Re: Kutsal olun : –

#35769
Anonim
Pasif

Maksatım burda birileri ile tartışmak değil, yararlı olmaktır. Kimseyi yermek, germek değil; herşeye ışık tutmaktır. Kimsenin de “Ben Pavlus’tan yanayım, ben Apollos’tan yanayım” gibi tavır almasını da istemiyorum. Sadece şunu söylüyorum: “Gelin hakikatlere birlikte bakalım.” Ama bunu yaparken de, ne kadar az söylersem, o kadar çok yanlış anlaşılacağıma ve ikna çabalarımın boşuna olacağına inanıyorum.

Bunları, bir zamanlar hem ‘Diller’de konuşmuş ve hem de ‘Peygamberlik’ yapmış ama daha sonra bunları reddetmiş bir kardeşiniz olarak yazıyorum. Siz dilleri nasıl aldınız? Bir nevi zorlama veya auto-suggestion (beyin yönlendirme) yok muydu? Adamın elleri kafanda, genelde ‘kutsal ruhla ne kadar yüklü olduğunu göstermek için’, ELLERİNİ TİTRETEREK, “Aç ağzını ve konuş kardeşim. Kutsal Ruh zorla senin ağzını açmayacak ki. İçinden geleni söyle. İman et ve konuşmaya başla” demedi mi? Ardından da seni teşvik etmek ve ne söyleyeceğini yönlendirmek için de, “Oooh! Handala başanda kanta punto” gibi sözler tekrarlamadı mı? Sen de zavvallı, o anın etkisine, “Handa manda” gibi birkaç laf çıkardığında ağzından, birden havalara sekerek, “Oooh Hallelujah! Rab’be şükürler olsun: Kardeşimiz ‘Diller Armağanı’nı aldı diye beyan etmedi mi?

Pentekost günü armağanlar böyle mi alınmıştı? Birileri onlara “Handala başanda” mı öğretmişti Kutsal Ruh gelmeden? Yere düşenler, tepinenler mi olmuştu? Onları düşerken desteklemek için birilerine onları tutma görevi mi verilmişti? İsa’nın Havarileri ne zaman şifa toplantıları düzenlediler? Bu toplantılarda hiç galeyana getirme, havalara sekme, şeytanla çarpılmış gibi hep ayni hareketleri veya sözleri tekrarlama var mıydı? Ama bugün bütün bunlar çok sayıdaki kiliselerde oluyor, yayılıyor ve kimse de ses çıkarmıyor.

Ne kadar havaya sekersen, ne kadar Haleluyah naraları atarsan, o kadar Kutsal Ruhla doldun demektir. Diğer daha sakin olanlar, onlarda yeteri kadar Kutsal Ruh yok demektir. “Zavvallılar! Onlar için dua edelim.” Bir bağırma, bir hengâme, bir arı kovanı diller zırlaması, “Ha gayret, ha gayret, biraz daha gayret, Kutsal Ruh gelmek üzere. Oooh handala başanda”. Yazdık sonra, hayatım boyunca gördüklerimi hatırlayarak tüylerim diken diken oluyor.

“Peygamberlerin ruhları, peygamberlerin denetimi altındadır” diyor Rab. Birileri konuşurken, hatta peygamberlikte bulunurken, diğeri dinlesin ve “yerlere kapansın” demiyor Rab. “Yargılayın” diyor. “İyice düşünüp tartın” diyor. “Her ruha inanmayın ama ruhları sorgulayın” diyor Rab’bimiz. Bu, ‘Hatta Kutsal Ruhu bile’ demektir. Biz, gözle görünür şekilde, bugünkü peygamberlerin??? önünde secde etmiyoruz belki ama ruhta neredeyse önlerine kapanıyoruz. Ben biliyorum çünkü, bir zamanlar bana da öyle olmuştu. Bir anda her sözüm çok ağırlık kazanmış, Tanrı ile insan arası bir mertebeye sahip olmuştum (veya sahipliğine layık görülmüştüm) adeta. Bana tapınmıyorlardı ama en azından yarı tapınıyorlardı.

