belirtelim ki, her ne kadar Y. Şahitleri kan naklini “ilahî kanuna saygı” düşüncesine dayanarak reddettiklerini bildirseler de, bizler bunun daha ziyade bu ilahî kanunun yanlış ve çarpık bir şekilde anlaşılıp yorumlanmasından kaynaklandığını düşünmekteyiz. Şüphesiz Tanrı’nın Nuh peygamberden başlayarak bütün insanlığa “hayvan kanı” yemeyi yasakladığı bir gerçektir. Fakat bizler bu yasağı doğru bir şekilde anlayıp, yaşamımızda doğru bir şekilde uygulayabilmemiz için bu yasağın konuluş nedenini, amacını, içeriğini ve bunun hangi şartlar içinde verildiğini çok iyi bir şekilde anlamamız gerekmektedir. Aksi takdirde bu, diğer konularda da olacağı gibi bizleri birçok çıkmazlara yöneltebilir. İşte YŞT’nın kan yememekle ilgili Tanrısal emri, yanlış ve çarpık bir şekilde anlayıp değerlendirdiklerini gösteren birkaç nokta:
Tanrı, ilk olarak kan yeme yasağını Tekvin 9:3’te tufandan hemen sonra Nuh’a insanın et yiyebileceğini bildirdiğinde koymuştur:
“Hareket eden her hayvan size yiyecek olacaktır. Yeşil ot gibi size hepsini verdim. Fakat eti, onun canı olan kanı ile yemeyeceksiniz.”
1).Tanrı’nın hayat üzerindeki egemenliğinin tanınıp, buna saygı gösterilmesi prensibi: Tanrı hayatın vericisi ve koruyucusudur. Hayat alma ve verme konusunda tek egemen olan O’dur. Tanrı, insanlara hayvanları yiyecek olma amacı ile öldürmeye yetki verdiğinde , kendisinin hayat üzerinde tek egemen oluşunun bir işareti ve hatırlatması olarak, insanlara hayvanları öldürdüklerinde kanını yememelerini buyurdu. İnsanlar öldürdükleri hayvanın etini kendilerine, hayatı temsil eden kanlarını da toprağa akıtmak suretiyle Yaratıcı’larına sunmalıydılar. Kan yemeyip onu yere dökme hareketi insanın hayvanı yalnızca Tanrı’nın müsadesiyle öldürdüğünün ve Tanrı’yı hayat üzerinde tek egemen olarak tanıdığının belirgin bir işareti veya sembolüydü. Öte yandan insanın hayvanı yarı canlı olarak veya öldürerek kanıyla birlikte yemesi de Tanrı’nın hayat üzerinde yetki ve egemenliğini tanımayıp, buna saygı göstermemesi, hayatı bayağı tutması ve insanın kendisini hayat üzerinde egemen görmesi anlamındaydı. İnsan hayvanlarla olan ilişkisinde , hayata ve vericisine karşı saygısını, hayvanı öldürdüğünde onun kanını yemeyip yere akıtmakla beyan edecekti. İnsanlarla olan ilişkilerindeyse bu bir insanın diğer bir insanı öldürmemesi, katletmemesi veya kanını akıtmamasıyla beyan edilecekti (Tek.9:5-6).
2).Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını da Tanrı’ya verme prensibi: Hayvan kanının yenilmemesinin diğer bir sebebi de hayvan kanının mezbah üzerinde kefaret edici olarak Tanrı’ya sunulmasıydı. Tapınakta hizmet gören kişiler Tanrı’ya sunmuş oldukları kurbanların etini, bir yiyecek olarak kendilerine ayırabiliyorlardı. Fakat kanları ise kefaret olarak Tanrı’ ya ayrıldığından asla yiyemiyorlardı. Şüphesiz Tanrı’ya ayrılan bir şeyi saygısızca yemek büyük bir suçtur. (Bu sembolik olayın aynı zamanda İsa Mesih’in gelecekte kurbanvari ölümüyle de bir bağlantısı bulunup, bunun bir ön simgesiydi.) Tanrı, bu prensibi Levililer 17:10-13’te şöyle belirtmektedir:
“Her kim herhangi bir çeşit (hayvansal) kan yerse, ben kan yiyen cana karşı döneceğim ve onu kavmım arasından atacağım. Çünkü etin canı kandadır ve ben onu mezbah üzerinde canlarınıza kefaret etmek için size verdim; çünkü candan ötürü kefaret eden kandır. Bunun için İsrail oğullarına dedim: Sizden hiçbir can, kan yemeyecek.”.
Şu gerçeği de akıldan çıkarmayalım ki, tıbbii olarak kan nakliyle kan yeme olayı iki ayrı şeydir. Masada keyfi şekilde su, ayran gibi kan içerikli yiyecekler yemek ayrıdır, yaşamla mücadele eden birinin kan naklini kabul etmesi ayrı bir olaydır. Birisi ağızdan alınır beslenmek amacıyladır, diğeriyse nakledilmedir. Besin olarak ağızdan alınan şey daha sonra Rabbimiz İsa Mesih’in de bildirdiği gibi mideye ve oradan da ayakyoluna atılır. Fakat kan nakli bir beslenme türü değil ama bir tür sıvı organ naklidir . Yehova Şahitleri ‘Hayata Sevk Eden Hakikat’ kitabında bu tıbbi ayırımı bile yapmaktan yoksun olup bilgisizleri etkileyebilecek şöyle bir örnekte bulunur:
‘Eğer bir doktor sana alkolden çekinmeni söylerse, bu ağızdan almanın doğru olmadığını, fakat doğrudan doğruya damarlarından alabileceğin anlamına mı gelir? Tabii ki, hayır! Aynı şekilde ‘kandan çekinmek’ bedenine hiç bir surette kan almamak anlamına gelir” sf.167.
