Re: Erken Kilise Tarihi

#28958
Anonim
Pasif

Bizans-Pers İlişkisi

Hıristiyanların kendi aralarındaki bölünmüşlüğü ve özellikle çeşitli grupların ayrılığı imparatorluğun birliği açısından sorun oluşturuyordu. Özellikle de Justinian’dan sonra gelen bütün imparatorlar da bu konuda bir uzlaşma sağlamak için büyük çaba sarf etmişler, ama başarılı olamamışlardır.

611’den başlayarak Roma’nın yıllardan beri düşmanı olan Pers imparatorluğu önce Antakya’yı, ardından da Suriye ve Filistin bölgelerini fethetmiştir. Yeruşalim’de binlerce Hıristiyan’ı katleden ve kiliseleri yağmalayıp yakan Persler 618 ve 619’da İskenderiye’yi de ele geçirerek Mısır’ı da kontrol altına almışlardır. Anadolu’yu da baştan başa fethederek Chalcedon’a kadar ulaşmışlar ve Konstantinopolis’in karşı kıyısına kamp kurmuşlardır. Doğudan gelen İran saldırıları dışında aynı zamanda Bizans imparatorluğuna kuzeyden de Slav ve Avarlar saldırıya geçmişlerdi.

Ama 620 yılında durum birden tersine döndü ve Bizans imparatorluğu kaybettiği toprakları Heraklius önderliğinde geri almaya başladı. Düşmanları olan Avarlara da kendilerinin yanında savaşmaları için para verdiler ve kutsal bir savaş olarak isimlendirdikleri büyük bir seferle Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır’ı geri aldılar. Ne var ki bütün bu savaşların sonunda her iki taraf da o kadar çok kayıp verdi ki tüm yörede bir güç boşluğu olmuştur.

İslam’ın Yükselişi

Tam bu olayların ve güç boşluluğunun olduğu sırada Muhammed’in önderliğinde Araplar güçlenmeye ve 632 yılından başlayarak yeni inançlarını fetih yöntemiyle yaymaya başladılar. Bu fetihler sırasında hem İran’a hem de Bizans imparatorluğuna ait yerleri almaya başlayan Müslümanlar 635’te Şam’ı, 636’da Suriye’yi ve iki yıl süren bir kuşatmadan sonra da 638 yılında Yeruşalim’i fethetmişlerdir. 642 yılına kadar dayanabilen İskenderiye’de bu yılda kapılarını Müslüman fatihlere açmak zorunda kalmışlardır.
İlk başta o yörelerde yaşayan Monofizitler Arapları, kendilerini imparatorluğun kontrolünden özgür kılacak bir kurtarıcı olarak görmüşlerdi ama, bu sevinçleri fazla uzun sürmemiştir.

Bütün bunlar olurken Bizans imparatoru bütün Hıristiyanların birleşmesi gerektiğini düşünmüş ve görüş farklılıklarından dolayı kavgalı olan tarafları birleştirmek için yeniden harekete geçmiştir. Zamanın İstanbul patriği Sergius, imparator Heraklius’a birleşmeyi sağlamak için orta yollu yeni bir fikir vermiştir. Bu yeni fikre göre, Mesih ve Oğul olan kişi Tanrısal ve insansal işlerini tek bir Tanrı-insan eylemiyle yapmıştır. Bu Mesih’in tek bir enerji ile çalışmış olduğu ifadesi Mısır’daki değişik görüşteki Hıristiyanların bir sürede olsa birliğini sağlamıştır.

Ama aynı zamanda bu görüşe değişik saldırılar da gelmeye başlamıştır. Bu bölücü tartışmayı engellemek için Sergius, Mesih’in bir ya da daha fazla enerji ile çalışmış olduğuna bakılmaması gerektiğini ama, herkesin onun bu işleri tek bir istekle yapmış olduğu konusunda hem fikir olmaları gerektiğini söylemiştir. Sergius’un bu düşünceleri kendisinin de önceden yazmış olduğu papa Honorius tarafından da benimsenmiştir. İmparator Heraklius 638’de, en önemli bu iki kilisenin önderlerinin de desteği ile Sergius’un bu öğretisinin geçerliliğini duyurmuştur. Ayrıca Mesih’in bir ya da iki enerji ile çalışıp çalışmadığı tartışmasını da yasaklamıştır.

Kısa bir süre için de olsa bu formül dalgaları yatıştırmıştır. Fakat 641 yılında yeni bir papa gelmiş ve Monotheletism adıyla tanımlanmış bu öğretiye karşı koymuştur. Sırayla gelen papalar da aynı şekilde Mesih’te Tanrısal ve insansal olmak üzere iki isteğin olduğunu söyleyen bu öğretiye karşı gelmişler ve tek bir isteğin olduğunu söylemişlerdir. Batıda bu görüş bir süre sonra üstünlük kazanmıştır. Nitekim Mesih hem gerçek insan hem de gerçek Tanrı ise o zaman gerçek bir insan ve gerçek bir Tanrı iradesine sahip olmalı, aynı zamanda da bu iki istek her zaman uyumlu bir şekilde işbirliği içinde bulunmalıydılar.