Diller’le devam edelim. Daha önce de yazmıştım. Bir ara birileri, İngilteredeki büyük bir kilisede, göz yaşı dökerek ‘Dillerde’ konuşmuştu ve bir başkası da onu tercüme etmişti. Mesaj, her zaman olduğu gibi, hep bilinen, Kutsal Kitap’ta zaten yazılı olan şeylerdi, “Yavrularım! Sizleri seviyorum. Her zaman sizinleyim. Üzülmeyin. İman edin. Falan filân”. Toplantıdan sonra, o dillerde konuşana gidip konuştum ve dillerin tercüme edilmesi konusunda ne hissettiğini sordum. Bayan ise şaşırmış, dillerde konuşmadığını, İngilizceyi çok az bildiği için, kendi dili olan Belârus dilinde, ülkesinde yapayalnız bıraktığı annesi için dua ettiğini, ona Tanrı’dan iyilik ve afiyet dilediğini söyledi. Yani, sözde tercümeyle, ne uzaktan, ne de yakından hiçbir alakası yoktu. Yani kısacası, “At, at tut. Tut, tut, at” Millet de yedi, yuttu ve Armağanları için Rab’be şükretti. Sorgulayan ise “Yargılayan” damgasını yedi. Ah bu ‘Sahte Sevgi’ var ya! Kiliseyi yıkıp geçiyor. Ama şimdi buna sayfalar ayırmaya vaktimiz yok.

Dillerde konuşma ve tercüme konusu var ya; sadece bu konu bile kitaplara sığmaz. Şeytan’ın adamlarının da dillerde konuştuğunu bilmiyor musunuz? Adam, televizyona çıkmış açıkça söylüyor. Afrika’nın bazı yerlerinde yamyamlık ve çocuk kurbanları hâlâ devam ediyor. Köyün dinî adamları Şeytanlara çocuk kurbanları sunarak, armağanlar elde ediyorlar. Hem meleklerin ve hem de insanların dilinden konuşuyorlar.

Ama bakınız, çok basit birşey söyliyecem. Hiç sorguladınız mı? Dillerde konuşan, kime konuşuyor? “Bilmediği dilde konuşan, insanlara değil, Tanrı’ya konuşur”, “Peygamberlikte bulunan ise insanlara seslenir” (1.Kor.14:2-3). Yani dillerde konuşuyorsam eğer, ben Tanrı’ya konuşuyorum, O’nu övüyor, O’na benim yüreğimdekileri sunuyorum. Peygamberlikte bulunuyorsam eğer, Tanrı’dan alıp insanlara bildiriyorum. Konuşan Tanrı’dır, bense sadece O’nun sözlerini iletiyorum. Hal böyle iken, nasıl olur kardeşlerim de, neredeyse tüm dillerin tercümesinde hep Tanrı’dan mesaj iletiyoruz. Yani sanki da peygamberlikte bulunuyoruz gibi. Sanki da, Tanrı bize konuştu ve onun tercümesini veriyoruz gibi. Halbuki ‘Dillerde’ konuşan biziz ve Tanrıya konuşuyoruz. Sadece bu bile, ‘Ne kadar dil? Ne kadar tercüme acaba?” dedirtmez mi insana? En meşhur ‘Armağancılar’ diyeyim artık (millet gücenmesin diye) bile, kitaplarında yazmış oldukları tüm diller tercümeleri, hep peygamberlik sözleri gibi olmuştur. Halbuki Kutsal Kitap’ta buna hiç yer olmadığı gibi, bunun tam aksini öğretir. “Uyan, ey uyuyan! Mesih sana parlayacaktır.”

Bu söylediklerim, Pentekost günü olayları ile de apaçık ortaya serilmiştir. Kendilerince ‘Bilinmeyen Dillerde’ konuşuyorlardı ama ordaki değişik ırklardan oluşan herkes, konuşulanları kendi dillerinde duyuyorlardı. Peki, ne duyuyorlardı? Yani dillerde konuşanlar ne diyordu? Tanrı’dan bu halka, Tanrı sözlerini mi iletiyorlardı? Onlara Tanrı’dan bir mesaj mı veriyorlardı? “…… Ama her birimiz Tanrı’nın büyük işlerinin kendi dilimizde konuşulduğunu (övüldüğünü) işitiyoruz.” (El.İş.2:11). Görüldüğü gibi, ‘diller’, bireyin Tanrı’ya konuşması ve Tanrı’yı övmesidir. Yerüşalimdeki insanlar da, inanlıların hiç öğrenmedikleri dillerde Tanrı’ya övgüler yağdırdıklarını duydular. Böyle olduğu halde, Rab’be en bağlı kiliseler bile, bunları hiç sorgulamadan kabul ediyorlar. Sizce bu Rab’bi memnun eder mi?