Bundan başka kan naklinin Tanrı’nın yasasını bozmakla alakalı olmadığını bir bebeğin anne karnındaki oluşumunda da açıkça görmekteyiz. Bebek anne karnındayken hemen hemen annesinin kan içerikli bütün sıvılarını bedenine alır. Bebek annesi tarafından beslenir ve gelişir. Eğer kan nakli yanlış ve Tanrısal yasayı çiğnemek idiyse nasıl olurda bizzat Yaratıcımız Tanrı bir annenin bebeğine hemen hemen tüm kan içerikli sıvıların nakliyle bebeğin anne karnında gelişmesine müsade edebilir? Kan nakli gerçekten Tanrıca yasaklanmış bir olguysa nasıl oluyor da bizzat Tanrı anneden bebeğe kan içerikli sıvıların geçmesine müsade eder? Acaba Tanrı kendi koyduğu yasağı kendisi mi çiğniyor? Hayır! Bu tıbbi gerçek Tanrı’nın kan nakline hiç de karşı olmadığını açıkça göstermektedir.
‘Size doğrusunu söyliyeyim, İnsanoğlunun bedenini yiyip kanını içmedikçe sizde yaşam olmaz. Bedenimi yiyenin kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır’ (Yuh.6:53-59)
‘Alın, yiyin dedi, bu benim bedenimdir. Sonra bir kase alıp şükretti ve bunu öğrencilerine vererek , bundan hepiniz için dedi. Çünkü bu benim kanımdır’ (Mat.26:26-27).
“Eğer siz ‘Ben kurban değil, merhamet isterim’ sözünün anlamını bilseydiniz, suçsuz kişileri yargılamazdınız” (Mat. 12:1-8).
Başka bir olayda yine Sept’i bozmakla suçlanan İsa Mesih:
“Sept günü can kurtarmak mı doğru, öldürmek mi? diye sordu.” (Mar.3:1-6).
Bu konuda vurgulamamız gereken diğer bir gerçek de Mesih ile açılan Yeni Antlaşma düzeninde Mesih İnanlıları’nın geçmişte “gölge” şeklinde verilip, Mesih’te “aslını” bulduğu kanun veya şeriat düzenlemelerine artık bağımlı olmadığıdır. Pavlus’un bildirdiği gibi:
“Bu nedenle yiyecek ve içecek, bayram, yeni ay ya da Sept günü (ki şeriatın Musa’ya verilişinden önce bile yürürlülükteydi.) konusunda hiç kimse sizi yargılamasın. Bunlar gelecek şeylerin gölgesidir, aslı ise Mesih’tedir” (Kol. 2:16).
Cinsel ahlaksızlığın dışında sıralanmış olan bu bildiriler bütün kiliselere empoze edilip, herkes tarafından her zaman izlenmesi gereken bir karar veya yasak değil, ama gördüğümüz gibi belirli bir ortamda ve belirli bir sorun anında, kiliselerarası birlik ve uyumun sağlanması için alınmış veya iletilmiş ve bazı özel durumlarda değişebilecek geçici ve kardeşvari bir öğüttür . Çünkü bu yasağın bildirilişinden hemen sonra, bunun Yahudilere tökez olmamak amacıyla verildiğini belirleyen şu sözleri okumaktayız:
“Çünkü eski nesillerden beri, her Sept günü havralarda okunduğundan, Musa’nın her şehirde vaaz edenleri vardı” (21).
Hayır! Biz Mesih İnanlıları bu lütuf döneminde Eski Antlaşma’da gölge şeklinde geçici olarak verilmiş olan yemek, içmek vs. gibi kanunların altında değiliz ve bu konularda başkalarına tökez olmama koşuluyla tam bir özgürlüğe sahibiz. Çünkü “Yiyecek bizi Tanrı’ya yaklaştırmaz. Yemezsek bir eksikliğimiz olmaz, yersek de bir üstünlüğümüz olmaz” (1. Kor. 8:8). Bundan başka Kutsal Kitap bizlere açık bir şekilde bildirmektedir ki, içinde kan nakli de olmak üzere dışardan vücudumuza geçen hiçbir şey bizleri kirletmez ve bizleri sonsuz hayattan mahrum kılamaz. İsa Mesih’in Ferisiler’e bildirdiği gibi:
“Dışarıdan insanın içine giren hiçbir şeyin onu kirletmeyeceğini anlamıyor musunuz? Dışardan giren insanın yüreğine değil, midesine gider oradan da ayak yoluna atılır. İsa bu sözlerle tüm yiyeceklerin temiz olduğunu bildirmiş oluyordu” (Mar. 7:18-19).
“Kasaplar çarşısında satılan ve önünüze konulan her çeşit eti, vicdan sorunu yapmadan sorgusuz sualsiz yiyin” (1. Kor. 10:25-27; 1. Tim. 4:4).