Çoook dikkatli olmalıyız kardeşler. Bugün Oruç Baba’nın, Haydar Dede’nin türbelerini ziyaret edenler; senden benden çok daha fazla mucize iddiasında bulunuyorlar. Hasta olanlar şifa buluyor, çocuğu olmayanlar hamile kalıyor, ev, bark, iş, para sahibi olmayanların bir çoğu dilediklerine kavuşuyorlar. Peki, o zaman, hani İsa Mesih farkı? Onlardan ne farkımız var? Kimdir o ki, bir kötürüme, elsiz kolsuz birine gidip de, “Ayağa kalk ve yürü” diyecek İsa Mesih adına. Yüzde bir-iki şifa bulacak diye, o 98%’e verilen hüzün, keder, gözyaşı ve Rab’den soğutma değer mi? Hep o 1-2%’den bahsediliyor, diğerlerine ise “İmanın yetersiz” deniliyor. İmanı yetersiz iseydi, onun için niye dua ettin? Niye ona umut aşıladın? Hasta haliynen kilometrelerce yol yürüyüp oraya geleni “imansız” ilan ederek, nasıl geri gönderdin. Ben şahsen bunların binlercesine şahidim. Ne acılara gömüyoruz insanları. Geriye bıraktığımız tahribatın farkında değiliz. Tam bir ‘Abra-Kadabra’ dini. Milyonlarcasını karanlığa ve ümitsizliğe boğar ve her gittiği yerde sadece birkaç olumlu gibi görünmüş olan neticelerden bahseder. O anın galeyanı, o anın dolduruşu; bir ayağı kısa olan bir kadının ayağının uzadığını deklare ettirdi (yani: “ayağım uzadı” dedirttirdi). Başka sağır bir kadının “Artık duyuyorum” diye haykırmasına sebebiyet verdi. Herkes ağladı, herkes Rab’bi yüceltti. Ama toplantıdan sonra, o buyük dolduruş, o galeyandan sonra, etraf sakinleşince ve insanların ruhları insanlara tabii olunca; ne biri ne de diğerinin şifa bulmadığı ortaya çıktı. O insanların hayatları tamamen yıkılmış, imanları yerle bir olmuştu. Bu günahlar acaba kimin boynuna?

Konu çok geniş ve daha Peygamberliklere değinmedik, şifalara az değindik ve belki gelen defa devam ederiz umuduyla buradakileri düşüncelerinize sunmakla yetineceğim. Bir kez daha söylüyorum. Ben Kitab’ın tümüne inanıyorum. Ruhsal Armağanlara da. Ama bugünkü durumun, son 40-50 yıldır yayılmakta olan ve gittikçe güçlenen ve neredeyse her kiliseyi yutmakta olan bu Ruh’un, Rab’den olmadığını görüyor ve ruhumda hissediyorum.

Vahiy Kitabındaki 7 mektupta bizlere çok uyarılar vardır. “Yaşıyorsun diye ad yapmışsın, ama ölüsün. Uyan!” ve “Yaptıklarını biliyorum. Ne soğuksun, ne sıcak. Keşke ya soğuk, ya da sıcak olsaydın! Oysa ne sıcak, ne de soğuksun, ılıksın. Bu yüzden seni ağzımdan kusacağım. Zenginim, zenginleştim, hiçbirşeye gereksinmem yok diyorsun, ama zavvallı, acınacak durumda, yoksul, kör ve çıplak olduğunu bilmiyorsun.” Benim görüşüm de aynen böyle. Zavvallı ve acınacak durumda olan kiliseler, “Çok yedik de doyduk” diyorlar. Rab hepimizi bereketlesin sevgili ve değerli kardeşlerim.